2 Nisan 1980’de henüz 55 yaşındayken hayatını kaybetmiş, genç kuşaklar arasında adı çok bilinmeyen Zonguldaklı bir sosyalist, büyük bir mücadele insanıdır Hüsamettin Güven. Zonguldak madenlerinde uzun yıllar çalışmış gerçek bir emekçi olarak, Türkiye İşçi Partisi saflarında pek çok görev yapmıştır. Adı hep Zonguldak’la anılsa da, aslen Artvinlidir. Resmi kayıtlara göre 15 Haziran 1925’de, Hopa’nın, Abu Islah köyünde doğar. Ailesinin 1930’lu yıllarda Zonguldak’a göçmesi, onun hayatında da büyük değişimlere neden olur. Evlenip, çocuklarını büyüteceği bu kentte sosyalizmle tanışır. Türkiye İşçi Partisinin yorulmak bilmez emektarı olarak 60’ların ikinci yarısından, 12 Mart’a kadar bir “mücadele insanı” olarak hizmet eder kente.  Zonguldak il örgütü kurucusu olarak başladığı partili hayatında, Zonguldak İl Başkanlığı, TİP Genel Yönetim Kurulu Üyeliği, emekçi kontenjanından TİP Genel Sekreterliği gibi birçok önemli görev üstlenir, hapis yatar bu uğurda. Özverisi, azmi, ömrünün sonuna kadar ideallerine bağlı kalması ve ödün vermez kişiliğiyle de, adını, mücadele tarihimize silinmez harflerle yazdırır.


 
ASIM ÖZBASTANCI
Hüsamettin Güven’in yaşamında köylüsü Asım Özbastancı’nın önemli bir yeri vardır. Hopa’dan göçüp geldiği Zonguldak’ta elektrik işlerindeki mahareti nedeniyle adı Asım Usta’ya çıkacak olan Özbostancı, TİP’in Zonguldak’taki diğer emektarı Yavuz Ünal’ın verdiği bilgiye göre, büyük bir olasılıkla, Zonguldak’ın ilk komünistlerindendir. Türkiye Komünist Partisi Karadeniz Bölge Sorumlusu Ahmet Fırıncı ile ilişkisi olduğu yönünde ciddi emareler bulunan ve maden havzasında zaman zaman TKP bildirileri dağıttığı bilinen Asım Usta, birçok işçi marşını da ezbere bilmektedir. Hatta seçim çalışmaları için Zonguldak’a gelen TİP Senatörü Fatma Hikmet İşmen’in “İşçi kız Ayşe” türküsünü ilk kez ondan dinlediği bilinmektedir. Ereğli Kömürleri İşletmesi (EKİ) Karadon Bölgesinde Elektrik Atölyesi Şefi olarak görev yaparken hemşerisi Hüsamettin Güven’i de yanına alır. Güven, sosyalizm hakkındaki ilk bilgileri, sonraları kızı Ayşe ile evlenerek kayınpederi de olacak Asım Özbostancı’dan alacaktır.

 
SENDİKACI HÜSAMETTİN GÜVEN
Hüsamettin Güven her Karadenizli gibi haksızlığa dayanamayan, hemen tepki veren, tez canlı bir kişiliğe sahiptir. Son derece girişken ve sıcakkanlıdır. Bu özellikleri nedeniyle doğuştan bir örgütlenme uzmanıdır sanki. EKİ’de çalışırken Teknik Sanatkârlar Sendikası adı altında bir sendikanın kurucuları arasında yer alır. Kuruculukla kalmaz, yönetim kurulu üyesi olarak aktif sendikal faaliyetlerde bulunur, bu yüzden çevresinde adı, kısa süre sonra “Sendikacı”ya çıkacaktır. Hayatın içinde bunca aktif olan bir kişinin siyasete ilgisiz kalması mümkün değildir elbette. Osman Bölükbaşı’nın genel başkanlığını yaptığı Millet Partisine meyleder önce. Yeni doğan çocuğunun adına “Millet” koyacak kadar sıkı partilidir. Bu parti iç denizlerindeki fırtınalara yanıt veremeyince, ayrılmakla kalmayacak, çocuğunun adını da değiştirerek “Bülent” yapacaktır.


