Türkçe'mizde bilirsiniz ''Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin.'' diye bir söz vardır. Ama küresel güçler bizleri açlıkla terbiye etmeye çalışıyor. Hatta bu konuda epey de yol aldılar; bundan haberiniz var mı?
   Birçok insanın bunun farkında olduğunu sanmıyorum. Tıpkı soğuk suyun içine atılıp suyu ısıtılan kurbağa gibi! Hani bir deney var ya; eğer kurbağayı sıcak suyun içine atarsanız zıplayıp kaçıyor; ama soğuk suyun içine atarsanız ve suyu yavaş yavaş ısıtırsanız kurbağa bunun farkında olmuyor ve sonunda haşlanıp ölüyor. İşte o deneydeki gibi, çoğumuz soğuk suyun içine konulan kurbağa misali suyun ısıtıldığının farkında değiliz. Yani gıda konusunda küresel güçlere çoktan bağlı; hatta bağımlı hale geldiğimizi göremiyoruz bile..
   Biliyorsunuz ''açlık duygusunun bastırılması'' 5 basamaklı insan ihtiyaçları skalasındaki birinci basamaktadır. Aç insan bir an önce karnını doyurmanın dışında başka bir şey düşünemez, ve bu yüzden bir üst basamağa da geçemez. İşin ilginci ikinci basamakta ''insanın kendini güvence altına alması'' gelmektedir. Yani bu demektir ki aç insan güvenliği falan düşünemez ve dolayısıyla her türlü risklere açıktır. Diğer bir deyişle, açlıkla terbiye edilebilir kıvamdadır!
   İşte benim daha önceki yazılarımda bahsettiğim ve ''Derin Dünya Devleti'' veya ''Büyük Güç'' diyerek anlatmaya çalıştığım; şimdilerde ''Küresel Finans Oligarşisi'' denilen küresel güç, aç insanların bu zaafını kullanarak dünyayı tek bir devlet gibi görüp kendi hegemonyası altına almaya çalışmaktadır. Bunun için kendi geliştirdiği ve tek tip haline getirdiği gıda politikalarını dünyadaki diğer devletlere uygulatma peşindedir.
   Peki kimdir bu çabayı gösteren Küresel Finans Oligarşisi? Başta ABD olmak üzere onun kankaları veya yancıları olan Kanada, İngiltere ve Avustralya gibi devletler ve küresel çaptaki devasa şirketlerdir. Bunların oluşturduğu Oligarşiyi, yani dünyaya yön veren güçlü ve zengin gurubu, genel kurmaya benzetirsek; bunların ordusu da ABD'dir. Oligarşi ABD kanalıyla dünyayı yeniden dizayn etmeye çalışmaktadır.
   Bu Oligarşi neden dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etmeye çalışmakta ve bunu nasıl yapmaktadır? Şimdi bu konuyu masaya yatıralım.
   Zamanımızda merkezinde Küresel Finans Oligarşisinin oturduğu muazzam ''Güç Sistemi'' nin oluşumu yüzlerce, hatta binlerce yıl önce başlamıştır. Bu güç sistemi zamanla ekonomik ve politik yapısal modellerini oluşturmuş, bu modellere işlevsellik kazandırmış ve kurumsallaştırmıştır. Artık bu Güç Sistemi asırlar önce koymuş olduğu hedefe, yani ''Tek Merkezli Dünya Hakimiyet'' kurma hedefine çok yaklaşmıştır.
   Eski çağlardan bu yana, diğer insanlar üzerinde hakimiyet kurmaya çalışan bir takım güçlüler ve güçler bu konuma, insan kitlelerinin beslenme gereksinimi üzerinde hakimiyet kurarak ulaşmışlardır.
