ZOKEV tarafından yayımlanan “Altıyedi” kültür edebiyat dergisinin “Göç” dosya konulu 2. sayısı çıktı.

 

Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı (ZOKEV) tarafından “Karanlığın boğulduğu” mottosuyla üç ayda bir yayımlanan Altıyedi sanat edebiyat dergisinin 2. sayısı çıktı. Ülkenin önde gelen edebiyat ve düşün insanlarının yazılarının yer aldığı sayıda dosya konusu “Göç” olarak belirlendi. Ahmet Özer, Cemal Sakallı, Can Gürses, Mustafa Kemal Erdemol, Alper Hasanoğlu, Emrullah Alp, Nilüfer Benal, Levent Turhan Gümüş, Ayşegül Tözeren, Behzat Taş gibi çizer, edebiyat ve düşün insanlarının çizgi ve yazılarının yanı sıra Gazeteci Ali Ayaroğlu’nun Atatol Behramoğlu ile yaptığı bir söyleşiye de yer veren derginin arka kapağında Karikatürist Kemal Gökhan Gürses’in “Karga Kafası” başlıklı çizimleri yer aldı.

 

IŞIĞIN DEĞİL, KARANLIĞIN BOĞULDUĞU BİR DÜNYAYA SESLENMEK İSTİYORUZ

Derginin sunuş yazısını, “Karanlığın Boğulduğu Günler İçin” başlığıyla kaleme alan ZOKEV Yönetim kurulu Başkanı Kürşat Coşgun, “Bir bağırsa sesi bütün sokaklara yeter biliyorum’ demişti Turgut Uyar, sokak lambasını ve onu ışığını tanık gösterirken. Ve sokak lambasının derdini anlatamayışını, umarsızlığını ‘Işığın Boğulduğu’ başlığını taşıyan dizeleriyle anlatmıştı Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda. Altıyedi’yi çıkarma düşüncemizin altında biraz da bu vardı aslında. O sokak lambasının sesi olmak, ışığın değil, karanlığın boğulduğu bir dünyaya seslenmek istemiştik. Bu yüzden de dergimizin başlığının hemen altındaki ‘karanlığın boğulduğu’ mottosuyla, ışığa, umuda, barışa olan özlemimizi dile getirmiştik. Dergimiz var oldukça bu özlem ve kararlılığımız da hep var olacak. İlk sayımızda her mevsim bir sayı ile karşınıza çıkacağımızı söylemiştik. Zonguldaklı şair Doğan Şadıllıoğlu’nun ‘Ve eskir / İkindilerde güz / Güz ölür / Büyür Ölüler’ diye betimlediği güz mevsimini yaşıyoruz bugünlerde. Sıcak yaz günlerinin ertesinde hüznün ve özlemin mevsimi olan sonbahara merhaba derken, dergimizin bu sayısında sevgili şairimiz Şadıllıoğlu’nu Ahmet Öztürk’ün bir yazısıyla anıyoruz. Bu sayımızda ayrıca değerli yazar-şair, sinemacı Vedat Türkali’yi de Levent Turhan Gümüş ve Ayşegül Tözeren’in yazılarıyla selamlıyoruz” diyor.

 

BİR SONRAKİ SAYIMIZIN DOSYA KONUSU İSE ‘ÖTEKİ’ OLACAK

Coşgun sunuş yazısını, “Yaz sayımızdaki ‘Yabancılaşma’ başlıklı dosyamızın ardından bu kez ‘Göç’ dosyasını açıyoruz. İnsanlığın varoluşsal yazgısı olarak nitelendirdiğimiz göç olgusunu tüm cepheleriyle ele almaya çalıştık. Değerli akademisyen ve edebiyatçıların inceleme, anlatı ve şiirleriyle oluşturduğu dosyamızın, insanlık tarihinin bu hiç bitmeyen sorununu gündemde tutmak adına önem taşıdığına inanıyoruz. Bir sonraki sayımızın dosya konusu ise ‘Öteki’ olacak. Etnik, dinsel ya da siyasal köken ve yönelimleri nedeniyle toplumdan dışlanan, yalnızlaştırılan birey ya da grupların sorunlarına ışık tutmaya çalışacağız. Öteki’nin toplumsal yaşamdaki var olma çabasını, toplumbilimsel gerekçe ve sonuçları ile bunun edebiyat(ımız)a yansımalarını içeren zengin bir dosya hazırlamak istiyoruz. Bu konuda sözü olan tüm dostlarımızı dosyamıza katkı vermeye çağırıyoruz. Sizler güz sayımızın sayfalarında gezinirken, biz kış sayımızın hazırlıklarına başladık bile” diyerek bitiriyor.