 
GAZETECİ HÜSAMETTİN GÜVEN
Otuzlu yaşlara geldiğinde, bulduğu her mecrada haksızlıklarla savaşan bir mücadele insanıdır artık. 1960’lı yılların başlında “Sancak”, “Millet” gibi yerel gazetelerde köşe yazmaya başlar. Doğal olarak en çok ele aldığı konu işçi sorunlarıdır. Bir yazsısının başlığı “Grev hakkı”dır örneğin. Bir başkasına “Kartal yuvasız, işçi meskensiz olamaz” tümcesini başlık yapar. Memleketinkalkınması başlığı altında da görüşler sunar, “Mesleki hastalıklar” konusunda da. Bir köşe yazarı olarak, pek çok kişinin ne olduğunu bile bilmediği “Asgari ücret” meselesini, muhtemelen, Zonguldak’ta tartışan ilk kişidir. Yalnızca köşe yazısı değildir yazdıkları. Emeğin haklarını konu alan hikâyeler de alır kaleme, işçi sorunlarını duyuran sıcak haberler de yazar. Emek dünyasıyla ilgili birçok konuyu irdeleyip, özgün fikirler ileri süren Güven, henüz örgütlü bir sosyalist olmasa da, yazıları, değme sosyaliste taş çıkaracak niteliktedir. Maden kentindeki işçi sorunları kendisini derinden etkilemektedir çünkü.


 
TİP’Lİ YILLAR BAŞLIYOR
Tam da o yıllarda, onu da sarıp mücadeleci kişiliğini bir başka boyuta taşıyacak bambaşka bir rüzgâr esmeye başlar Türkiye’de. Emeğinden başka satacak hiçbir şeyi olmayanlar, ezilenler, hakkı yenenler, düzenin tüm kahrını çeken mağdurlar kendi partileri ile siyaset sahnesindedir. İşçi, ırgat, köylü, zanaatkâr, teknisyen, küçük esnaf gibi yoksul halkın içinde çokça yer aldığı Türkiye İşçi Partisinin o güçlü sesi bir başka duygular uyandırır onun ruhunda. Amerikan emperyalizmini en yüksek perdeden eleştirip milli servete el koyan yabancıların hâkimiyetine son verileceğini söyleyen bu ses derinden etkilemektedir. Tam bağımsız bir Türkiye’yi kurup toprak reformu yapılacağını, sanayileşmenin gerçekleştirilip işsizliğin önleneceğini, sosyal adaletin sağlanıp yoksulluğa son verileceğini söyleyen TİP’in ışıklı sesine koşar ve büyük bir şevkle katılır saflarına. Yüreğinin kendine işaret ettiği en doğru yerde, Hayrullah Likoğlu’nun başkanlığındaki TİP Zonguldak İl Örgütü kurucuları arasındadır. Senatör Esat Çağa tarafından açıklanan kurucu heyette Hayati Şenay ikinci başkan, Mahir Uzun sekreter, Niyazi İncirci muhasip üyedir. Güven’le birlikte yönetim kurulu üyeliğini paylaşan diğer isimler Haydar Bayar, Tahsin Yılmaz, İlyas Çakır, Battal Cüce, Kadir Damlacı ve Ahmet Şerifoğlu’dur o günlerde yayımlanan yerel gazetelere göre.


