Size “küfe” hikayesini anlatmış mıydım?

Hikaye 80’li yılların başında geçer…

Yoksulluğu iliklerine kadar hisseden 5 çocuk annesi genç kadın ve oğlu hemen hemen her gün Balkayası’na kömür toplamaya gider…

Günün ilk ışıklarıyla sırtındaki küfesinde taşıdığı oğluyla birlikte Kozlu’nun Güney Mahallesi’nden yola çıkan kadın, Balkayası’na kadar yaklaşık bir saatte yürür…

Kavaklığın patika yollarından Kozlu sahiline inip yağ tenekelerinden yapılan derme çatma barakalar arasından yürüyerek ulaşırlar döküm alanına…

Vita yağlarından yaptıkları kulübelerine ulaştıklarında ise genç kadın, soğuktan ve sudan korunmak için vücuduna sardığı naylon poşetlerden kalkan yapar adeta kendisine…

Kömür yığınları arasından yürüyerek TTK’nın bandından dökülen siyah taşların içinden kömürleri seçebilmek hiç de kolay olmaz buz gibi suyun içinde…

TTK’nın bantlarından denize akan su kanallarında kurulan barajlardan eleklerle topladıkları kömürleri yine 10 kiloluk yağ tenekelerine doldururlar birlikte…

Bazen de su barajlarından denize kaçan kömür tanelerini, her dalga vurduğunda demirden yapılan eleklerle topladılar…

Tıpkı Balkayası’nda çocuklarının geleceğini arayan diğer anneler gibi…

Akşam gün karanlığa karışmadan düşerler ev yoluna…

Yanlarına yaklaşan yaşlı bir kömürcü kadın seslenir küfesinde oğlunu taşıyan genç anneye…

“Hey gidi kadın… Şimdi sen oğlunu sırtında taşıyorsun ama bakalım büyüyünce o seni sırtında taşıyacak mı?”

İşte o hikayede geçen genç kadın benim annem…

O küfedeki çocuk da benim…

Şüphesiz hepimizin, içinde bir dram yatan hikayesi var…

Ama, 11 çocuk doğuran, 6’sını hastalık ve yoksulluk yüzünden toprağa veren bir kadının anlatacak çok özel bir hikayesi olmalı…

Elbette herkesin annesi özeldir…

Ama benim annem annelerin en güzeli, en fedakarı, en cefakarı, en çilekeşiydi…

Ömrü boyunca çocuklarının yüzü gülsün diye çalışıp didindi…

Gençlik yıllarımda bana her kızdığında o “küfe”nin hikayesini anlatırdı…

O zamanlar pek anlayamasam da büyüdükçe dut ağacından yapma o “küfe”nin ağırlığını omuzlarımda hissettim…

On gün öncesine kadar doktoru ilk söylediğinde inanmak istemedik…

Yaşamın döngüsü, doğanın kanunu, hayatın gerçeği, takdiri ilahi…

Adına ne derseniz deyin kabullenemiyor insan…

Öyle görünüyor ki, zor günler bekliyor bizi…

Yarından tezi yok ilk işim hasta yatağında bile çocuklarını düşünen annemin “Oğlum şu sakallarını kes” sözünün gereğini yapmak olacak…

Sonra o küfenin sırtımdaki sorumluluğuyla taşıyabildiğimiz yere kadar taşıyacağız annemizi…

İşte bu nedenle bir süreliğne müsaadenizi istiyorum…

Bu gazeteye kurulduğu ilk günden itibaren omuz veren dostlarımızın hoşgörüsüne sığınarak bir müddet(!) bu köşede olamayacağım…

Buralar size emanet…