“Zonguldak yakınlarında Kozlu’nun Kılıç mahallesinde dünyaya geldim. Kozlu eskiden nahiyeydi. Babam Kozlu’daki elektrik santralinde görevliydi. (…) Çocukluğum Zonguldak’ta geçti. 3 Yaşında iken Kozlu’dan Zonguldak’a geldik ve 1951’de Çatalağzı’na geçtik. Babam orada elektrik santrali müdürü oldu. 54’e değin orada bulundum. İlkokula orada başladım. (…) 54’te milletvekili seçilince babam, benim cennet hayatım bitti. Ankara denilen cehenneme geldik.(…)” 
Bilen biliyordur Ş. Teoman Duralı, bugünlerde ‘daha bilinir’ bir felsefeci. Yukarıdaki açıklamalar ona ait. Hakkında birçok bilgi nette bulunabilir. Genç yaşta dünyayı gezmeye başlamış, dediğine göre hiçbir zaman profesör olmak istememiş v.b. İlginç bir hayatı var. TRT2’de felsefe programı da var. Sanırım geçtiğimiz yıllarda BEÜ’nde de konferans vermiş, benim haberim olmamış. Birçok üniversitede ders veren, kitaplarından alıntılar yapılan Prof. Dr. Teoman Duralı hakkında çalıştığı İbn-i Haldun Üniversitesine şu bilgilere ulaşmak mümkün:

7 Şubat 1947’de Zonguldak’ın Kozlu kasabasında doğan Duralı, ilköğrenimine Zonguldak’ta Çatalağzı’nda başladığını belirtti. Çatalağzı’nda okula başlamadan önceki günlerinden “mutluluğun zirvesine vardığım günlerdi” diyerek sitayişle bahseden Prof. Dr. Teoman Duralı, bunda coğrafyanın etkisi olduğunu belirterek, hayatında gördüğü ilk manzaranın orman ve deniz olduğunu, en sevdiği renkler olan mavi ve yeşilin Çatalağzı’nda iç içe geçtiğini söyledi.(…)
Felsefe ile tanışmasını ise şöyle anlatıyor:

“Liseden mezun olduktan sonra babam Gazi Mesleki Eğitim Fakültesine gitmemi istedi. Ben durumdan memnun olmasam da babama itiraz edemiyordum. Mezuniyet evraklarını almak için liseye gittim. O gün de, kaderin cilvesi, Hatice Hocam nöbetçiydi. Gazi’ye gideceğimi duyunca, ‘hayır olmaz’ dedi. Beni pencereye çekti, dışarı da karşı binanın çatısını aktaran ustayı gösterip, ‘öyle bir usta mı olmak istiyorsun’ diye sordu. Ben, ‘ne var bunda, herkes bir şekilde rızkını kazanıyor’ diye cevap verdim. Hatice Hanım, bunun üzerine, ‘Ona şüphe yok. Kastettiğim; her insan belli bir işe yaratılır. Sen felsefeyle uğraşacaksın.’ İlk defa felsefe mikrobunu kulağıma üfüren Hatice Hanım oldu.”
Prof. Dr. Teoman Duralı, böyle sıkıntılı, insanın önünü göremediği bir ortamda kendime meşgale ararken tanıştığım Türk felsefecilerden biri. Benim bu sıralar Türkiye’den daha çok Ahmet Arslan, Doğan Göçmen gibi felsefeciler ilgimi çekiyor ama Zonguldak‘ta doğması, bu memleketi unutmamış olması da elbette Teoman Hocaya olan ilgimi de arttırıyor. İlgimi çeken saptamalarından biri de ‘Türkiye’de felsefe yapılamadığı’ ile ilgiliydi. Buna ve ‘Osmanlıca yazmak’la ilgili ‘dilde çok kayıp yaşadığımız’ düşüncelerine tam olarak katılmamakla birlikte aslında bu alanda çok zayıf bir görünümde olduğumuz doğrultusunda haklı olduğunu düşünüyorum elbette. Ben dilde ve düşüncede yapılan yeniliklerin sürekli politikacıların politik gayelerine araç edildiğini düşünüyorum. (Bu yazının sınırları elvermeyeceği için kalan bölümde kısmen bu konu hakkında biraz kendimi bir şeyler demeye zorlayacaktım. Ben kendimi zorluyorsam herkes zorlayabilir, diye düşünüyorum. Hani “düşünün, kafanızı acıtmaz” diye bir aforizma vardı, işin mizahı. Lakin yazı fazla uzayıp gideceği için onu hafta içindeki başka bir yazıma bırakacağım.)

Duralı’nın en önemli tespitlerinden biri de şu:
“Kişiler gibi milletlerinde yatkınlıkları vardır. Özet olarak söyleyeyim. Bizim felsefeye yatkınlığımız yok. Üç aşağı, beş yukarı, sıfıra sıfır, elde var sıfır.”

Üzücü ama Türkiye’de 15–16 üniversitede ders vermiş birinin bu tespiti dikkate değerdir. Duralı’nın felsefeci olmasına babası “bu ülkede bu sökmez” gerekçesi ile karşı çıkmış. Duralı felsefeci olmadan önce birçok işte çalışmış. Bunlardan biri Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi’nde gece memuru işi imiş… Bu arada gündüzleri de Erdal İnönü’den fizik dersi almış ve daha sonra arkadaş olmuşlar. Çok ilginç, diyor Duralı Elazığ’da çalışırken Erdal İnönü siyasete atıldığı dönemde gelmiş ve aralarında şöyle bir diyalog geçmiş. Erdal İnönü’de esas tutkusunun felsefe olduğunu söylemiş, felsefeci olmak istemiş ama babası İsmet Paşa aynı gerekçelerle ona karşı çıkmış. Erdal İnönü, Duralı’ya verdiği yanıtta babasının sözünü dinlediğini ama en azından felsefeye yakın teorik felsefe eğitimi aldığını söylemiş.
Duralı’ya hak verdiğim konuların başında herhalde millet olarak teorik konularla ilgilenmememiz, çünkü merakımızın olmaması gelir. “Merak olmadığında ne yapıyorsun, taklitte bulunuyorsun” diyor Duralı. “Başkaları ne yaparsa hep izliyorsun ve o yüzden hep geriden geliyorsun. Hiçbir zaman öne geçemiyoruz, hep nal topluyoruz. Bugünde bu böyle devam ediyor.”

”Ben başka hiçbir şey yapmak istemedim; her zaman felsefe ile uğraşmak istedim” Teoman Duralı. Kendi açısından dilimizde teorik bir felsefe yapma metodu geliştirdiğini ancak bu yolu kullanacak öğrenci yetişmediğini ifade ediyor. 
Keşke Teoman Duralı’yı daha önce tanımış olsaydım.