Dünya ile birlikte ülke de değişiyor. Zonguldak da bundan payını alıyor. Ahmet Öztürk, değişimin kendini en çok hissettirdiği mekân olan sokakların değişim öyküsünü isimlerinden yola çıkarak yazdı.

 

Her yerde olduğu gibi Zonguldak’ta da, değişen sosyal-ekonomik koşullara koşut olarak, ciddi bir sosyokültürel dönüşüm yaşanıyor. Kimi zaman kentsel dinamikler, en çok da ülkedeki siyasi, ekonomik gelişmeler bu dönüşümde belirleyici rol oynuyor. Bu durumun kendini en çok hissettirdiği yerlerin başında hiç kuşku yok ki sokaklar geliyor. Malum devir ticaret devri. Alıp satmak, günümüz dünyasının en kutsal eylemi. İçinde yaşadığımız günlerde ticarete gizli din demek abartı sayılmaz kesinlikle. Ticaret günün gereksinimlerine bulduğu yanıtlarla üretim biçimini, kentleri, insanları değiştiriyor. Alıp satma eylemi en çok da sokaklarda yapılıyor.  Doğal olarak da sokakların dokusuna işleyip, kendisiyle birlikte hızla dönüştürüyor.

 

Aksine çok az örneği olsa da, doğası gereği bıçakla kesilir gibi bir anda gerçekleşen, patlamalı bir süreç değil bu… Böyle olması da iyi bir şey galiba. Yaşadığı çevrenin inanılmaz bir hızla değişmesinin yarattığı travmatik etkiyi, insanın başka türlü kaldırması mümkün değil çünkü. Zamanın çarkları ağır ağır dönerken, bize hiç fark ettirmeden, bir şeyleri de yavaş yavaş dönüştürüyor. Hayatın hay huyu içinde yaşadığımız, yanından yöresinden geçtiğimiz, hatıralar biriktirdiğimiz yerlerdeki değişimi, çoğu zaman hissettirmiyor bile. Sonra hayretle soruyoruz birbirimize: “Burada eskiden ne vardı?” Biz sorularımızla boğuşurken, mağazalar, dükkânlar bir bir değişiyor, sokakların rengi, işlevi gibi ismi de başkalaşıyor. Halkın Sesi sayfalarında bu kez kent sokaklarında soluk soluğa bir gezintiye çıkıyoruz. Nisyanla malul olan hafızamızı yoklayıp, dönüşümün izini sürüyoruz birlikte…

 

Bankalar Caddesi

Çok değil on, on beş yıl öncesine kadar Gazipaşa Caddesi’ne “Bankalar Caddesi” denirdi. Ticari hayatın en canlı olduğu yer olmasından dolayı tüm bankalar, cadde boyunca sıra sıra dizilmişti. “Müşteri bir merdiveni arar” derler, bankalar da öyle düşünüyordu galiba; ticaret erbabı, iki adımlık kentte başka yere ilgi göstermez diye, eski yıllarda, Gazipaşa dışında başka hiçbir yerde banka şubesi görmek mümkün değildi. Ülkenin ilk özel bankası Efesbank da bu cadde üzerinde miydi bilmiyorum ama adım başı bulunan bankalarla, cadde sözcüğün tam anlamıyla bir devlet dairesi gibiydi. Çok büyük bölümü de devlet bankasıydı zaten. Anadolu Bankası, Türkiye Öğretmenler Bankası, Emlak Kredi Bankası, Türk Ticaret Bankası, Etibank sonraları Pamukbank gibi adını çoktan unuttuğumuz bankalar müşteri bulmak için birebiriyle yarışırdı adeta. 90’lı yılların ortalarında Uzunmehmet Caddesi’ne açtığı şube ile ilk İmar Bankası kırdı Gazipaşa tekelini. İki binli yıllarda Soğuksu ve Üzülmez Caddesi’ne şube açan diğer bankalar ardını sürdü…

 