   Bilindiği gibi, yeryüzünde tüm canlıların sahip oldukları temel reflekslerinden en önemlisi, yaşama tutunma içgüdüsüdür. Bu içgüdünün günlük olarak tekrarlanan biçimi ise, yiyecek bir şeyler bulabilme çabasıdır. Bundan dolayı insanların da tüm davranışlarının temelinde, öncelikli olarak kendisi ve ailesi için beslenme imkanını oluşturabilmek ve devamını sağlamak eğilimi yatar. Beslenme konusunda herhangi bir sebepten oluşabilecek gıda dar boğazı, hatta sıkıntı ihtimali, insanlarda ''Aç Kalma Korkusu''na sebep olur. Canlıların içgüdüsel davranışlarını tetikleyen temel duygulardan birisi olan ''korku'' faktörünün ise; tarih boyunca insan kitlelerini yönlendirme, kontrol altında tutma ve sömürmede en önemli araç ve en etkili silah olduğu bilinmektedir.
   İşte, Oligarşinin kitlelere bir tehdit unsuru olarak kullandığı en önemli enstrümanlardan biri, insanlardaki bu aç kalma korkusunu tetiklemektir. Böylesine köklü bir temel duygu, Oligarşinin ''Tek Merkezli Dünya Hakimiyeti'' hedefine ulaşması sürecinde kitleleri yönlendirebilmesi, adeta önüne katarak sürüp götürebilmesi için bulunmaz bir fırsattır. Bu yüzden Oligarşi kontrolünde tuttuğu Birleşmiş Milletler ve onun çatısı altında yer alan Dünya Bankası, WTO, IMF, FAO, WHO gibi çeşitli kurumlar vasıtası ile yıllardır dünya çapında açlık korkusunu işlemekte ve aktüel tutmaktadır.
   Peki bu cephede hal böyleyken karşı cephede, yani sömürülmek istenen toplumlarda durum nedir? Görelim.
 Binlerce yıldır 1 milyar civarında dengelenen dünya nüfusu, tıpta ve teknolojide olan olağanüstü gelişmeler nedeniyle, tarihte kısa bir süre sayılan 100 yıl içinde 7 kat artarak bu gün 7,5 milyarı geçmiştir. Bu nüfus artışını doyurabilecek gıda maddelerini üretebilmek için toprak ve tatlı su kaynakları aşırı zorlanmaktadır. Buna rağmen bu gün dünyada her 8 kişiden biri açlıkla mücadele ediyor. FAO'nun (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) rakamlarına göre 800 milyon insan kronik açtır. 3 milyardan fazla kişi ise yetersiz beslenme ile vitamin ve mineral eksikliğinden etkilenmektedir.
   İlaveten, dünyada sınırlı olan doğal kaynakların hızla tükendiğini, biyolojik çeşitliliğin kaybolması sonucu ekosistemin çökmeye doğru gittiğini, yorulan ve verimsizleşen toprağı ve tehlikeli bir şekilde azalan tatlı su kaynaklarını da hesaba katarsanız; dünyanın bir açlık felaketine doğru gittiğini görebilirsiniz.
   Dünyadaki doğa kanunudur; güçlü olan rakibinin zayıf tarafını görürse oradan onun üzerine gider. İşte Küresel Finans Oligarşisi de bu açlık tehdidi ile karşı karşıya olan ve bundan paniğe kapılan kitlelerin üzerine böyle gitmektedir. Amaç tabii ki tek merkezli bir dünya imparatorluğu kurmak ve bu kitleleri hegemonyası altına almak..
   Bu arada, eski ABD Dış İşleri Sekreteri Henry Kissinger'in şu sözünü de hatırlatmakta yarar görüyorum: ''Petrolü kontrol eden ülkeleri kontrol eder. Gıda maddelerini kontrol eden ise, halkları kontrol eder.''
   Burada, ayrıca şunu da söyleyebiliriz: Günümüzdeki açlık olgusu sadece doğal nedenlerden dolayı değildir. İlaveten, günümüzde ''küresel açlık'' kısmen de yapay bir olgudur!, Oligarşi tarafından planlanmıştır ve örgütlüdür.