 
1968 İŞÇİ EYLEMLERİ
TİP Zonguldak İl Örgütü maden işçileri arasında yoğun faaliyet göstermektedir. En etkin olunan yer de, doğal olarak Hüsamettin Güven’in çalıştığı Karadon bölgesidir. Onun örgütçü kişiliği, TİP üyesi işçilerin büyük bölümünün Karadon’dan olmasını sağlar. İşçi ücretlerinin düşük, çalışma koşullarının ağır, ocaklarda can güvenliğinin neredeyse sıfır olduğu o yıllar, EKİ’nin, en çok işçi ile en yoğun üretim yaptığı yıllardır da. Öyle ki, 1967 yılında havza tarihinin hâlâ geçilemeyen rekoru kırılacak, 5.030 milyon ton satılabilir kömür üretilecektir. Ciddi bir üretim zorlaması ve güvenliksiz koşullarda yapılan çalışmayla bu miktarda kömür elde edilmesi, doğal olarak tüm havzada huzursuzluğu da artıracak, zor koşullar işçileri patlama noktasına getirecektir. İçin için kaynayan kömür havzasında 3. dönem toplu sözleşme görüşmelerinin uzadıkça uzaması gerilimin tepe noktasını oluşturur. 5 Şubat 1968’de, Kozlu bölgesinde çalışan işçiler durumu protesto etmek için ocak ağızlarını tutarak direnişe başlar. Direniş ertesi gün Üzülmez’e sıçrar. Asma, Dilaver bölgelerinde çalışan işçilerin yanlarına Merkez Atölyeleri işçilerini de alarak kent merkezine doğru yürüyüşe geçmeleri direnişi bambaşka boyuta taşır. Diğer bölgelerden de yola çıkıp polis barikatlarını aşarak kent merkezine ulaşabilen işçi sayısı 7-8 bini bulmuştur. Hükümet meydanında toplanıp işveren ve sendika aleyhine sloganlar atılırken, her kafadan bir sesin çıktığı büyük bir kaos yaşanmaktadır. Tam da bu sırada provokatörler girer devreye. İşçiler aynı meydan üzerinde bulunan Zonguldak ve Havalisi Maden İşçileri Sendikası Genel Merkezine yöneltilir. Sendikayı tahrip edip yöneticilerini tartaklayan işçiler, rotasını bu kez hükümet konağına çevirince polis müdahalesi başlar. Satılmış Tepe ve Mehmet Çavdar’ın öldürüldüğü ve ancak Zonguldak’ta sıkıyönetim ilan edilmesiyle bastırılan 1965 direnişinden sonra devlet daha tedbirlidir. Havzada 65 olayları sonrası kurulan toplum polisi hızla işçilerin üzerine sevk edilir. Önüne geleni coplayıp gaz ve ses bombaları atan polis eylemleri zorla bastırır. Neyse ki, bu kez, ölen bir işçi yoktur.


 
İŞÇİ EYLEMLERİ BAHANE EDİLEREK İŞ AKDİ FESHEDİLİYOR
Devletin sosyalistler için hep yürürlükte tuttuğu “Her olaydan sorumlu tutma” geleneği Zonguldak’ta da bozulmaz. İşçi içindeki sosyalistlerin tasfiyesi için aranan bahane de bulunmuştur böylece. Hem işveren hem de polis tarafından yürütülen tahkikatta olayların sorumluları olarak TİP üyeleri gösterilir. Aralarında Hüsamettin Güven’in de olduğu, TİP üyesi 8 işçi -Sevgi Aktaş, Osman Salihli, İlyas Çakar, Doğan Şadıllıoğlu, Osman Acar, Enver Akyüz, Ali Yılmaz- eylemleri örgütlediği gerekçesi ile iş akdi feshedilerek işten çıkarılır. İşten çıkarılan TİP’lilerin durumu Kocaeli Senatörü Fatma Hikmet İşmen tarafından, Senato’nun 16 Ekim 1968 tarihli oturumunda dile getirilir. Tek suçları TİP üyeliği olan bu işçilere yapılan haksız uygulamanın partizanlık olduğunu söyleyen İşmen’e yanıt Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Refet Sezgin’den gelir. Sezgin, “İşten çıkarılan ve kanunsuz hareketi teşvik eden şahısların hemen hemen büyük çoğunluğu Sayın İşmen’in mensup olduğu TİP’e mensup bulunmaktadır. Burada birkaç isim saydılar, birini ben söyleyeyim. Hüsamettin Güven’den bahsettiler. Hatta bunun yeraltında çalıştığından bahsettiler. Hüsamettin yeraltında çalışmazdı. EKİ idaresinde Ticaret Müdürlüğünde vazifeli bir şahıstır. Vaka sırasında resmen izinli fakat nümayişçilerin içinde bulunan bir şahıstır. Resimle tespit edilmiştir. Kendisine gösteriliyor, ‘Mezun olduğundan bahsediyorsun, bu nümayişçiler arasındaki resim kimin’, diye sorulduğunda ‘benim’ diyor. Kendisine kanuni muamele yapılıyor. Eğer Sayın İşmen ve onun gibiler bu memlekette kanunsuz hareketlerin yapılmasına göz yumulmasını ve Türkiye’de bir anarşik ortam yaratılmasını istiyorlarsa, kendilerine haber verelim, biz buna izin vermeyeceğiz” der.