O yıllarda Gazipaşa Caddesi’nin bir diğer süsü de bolca bulunan kitapçı dükkânlarıydı. Ben hatırlamıyorum ama Sermet Aksu kentin ilk kitapçılarından biri olan Mektepler Pazarı’nın da aynı cadde üzerinde olduğunu söylüyor. Anımsadığım Yeni Cami’nin altındaki Yetman Kitapevi’nde başlayan kitaplara yolculuk Güneş Kırtasiye, Tansel Kitapevi, Şansel Kitapevi, Tahsin Kitapevi’nde devam eder, Aytan Kitapevi’nde hükümetin önünde biterdi. Gazipaşa dışında iki istisna, köprü ayağındaki Cankuş Kitapevi ile Soğuksu’daki Ertan Kitapevi’ydi. Kitapçı Ertan da kitapçılıktan daha çok konser, tiayatro organizasyonu yapardı. Sıkı okurlar aradığını bulmakta zorlansa da pek çok kitap bulmak mümkündü raflarda. Devran döndü kitapçılık kârlı bir iş olmaktan çıktı. Kitapçılar Gazipaşa Caddesi’ndeki kiraları ödeyemez duruma düştü ve arka sokaklara doğru tek tek çekildi caddeden.

 

Bankalar yine olsa da, artık bir tek kitapçı bile yok Gazipaşa’da. Bir ara sürüsüne bereket olan butikler, büyük giyim mağazalarının dolaşıma girmesiyle birer birer kapandı. Hani iletişim çağında yaşıyoruz deniyor ya, şu günlerde telefon şirketlerinin ren renk “shop”larıyla dolu olan Gazipaşa şahidi bu sözün... Ağaçlarını, kuşlarının yitirileli beli eski merhabaların da izi yok caddede. Koca cadde eski kalabalığını hâlâ korusa da, cıvıltısını yitirdi bu yüzden… Ulu Cami’nin avlusu cenazelere kapanalı beri namaz kılmayan insanların da buluşma mekânı değil artık, şampiyonluk kutlamaların mekânı olmadığı gibi…

 

Doktorlar Sokağı

Şimdi ağırlıklı olarak eczanelerle sağlık ürünleri satan dükkânların sıra sıra dizildiği Zübeyde Hanım Caddesi, hâlâ öyle bilinir ya “doktorlar” sokağıydı bir zamanlar. Hasta olup da derman arayan tüm Zonguldaklıların yolu saat üçten sonra mutlaka oraya düşerdi. Neredeyse kentteki tüm doktorların muayenehanesi oradaydı çünkü… Hastanede beklediği ilgiyi bulamayan hastalarla üç kuruşları bir araya getirerek denkleştirdiği “bıçak” parasını, bir zarfa koyarak doktora vermek isteyen hasta yakınları endişeli adımlarla dolaşırdı o sokakta. Sırtına yüklendiği hastasını, asansörü olmayan apartmanın, bilmem kaçıncı katındaki muayenehaneye çıkarmak için uğraşan insanların çilesine de tanık olurdunuz sıkça,  derdine derman bulamayan hastalarla yakınlarının akan gözyaşlarına da… Doktorlar sokağı kederler sokağıydı da bir anlamda…

 

Devran döndü, sağlık politikası değişti ülkede… Durmak olur mu, Zonguldak da payını aldı bundan. Her gün yüzlerce hastanın arı kovanına çevirdiği doktor muayenehaneleri bir bir kapandı. Bıçak parası denen büyük dert, yok denecek kadar azaldı. Doktorlar sokağında bir tane bile muayenehane kalmadı zamanla. Yerini eczanelerle medikal malzeme satan dükkânlar ve gözlükçüler aldı. Bir anlamda“sağlık hizmeti” sürüyor sokakta.  Hastanelerdeki hastalıktan da büyük dert olan ilaç kuyrukları tarih oldu artık. Şimdi bekleme sırası, çok daha konforlu ortamlara, özel eczanelere taşındı. Doktorlar gitti, sokakta adları kaldı payidar.