   Oligarşinin bunu neden yaptığını anlatmaya çalıştım. Şimdi de nasıl yaptığına bakalım.
   Oligarşi başta Afrika olmak üzere dünyanın pek çok yerinde, makul bir yaşam tarzı için insanlara yeterli olan''Geleneksel Tarım Üretimi'' tarzını çeşitli metotlarla çökertip yerine ''Endüstriyel Tarımı'' dayatmaya çalışmaktadır. Tabii ki kendi çıkarları doğrultusunda..
   Oligarşinin, kurmayı amaçladığı düzen doğrultusundaki yapısal dönüşümleri uygulattırabilme amacıyla, borçlandırma yöntemi ile tüm ülkelerde ağır bir mali baskı oluşturmuş olduğu görülmektedir. Devletlerden tutun, belediyeler ve sokaktaki insana kadar herkes borçlandırılmaktadır. Benim de kaynak olarak faydalandığım Erhan Ünal'ın yazdığı ''Toprak Biterken'' isimli kitapta, yazar bu yöntemi şematik olarak şöyle sıralamıştır:
   - Önce borçlandır ve bazı tavizler kopart.
   - Sonra hazır para ülkede üretimin yapısını değiştirsin, ekonomi şişmeye başlasın.
   - Daha çok borçlanılsın (kredi ihtiyacı artsın)
   - O zaman parayı verme..
   - Önce süründür, sonra yeni şartlar ileri sür.
   - Her istediğini tek tek yaptır.
   - Böylece koca bir ülkeyi, tüm kaynakları ve insanları ile ''Küresel Sistem'' için çalışır hale getir.
   - İş tamamlanmıştır..
   Nasıl? Sizde bir şeyler çağrıştırıyor mu?
   Yine Kissinger'den bir alıntı: ''Yabancı ülkelere yaptığımız diplomatik ziyaretlerde güncel konumuz ne olursa olsun, ek olarak her zaman çantalarımızda söz konusu ülkenin tarım politikaları üzerinde isteklerimizi içeren dosyalarımız da olur.'' demiştir.
   Oligarşinin uyguladığı çok önemli bir taktik de şudur: O da daha fazla ürün alınabileceği gerekçesi ile, hibrid (melez) ve transgenetik (başka türden gen aktarmak suretiyle üçüncü bir tür elde etme) tohumları diğer ülkelere Truva Atı gibi sokmaktır. İlk zamanlar bunlardan fazla ürün elde etmek gerçekten mümkündür ama bu tohumlardan yetiştirilen bitkilerden yeni tohumlar elde edilememesi ve yeni tohum için dışarıya bağımlı kalınması; yine bu tohumlardan üretilen bitkilerin toprağı kısa zamanda verimsizleştirmesi ve değişik türde zararlı haşarata ortam hazırlaması; bu yüzden doğan suni gübre ihtiyacı ve haşarat ilacı ihtiyacı gibi faktörler sonuçta geleneksel çiftçiye pahalıya gelmektedir. Ayrıca endüstriyel tarım için gerekli olan tarım makinelerinin temini de işin tuzu biberi olmaktadır. Sonuç; tıpkı bir uyuşturucu bağımlısı gibi Oligarşiye bağımlı kalmak kaçınılmaz olmaktadır.
   Aslında bu konuda söylenecek çok fazla şey vardır. Ama konu bir köşe yazısına göre çok uzadığı için hemen sonuca geçmek istiyorum.
   Küresel Finans Oligarşisini baskılarından ve politikalarından etkilenen ülkemizdeki mevcut duruma bakalım.
   - Türkiye tarımsal potansiyeli yüksek bir ülke olduğu halde, üreticiye yönelik destekler sınırlandırılmış, dış ticaret serbestleştirilmiş, bir kısım tarımsal kamu iktisadi teşebbüsleri kapatılmış veya özelleştirilmiştir.