 
SENATO’DAKİ HÜSAMETTİN GÜVEN TARTIŞMASI BÜYÜYOR
Bakanın sözlerine şiddetle itiraz eden İşmen tekrar söz alır. “İsimlerini buraya getirdiğim işçilerin işten çıkarılmasının sebepleri gerçekten de TİP’li olmalarıdır” der ve özellikle bakanının ismini verdiği Hüsamettin Güven’in o gün hasta olduğunu, hastanedeki muayenesinin ardından evine giderken hükümet meydanındaki kalabalığı tesadüfen gördüğünü, fotoğrafın ise kalabalığı izlerken çekildiğini anlatır. Bakanın istihbarat raporlarına dayanarak yaptığı konuşmanın baştan sona yanlış olduğunu söyler. İlyas Çakır ve Osman Salihli’nin de olaylarla hiç ilgisi olmadığını bunu mahkemede de kanıtladıklarını dile getirir. Bunun üzerine tekrar kürsüye çıkan Bakan Refet Sezgin, “Hüsamettin” adlı zatın ‘Sömürücüye Yumruk’ adlı bir gazete çıkardığını, o gün de olay yerinde olduğunu söyler. “Resmi yazı elimizde, fotoğraf elimizde, tatbik edilen muamele de ortada” der ve işten çıkarılan TİP’lilerin olayı tertiplediklerinde ısrar eder. Hüsamettin Güven, yıllar sonra, 68 olaylarını çocuklarına anlatırken,  gerçeğin tam da İşmen’in kürsüden dile getirdiği gibi cereyan ettiğini söyleyecek, bunu mahkemede de kanıtladığını dile getirecektir.
 
TİP ZONGULDAK İL BAŞKANLIĞI YILLARI ve SÖMÜRÜCÜYE YUMRUK
Baskılara, işten çıkarılmalara karşın hummalı çalışma devam etmektedir TİP Zonguldak İl Örgütü’nde. Kısıtlı olanaklar, polisin yoğun baskısı ve haklarında yapılan inanılmaz kara propagandaya karşı, az sayıda insanla çok iş yapılmaya çalışılmaktadır. Bir parti emektarı olarak tam bir görev adamı olan Hüsamettin Güven kısa bir süre sonra il başkanı olacak, 12 Mart’a kadar da kesintisiz olarak bu görevini sürdürecektir. 1969 seçimlerinde TİP Zonguldak milletvekili adayıdır. Meclise gitmeye meraklı olduğundan değil, parti öyle münasip gördüğü için adaydır elbette. İl Başkanlığı yıllarında çıkarılmasında büyük emeği olan “Sömürücüye Yumruk” gazetesi yalnızca Zonguldak’ta değil Türkiye’de tanınan bir yayın olacak, Türk solunda bir ekolü temsil edecektir. Ahmet Hamdi Dinler, Sabri Eryılmaz, Yıldırım Eryılmaz, Nurdan Orpen, Yavuz Ünal, Ruşen Yaraş (Kürt-Arap Ruşen), Sina Çıldır, Kemal Kuşhan, Doğan Şadıllıoğlu, Abdulvahap Durmuş gibi Zonguldak ve Türkiye solu tarihine damga vuracak önemli isimlerin emek verdiği Sömürcüye Yumruk, zaman zaman 20 bin gibi bugün inanması gerçekten zor tirajlar yapacaktır.
 