 

HEPİMİZ GÖÇMENİZ

Bir dosya olarak ele alınan ve insanlığın varoluşsal yazgısı olarak nitelen göç konusuyla ilgili olarak yapılan sunuş yazısında da şunlar söyleniyor: “Klasik antropoloji bilimi, hepimizin, yani bütün insanların göçmen olduğunu, ilk vatanımızın ise Afrika olduğunu söyler. Dahası, bu yolculuğun modern insanın ilk ataları olan homo türleri ile başladığını ve göçün, evrimsel sürekliliğin bir parçası olduğunu belirtir. İnsanlığın Afrika’dan yola çıkarak başlattığı ilk göç, bugünkü dünyanın yerleşik yapısının ilk temellerinin atılmasını sağlayan Bronz çağı ve Demir Çağı göçleriyle devam etmiştir. Sonrasında ise özellikle Mezopotamya, Anadolu ve Avrupa’ya yerleşen atalarımız, uygarlığın en büyük aşaması olan tarımla tanışmıştır. İnsanlık tarihinin tartışmasız en devrimci sıçramalarından biri olan bu tanışıklık, önce yerleşik yaşamın, sonra da yurt-vatan, din vb. aidiyet ve mensubiyet bağlarının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yunan kolonilerinin gerçekleştirdiği Kavimler Göçü ve Asyatik göçler ise, yazılı tarihin kaydettiği büyük göç hareketleri olarak insanlık tarihindeki yerini almıştır”  deniliyor.

AYDINLAR, EDEBİYATÇILAR DRAMLARA SESSİZ KALAMAZ

Dosya sunuş yazısı, “Çağlar boyunca beslenme, iklim, ekonomi, savaş gibi nedenlerle insanların sürekli göç eylemi içinde olması, onun varoluşsal mücadelesi dışında açıklanamaz. Bu anlamda göç insanlığın yazgısı olarak karşımızda durmaktadır. Sonrası ise bildik hikâye... Bir arada yaşayan, ortak yazgıya mahkûm insanlar kendi tarih, kültür ve söylencelerini yarattılar. Göç edenler yerleşiklere, yerleşikler göç edenlere karıştı. Herkes ‘öteki’nin bir parçası olurken, kimliksel değişimler modern insanlığın yeni kimliğini oluşturdu. Bu yeni kimlik bir yandan ekonomi-politik biçimlenmeleri yaratırken, bir yandan da yeni sosyal/kültürel yapılanmaları ortaya çıkardı. Giderek sanatın ve sanatsal yaratının bağlamları yeniden ele alındı. Sanatın her türünde olduğu gibi, edebiyat da göçün getirdiği yeni dil, yeni yaratı olanakları ve yeni ruhla beslendi. Bu sayımızda ‘Göç’ olgusunu ele alırken, on binlerce yıldır süregelen bir yolculuğun çağımızdaki yansımalarını, özellikle kendi coğrafyamız üzerinden görelim istedik. Geçen yüzyılın başında ve ortasında, siyasal nedenlerle Yunanistan ile yaşanan mübadeleler ile günümüzde Ortadoğu’da süren kirli savaşlar nedeniyle Irak-Afgan-Suriye yurttaşlarının iltica ve göç hareketleri çağımızın en çarpıcı insanlık dramlarıdır. Elbette çağının tanığı olan aydınlar, edebiyatçılar bu dramlara sessiz kalamazdı. Ortaya koydukları yapıtlarıyla kalanların ve gidenlerin acılarını okuyucularıyla paylaştılar. Bize de bu paylaşımlara ortak olmak düştü” denilerek tamamlanıyor.