 

Sümerbank Sokağı

Doktorlar Sokağı’nın bir diğer adı da Sümerbank Sokağıydı. Cumhuriyeti kuranların yerli sanayi yaratma çabalarının bir ürünüydü Sümerbank. Çoktan tarih olan Etibank’ın olduğu gibi onun da adı Mustafa Kemal’den armağandı. Anadolu’nun kadim halklarından ve tarihi insanlığın tarihiyle yaşıt Etilerle Sümerlerin adları, cumhuriyetin umut tomurcuğu olarak yeşertmeye çalıştığı kurumlara verilerek, bu toprakların tüm tarihsel birikimine sahip çıkıldığı anlatılmak isteniyordu. Hiç abartısız olarak söylüyorum ki, Türkiye bugün tekstilde, dünyada sözü edilen ülkelerden biriyse bu Sümerbank’ın yüzü suyu hürmetinedir. Adı bile unutuldu ama Sümerbank olmasaydı bugün ülkenin en büyük istihdam yaratan sektörü yerlerde sürünüyordu belki de…

 

Doktorlar Sokağının tam ortasında Sümerbank’ın bir satış mağazası vardı. Benim gördüğüm kentin en büyük mağazasıydı Sümerbank. Koyu renkli mobilyaların iyice karanlıklaştırdığı loş ışıklı mağaza, belli gelir grubundaki insanların en çok rağbet ettiği alışveriş merkeziydi. Bencileyin orta direk ailelerin çocukları bayram sevinçlerini, daha çok, oradan alınan iskarpin ve elbiselerle yaşardı. Piyasadaki eşitlerine göre biraz kabaydı malları. Ayakkabıların sayası daha sert, kumaşlar kalındı ama annemin deyimiyle “diğerlerinden daha kavi” idi. Pazenin de, divitinin de, basmanın da ne olduğunu oralarda öğrendim ilkin. Sümerbank’tan alınan dallı güllü kumaşlar kâh yatak kılıfı, kâh perde, kâhsa kırlent yüzü olarak süslerdi yoksul evimizi… O da zaman uydu, tüm bankalar gibi Gazipaşa Caddesi’ne taşındı önce, sonra da kapanıp gitti. Şimdi ne adı kaldı, ne de sokağı Sümerbank’ın…

 

Toptancılar Sokağı

Şimdilerde kentin elektronik eşya sokağı gibi işlev gören Fevzipaşa Sokağı toptancılar sokağıydı bir zamanlar. Sebze, meyve, bakliyat ve et ürünleri dışında her türlü mamul kamyonlarla oraya gelirdi ilkin. Mahalle bakkalları tüm alışverişini oradan yapar, ya tuttuğu bir hamalın sırtına ya da bir el arabasına yükler giderdi. Ekonomik durumu biraz kötü olan bakkalların, bir kınnapla birbirine bağlanmış ren renk kolileri sırtına yüklendiği de olurdu çok zaman. Her dükkânın bir başka yerde deposu da olurdu ayrıca. Caddelerde çiklet satan çocukların da uğrak yeriydi o sokak. Devir yüksek enflasyon devriydi. Bakkal raflarında daha kolisi bitmeden, malın fiyatı değişirdi. Hali vakti bir parça yerinde olanlar, ya da azıcık para biriktirenler, aile bütçesine katkı olsun diye kimi malları topluca alırdı oradan evine… Devran döndü, ticari anlayışlar değişti. Önce deterjan firmaları başladı ayağa hizmete, ardını diğerleri sürdü. Artık kamyonlara yüklenen mallar dükkânların önüne kadar geliyordu. Bakkallar sokaktan ayağını kesmeye başlayınca, toptancıların da iş hacmi düşmeye başladı doğal olarak. Toptancı esnafının her biri, güz yaprakları gibi bir başka yana savruldu… Dükkânı kapatıp, kenti terk edenler bile oldu içlerinden. Zaman içinde başka mallar satan dükkânlar açılsa da elektronik eşya satan marketler göz alıcı renkleri ile egemenliğini ilan etti.