TİP GENEL SEKRETERİ HÜSAMETTİN GÜVEN RADYODAN SESLENİYOR
Hüsamettin Güven, tüm vasıflarının yanı sıra sıkı bir ajitatör, yaman bir propagandisttir. Kıvrak zekâsı, espri yeteneği, etkileyici konuşması ve maden işçileri arasındaki etkinliği nedeniyle partisinin Zonguldak’taki hemen her toplantısında konuşmacılık yapar. Bu yönü genel merkez tarafından da görülmüş olmalı ki,1969 seçimlerinde,  TİP’in radyodaki propaganda konuşmalarından birini yapma görevi ona verilir. Güven bu konuşmasıyla yalızca maden işçilerinin değil tüm emekçilerin sesini duyurur ülkeye. Parti içindeki Aybar-Boran tartışmalarında tüm Zonguldak örgütü ve Sömürücüye Yumruk ekibi gibi “sosyalist devrim” fikrinden yana tavır alır. 4 Nisan 1970’de yapılan olağanüstü genel kurulda, o yıllardaki TİP tüzüğü uyarınca, aydın kontenjanından Behice Boran’ın getirildiği iki genel sekreterlikten birine emekçilerin temsilcisi olarak Hüsamettin Güven seçilecek, Şaban Erik’in, Behice Boran’ın, Nihat Sargın’ın, Sadun Aren’in yakın çalışma arkadaşı olacaktır.
 
12 MART FAŞİZMİ ve CEZAEVİ YILLARI
O zorlu mücadele günlerinde polisle başının derde girmemesi, mahkemelik olmaması, yargılanmaması kaçınılmazdır elbette. Ufak tefek gözaltılarla atlatılan süreç devrimcilerin üzerine “balyoz” gibi inen 12 Mart faşizmiyle kesilir.  Hakkında açılan bir dava nedeniyle İstanbul’da tutuklanır. İstanbul, Ankara ve Niğde’de hapis yatar. TİP davalarında en ağır cezayı alan isimler arasındadır. Hükümette CHP-MSP koalisyonu bulunmaktadır. 1974 yılında, Cumhuriyet’in 50. yılı gerekçesiyle çıkarılan af yasasıyla cezaevleri boşaltılırken, MSP’nin yaptığı gece yarısı operasyonu ile solcular içeride kalır. Oyunu Anayasa Mahkemesi bozacak, yasayı, anayasanın eşitlik ilkesine aykırı bularak, cezaevlerinin kapısını tam dört ay sonra devrimcilere açacaktır.
 
MAHKEMELERDEKİ YİĞİT SES
Hüsamettin Güven’i Hüsamettin Güven yapan özelliklerden biri de inançlı ve yiğit kişiliğidir. Salt TİP üyesi olduğu için işinden atıldığı halde, hiç geri adım atmadan büyük bir kararlılıkla devam eder mücadelesine. Çıkarıldığı mahkemelerde en ağır ceza talepleriyle yargılanırken bile kararlı tavrını sürdürür. Tutuklu olarak İstanbul, Ankara, Zonguldak, Bartın mahkemelerinde mekik dokurken en küçük bir pişmanlık emaresi göstermez. Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde 15 yıl hapis cezası almakla kalmayıp sonradan bir de mahkeme heyetine hakaretten dava açılmasına neden olacak savunmalar yaparak savcılar ve mahkeme heyetini mahkûm eder adeta. 12 Mart’ın hukuksuz mahkemelerinden birinde, 22 Ağustos 1972’de yaptığı savunmada, “Neymiş bizim suçumuz?” diyerek efelenecektir mahkeme heyetine. Devam edecektir ardından da: “Faşizme hayır” demekmiş, “evet” mi diyecektim. “Sömürüye paydos” demişim, “devam” mı diyecektim. “Bilinçlenmek, bilinçlendirmek” demişim, “bilinçsiz” mi olmalıydık. “Eğitim” demişim ve istemişim, eğitimsiz, karanlıkta mı kalaydım. Savcı neden korkuyor? Vatanımızda %75’ini teşkil eden işçiler, köylüler, dar gelirliler ve aydınlar iktidar olunca adam mı yerler? Kanlı katil miyiz? Vurguncu, sömürücü müyüz? Hiçbiri değiliz, öz be öz bu vatanın evladıyız. Keselerimizi değil vatanımızı ve vatandaşlarımızı düşünürüz. İnsanı ailesiyle birlikte açlığa mahkûm eden bu düzeni sevmiyorum. Sevmeye mecbur değilim. Beni kimse de zorlayamaz.”
 