   Yapılan bu değişiklikler, ülkemiz sosyo kültürel yapısına ciddi anlamda zarar verdiği gibi, tarım sektörüne hiçbir faydası olmamış ve dışa bağımlılığı artırmıştır. Ayrıca yüksek girdi maliyetleri nedeniyle mazottan gübreye, zirai ilaçtan tohuma ve hayvan yemine kadar tarımsal girdilerde Türkiye büyük oranda dışa bağımlı hale gelmiştir.
   - Girdi maliyetleri yükselince üretimden kazanç elde edemeyen çiftçi, kırsal alandan göç ederek, üretici olmaktan vazgeçip, büyük şehirlerin varoşlarında yaşam mücadelesi vermektedir. Bu yüzden daha 60 sene önce % 70 olan köylü nüfusu şu an % 10 seviyelerine inmiştir.
   - Üretici sınıfın tüketici gruba geçmesi nedeniyle, tarımsal ürünlerde kendi kendine yetmekte olan Türkiye ithalata yönelmeye başlamıştır.
   2017 yılında 246 bin ton olan buğday ithalatı 2018 ocak ayında 821 bin tona yükseldi. Aynı süreler içinde mısır ithalatımız 404 bin tona; pirinç ithalatımız 17 bin tona; nohut ithalatımız 11 bin tona, kuru fasulye ithalatımız 181 bin tona; ayçiçeği tohumu ithalatımız 71 bin tona; pamuk ithalatımız 72 bin tona; sığır ithalatımız 113.318 başa, sığır eti ithalatımız 2.333 tona, ve koyun ithalatımız da 7.143 başa yükselmiştir. Bu yükselmeler giderek hızla artmaktadır.
   Bu tablo Türkiye'nin gıda egemenliğini kaybettiğini ve kendi çiftçisi yerine ithalat yapılan ülke çiftçilerini desteklediğini göstermektedir.
   - Tarımsal desteklerde aradığını bulamayan çiftçi kredilerde çare aramış ancak icraya düşen kredi miktarı 2017 yılında 2,4 milyar TL'ye ulaşmıştır.
   - Üretici toplumdan tüketici topluma evrilen Türkiye devleti ve vatandaşları artık tuzağa düşmüş ve borçlanmaya başlamıştır. Zaten Küresel Finans oligarşisinin istediği de budur.
   Bu borçların kısa bir özetini vermek gerekirse; Türkiye'nin dış borcu 453 milyar dolara yükselmiştir.. Vatandaşların ise banka gibi finansal kuruluşlara borcu 542 milyar TL civarındadır. Bunun 206 milyar lirası ihtiyaç kredisi olarak alınmıştır. Yani hem devlet hem de vatandaş borç batağına saplanmış vaziyettedir..
   Peki, aklımızı başımıza devşirip Küresel Finans Oligarşisinin tuzağından kurtulamazsak bundan sonra ne olur? Mevcut durumun geleceğe doğru projeksiyonunu yaparsak şunlar olur.
   Türkiye ABD ve kankalarının ürettiği ve ihraç etmek zorunda olduğu, devasa miktarlardaki üç ürünün, yani buğday, mısır ve soya fasulyesi ile bunlardan türetilen çok sayıdaki ve türdeki gıda maddelerinin pazarı olmaya devam eder. Artan tüketime karşı azalan üretim nedeniyle dışa bağımlılığı ve borçları daha da artar. Geleneksel Türk sofrası giderek fast food cinsi gıdalardan oluşan Amerikan sofrasına dönüşür. Bu nedenle insanlar da sağlıksız beslenir.
   Sonuç; Küresel Gıda Emperyalizmine teslim olmuş; vatandaşları da yarı aç ve borçlu olan, borçlu bir ülke halimiz kronikleşerek devam eder.
   Allah korusun!