 

Meyhaneler Sokağı

Toptancılar Sokağı ile Gazipaşa Caddesi’nin birbirine bağlayan Maliye Sokak bizcileyin bir kısım solcu için İGD Sokağı diye anılsa da, halk arasında adı Meyhaneler Sokağıydı. Sokakta yan yana olan iki meyhane veriyordu adını. Meyhanelerden biri köhne bir şaraphaneyken, diğeri de aynı zamanda kentin namlı kabadayılarından biri olan Kör Kemal’in meyhanesiydi ki, çok ünlüydü.  O vakitlerde pek çok esnaf meyhanesi vardı kentte. Birahanelerin piyasaya girmesi ve toplumun içki kültürünün değişimiyle bir bir kapandı hepsi. Eskiler daha fazlasını sayar ama Acılık’taki Mevsim Restoran, Köprü Altı’ndaki Altay Restoran, Yeni Çarşı’daki Cansızoğlu’nun Meyhanesi, Maliye Sokak’taki Kör Kemal’in meyhanesi, Toptancılar Sokağındaki Hatay Lokantası, şimdiki Madenci Anıtı’nın tam karşısında, Yeni Cami’nin hemen yanındaki Nehir Lokantası, Sürmen’le birlikte en ünlü meyhaneleriydi kentin. Şimdi anlatması zor ama hemen hemen her lokantada belli saatlerden sonra olsa da içki satılırdı… İçkinin en çok tüketildiği yerlerden biri de Devran Parkı idi çocukluğumda. Tahta masalarda en çok bira içilir, boşları de biriktirilirdi nedense. İspanyol paça pantolonlu, uzun yakalı gömlekli, kaytan bıyıklı gençler masanın üzerine yığılanı bira şişeleriyle hatıra fotoğrafı çektirirdi bir de...

 

Hükümet Önü

Çocukluğumda kentle barışık, önünde meydanı da olan mütevazı bir hükümet konağı vardı, şimdiki sakil binanın yerinde. Ankara’nın en önemli semtlerinden biri olan Sıhhiye’ye de adını veren sağlık bakanlığı binasının mimari olarak kopyasıydı. Tüm bayramlar orada kutlanır, tüm mitingler orada yapılırdı. Ankara’daki Sağlık Bakanlığı binası olarak hâlâ tarihe tanıklık ederken bizde ki yıkıldı ne yazık ki… Tarihsel ölçekli pek çok mitinge tanık oldum orada… “Ak günlere” bildirisi ile ülkede büyük bir umut dalgası yaratan Karaoğlan’ı da dinledim o meydanda, değme tiyatrocuya taş çıkartacak bir mukallit olan Necmettin Erbakan’ı da… Aksaray İş Hanı’nda bulunan CHP binasının alana hâkim olmasından mıdır bilmiyorum, Süleyman Demirel, Yeni Çarşı’da bulunan Adalet Partisi il binasının balkonundan yapardı konuşmalarını nedense.

 

80’lere kadar devrim sloganlarıyla çınlayan meydan, en son büyük bir madenci eylemine sahne oldu. 90’lı yılların başında yapılan “Emeğe Saygı” mitingi coşkusu ve yığınsallığıyla büyük madenci grevinin habercisi gibiydi adeta… Hükümet Önü, yalnızca insanların değil, araçların da toplanma yeriydi. Kentin tüm minibüsleri, belediye otobüsleri seksenli yılların ortasına kadar oradan kalkar, yolcularını orada indirirdi… Alt katında bulunan adliyeyse eli kelepçeli insanların girip çıktığı bir mahzen gibiydi. Önce valilik binası yıkıldı. Cumhuriyetin ilk yıllarından armağandı oysa bize. Sonra meydanın ortasından yol geçirilerek alan vasfı kaldırıldı. Toplumsal muhalefet, kitaplarını, türkülerini, bayraklarını alarak çekildi Madenci Anıtı’na…