İŞSİZLİKLE MÜCADELE YILLARI
3 Kasım 1971’de İstanbul’da Sansaryan Han’da başlayan tutukluluk günleri, Eylül 1974’de, Niğde Cezaevi’nde Anayasa Mahkemesi kararıyla son bulan Hüsamettin Güven özgürlüğüne kavuşmuştur ama bu kez işsizlik acısı vardır serinde. Zonguldak’ta iş bulması olanaksızdır. Uzun yıllar daha yaşanılır kılmak için mücadele verdiği kentiyle birlikte, daha iyi yaşam ve çalışma koşullarına kavuşması için bir ömrü vakfettiği maden işçilerini terk edip başka illere gitmek zorunda kalır. Sivas’ta madenlerde çalışır bir süre. İstanbul’a gider, Sungurlar Fabrikası’nda bir işe girer. Fabrikada DİSK’İ örgütlemek için yoğun çaba içinde olur. Arkadaşlarıyla birlikte başarır da. Başarının ödülünü öncü işçilerle birlikte işten çıkarılmakla alır. Daha sonra işverenle imzalan protokolle kendi dışındaki tüm işçiler geri alınacaktır. Güven, Maden-İş içinde muhalif taraftadır, bu tavrı nedeniyle sendikanın da kara listesindedir. Sungurlar’da DİSK kazanmıştır ama bu zaferde en çok payı olan Güven de işsiz kalmıştır yine. Sendikal mücadele nedeniyle çoğu isten atılmayla sonuçlanan birçok işte çalışarak, güç bela emekliliği hak eder.
 
DÜNÜ BUGÜNE BAĞLAYAN ÖZVERİLİ BİR KUŞAĞIN EN ÖNEMLİ TEMSİLCİLERİNDEN BİRİYDİ
Mamak Askeri Cezaevi’nde kulak çınlamasıyla başlayan illet bir hastalık yakasına yapışmıştır bu kez. Sağ ayağında aksamalar başlar. Uzun süren tetkikler sonunda beyninde bir tümör tespit edilir. Oldukça geç tespit edilen tümör hayatını her geçen gün zorlaştırmaktadır. Tablo gittikçe ağırlaşır, 2 Nisan 1980’de de hayatını kaybeder. Zonguldak’ta sade bir törenle Baştarla Mahallesi’ndeki Hopa Aile Mezarlığı’na defnedilir. Onun özverili çabalarıyla sosyalizm fikriyle tanışan bir kuşak, tarihin o durmayan akışının halkaları olarak mücadeleyi omuzladı ve bugünlere taşıdı. Bugün her şeye karşın bir sosyalist birikimden söz ediliyor, bayraklarımız elden ele ulaşıyorsa kuşağından birçok devrimci gibi Hüsamettin Güven’in de bunda payı çok elbette. Sevgili Yavuz Ünal ağabeyin onun arkasından yazdığı bir yazıda dediği gibi “Onlar mücadeleleriyle dünü bugüne bağladı. Kim ne derse desin, bugün de yarına bağlanacaktır. Ne mutlu o tarihsel bağların mücadelesini yapanlara.” Ölümünün 40. yılında Hüsamettin Güven’i saygı, gönül borcu ve hayranlıkla anıyor, anısı önünde saygıyla eğiliyorum.