O sıcak günlerin akşamlarını düşünür, ardı sıra doğacak günün getireceklerini bilmeden nasıl sabahın beklendiğini hayal ederimzaman zaman. Bir düşünsenizegünün tüm ateşini yaşamış adeta cehennemin ortasından çıkmış, ardından barut kokulu bir gece ile yüzleşip sabahı beklemektesiniz. Yine aynı kıyamete uyanacağınızı bile bile beklemekte, hatta size avantaj sağlasın diye karşıdaki düşmanın hiç beklemediği hamlelerle geçirmişsiniz geceyi. Yokluk içerisinde varlık varmışçasına işlemiş zihniniz, dahi insanları kutup yıldızı yapmışsınız kendinize. Adınızı bile unutacak kadar bir ve bütün olmuşsunuz, her bir nefer tek bir hedefe kitlenmiş, elde bayrak yürekte zafer koşmaktasınız. Durmadığınızı bile fark etmeden koşan dizleriniz çelik bir irade bir yay gibi atılmış ileriye. Gözlerinizde buğu, yüreğinizde coşku ve inançla vakit geçirmeden yürümektesiniz. Dört günde söküp attığınız 250 binlik orduyu sürmeye başlamışsınız. Halide Edip’in de dediği gibi “Ateş Altında Ölüme Koşmuş” ve ateşi bir gül gibi yakanıza takmışsınız. O muhteşem günlerde bu ebedi zafer için söylenecek en doğru söz Belkahve’denİzmir’i seyreden Mustafa Kemal Paşa’nın “İsmet Bir Rüya Görür Gibiyim” dediğinde, İsmet Paşa’nın “Böyle Bir Zafer Ancak Rüyalarda Olur” sözüdür.

            Oysa bu millet küllerinden doğarken arkasında da bir sürü de sırtlan ve işbirlikçi bırakmıştı. Üç yıllık işgalde kurulan sahte dünyanın, ebediyen süreceğini hayal eden gafiller, bugün olduğu gibi o gün de bu milletin varlığına kastetmekteydi. Kendi halkına ihanet içerisinde olan bu mihraklar o günde bu günkü gibi dış odakların engin hoşgörüsü ile beraber maddi ve manevi desteğini almaktaydı. Bu hain ve gafiller, Türk Ulusu’nun başarısını görmektense Yunan, Fransız, İtalyan, İngiliz ve dahi Amerikan manda ve himayesinde bir asalak gibi yaşamayı yeğlemekteydi. Her biri ayrı bir sermayenin maşası haline gelmiş bu devşirmeler sözüm ona ülkenin selametini dışarda görüyor, kendi ulusunu aşağılamaktan bir an bile geri durmuyorlardı. İçlerindeki hırs ve ihtiras ile kendi ulusunun geleceğine kastediyor, suikastlar, kirli tertipler ve kumpaslarla ulusunun geleceği olan değerleri ayaklar altına alıp, o değerlerin canlarına kıyıyorlardı. Jurnalci ve hafiye görünümündeki işbirlikçilerin üç yıllık işgal döneminde İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun her yerindeki vatanperverlere karşı sürdürdükleri alçak saldırılar Anadolu direnişinin en büyük engelleyicisi durumundaydı. Öyle ki, savaşa giden eşlerin, babaların emaneti olan malları gasp eden, malına, ırzına ve namusuna el uzatan bu haysiyetsizler sözüm ona bunu millet uğruna yapıyorlar, arkalarına yine kendileri gibi dış odaklar tarafından satın alınmış din görevlisi veya uleması kılığındaki haysiyetsizleri alıyorlardı.

            Oysa bu millet her ferdini yetiştirmek için imkânsızlıklar altında tüm imkânlarını seferber etmemiş miydi? Her bir evladı için büyük ümit beslememekte miydi? Ondan bir vatansever ondan bir bilim insanı olmasını beklemedi mi? Bu vatanın düşmeyeceğini her ana çocuğuna daha ilk duyduğu kelime olarak söylemedi mi? Peki bu hırsız ve uğursuz sürüsü ne ara bu kadar çoğalmış da menfaatini vatanına yeğleyecek hale gelmişti. Bir vatan, bir bayrak nasıl bu kadar kolay satılabilirdi? Bu yurdun her karış toprağında atalarımızın, dedelerimizin, babalarımızın, analarımızın, bacılarımızın ve kardeşlerimizin al kanları yok muydu? Vazgeçmek bu kadar kolay olabilir miydi?

            Eğer asırları aşan özgürlük ve bağımsızlık karakterini yitirirseniz her şey çok kolay olabilir elbet. Öyle ki size milletinizin tüm değerlerini unuttururlarsa, başka bir kültürü sizin kültürünüz gibi dayatırlarsa vatansever ve milletinin bir ferdi olmanın tüm niteliklerini yok ederlerse, vazgeçmek çok kolay olabilir elbet. Milleti ile efkârlanmayan, vatanı ile göğsü kabarmayan, yaşadığı diyarın hiçbir özelliğini benimsemeyen sonradan görmelerden olursanız, hiçbir aidiyetiniz kalmazsa yurdunuzla işte o zaman kolayca vazgeçebilirsiniz. Vatanından ayrı düştüğünde gözün bayrağını, milletinin izlerini aramazsa, dilin varmazsa onu kötüleyene laf etmeye, elin titremezse ona kalkan ele, işte o zaman vazgeçebilirsin vatanından. Tüm bu ahval ve şerait altında dahi vazgeçmemişsen memleketinden, işte o zaman yiğidi, aslanısındır bu memleketin. Yattığın yer demirden döşeğin taştan sedirden olur. Ardından ağıtlar yakılırken sana kıyanların adı bile anılmaz hatta bilinmez olur.

            Bugün Zafer, bayrak ve bugün bir milletin uyandığı gün. Elimizde meşalelerimizle destanın ne olduğunu anlatacağımız gün. Yedi düvele indirilen şamarın tüm dünyada yankılandığı gün. Bir milletin bağımsızlığının kaderi olduğunu haykırdığı gün. Bizi ezemeyeceklerini anladıkları ve tozu dumana katarak gelen bir milletin önünden ebediyen kaçtıkları gün. Milli benliğimiz ile hainlere bu toprakları karış karış dar ettiğimiz gün. Ellerimizde Albayraklarımızla analarımızın, bacılarımızın yüzlerine gül kondurduğumuz, sevdiceğimize özgür günlerde yaşanacak sevdaları verdiğimiz gün. Koskoca bir Milletin Dünya’ya Özgürlüğünü haykırdığı gün.

            Hiçbir hainin bu topraklarda barınamayacağının, hiçbir işbirlikçinin bu topraklarda yaşayamayacağının ve hiçbir ihanetin asla cezasız kalmayacağının ilan edildiği gündür 30 Ağustos. Bu milletin bağrından her daim bir vatanseverin çıkacağının ilan edildiği, asırlardır hür yaşayan ulusumuzun sonsuza dek hür yaşayacağının ilan edildiği gündür 30 Ağustos.