Sevgili Okurlar!

Düğün, bayram, izin derken yazmaya bir süre ara vermiştik.

Çok şükür, belirli periyotlarla yine yazmaya devam edeceğiz; inşallah.

Yazmak bizim için sığınılacak bir liman, onca stresin arasında ‘bir tatlı huzur’ almak…

Fakat Zonguldak gibi vefasızlığa uğramış, en temel hizmetleri dahi alamamış bir kentte yazmak, sırf keyif ve edebiyat zevki için yazmaya pek olanak vermiyor.

Nasıl yazmayalım?

O kadar çok kadir kıymetsizliğe maruz kalan şu Zonguldak’ın, tercümanı olmaz ve geçmişten günümüze yapılan hataları vurgulamazsak, yarın tarih ve gelecek nesiller huzurunda hesap veremeyiz.

Sorumluluk taşıyan herkesin görevidir bu.

MİSAFİRLERİMİZ ZONGULDAK İÇİN NE DEDİ?

Hafta sonu İstanbul’dan misafirlerimiz geldi. Bir yakınımızın düğünü vesilesiyle ilk kez geldikleri Zonguldak’la ilgili düşüncelerini ben açıkça yazmasam da siz tahmin edersiniz!

Aslen Karadenizli olan bu misafir hanımefendiler, bir İstanbul hanımefendisi cesareti ve açık sözlülüğüyle en çok geçmişten günümüze bütün belediye yönetimlerinin kulağını çınlattılar.

Yeşil ile mavinin bu kadar canlı ve bu denli iç içe geçmiş olmasına rağmen yıllardan beri şehrin insanlarına bu hizmeti getiremeyen mahalli yöneticileri ayıplayarak gittiler.

Halbuki doğal güzelliğe sahip olan Zonguldak’ın; şehrin içinden geçen derenin üstünün kapatılarak ve etraftaki mezbeleliğe el atılarak çok farklı bir kent görünümüne kavuşturulabileceğini dile getirmeyi de ihmal etmediler…

HERKESİN BU ŞEHRE VEFA BORCU VAR!

Ben de kendilerine Cumhuriyet’in ilk vilayeti olan Zonguldak’ın, tüm ülkeye hizmet verdiğini, bu uğurda nice canlar yitirdiğini izah ettim. Bu özelliği nedeniyle bütün ülke insanının Zonguldak insanına ve bu şehre vefa borcu olduğunu söyledim.

En çok gelişmesi gereken Zonguldak, etrafını aydınlatırken; kendisi karanlıkta kalan bir şehir olmuştur ne yazık ki…

Mevcut duruma baktığımızda da bir ışık göremiyoruz.

Bir girdabın içinde sürüklenip duruyoruz.

Bu kadar sen ben kavgasının olduğu, kişisel hırsların kentin menfaatlerinin çok önüne geçtiği bir memlekette birlik beraberlikten bahsedilemez. Birlik beraberliğin olmadığı yerde de şehir kültürü oluşamaz.  

Hal böyle olunca o şehrin içine edilir. (Şehri)İmar ederken birlik olamayanlar, yıkarken el birliği yapabilirler…

Geçen gün eski bir gazeteci büyüğümüz hayalindeki iş adamı portresini yazmış. Kendi düşüncesini -katılırız ya da katılmayız- dile getirmiş. Şehirde bir iş adamını övmüş. Ertesi gün hemen bir homurtu sesleri…

Neymiş efendim?

Bu memlekette tek işadamı o mu varmış?

Onların üstüne falan kişiyi nasıl yazarmış?

Zonguldak sınırları içinde, Çaycuma’da, Devrek’te, Gökçebey’de nice dev iş adamları var. Onlar bu yazıdan rahatsız olmuyor da bunlar neden gocunuyor?

Kişileri değil, fikirleri konuşsak daha iyi değil mi?

Küçük beyinler kişileri, orta beyinler olayları, büyük beyinler ise fikirleri tartışır.

Zihniyet bu…

“Bu ülkede namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça o ülkede kurtuluş zordur”
diye yazıyor, İsmet Paşa anıtının taşında…

Herhalde süs diye yazılmamıştır. Edebiyat olsun diye söylenmemiştir.

Ama her şey bu yönde ilerliyor.

NOT:

Burada bir not düşeyim:
Kişileri değil fikirleri önemsiyorum. Fikirleri yazarsak bu şehre katkı verebiliriz diye düşünüyorum.

Kişilerle işim olamaz.

Yanlış anlaşılmasın. Burada sadece bu zihniyetin Zonguldak’a zarar verdiğinin herkes tarafından bilinmesini ve Zonguldak tarihinde bu tür basit ama önemli detayların not edilmesini gazetecilik sorumluluğum arasında görüyorum.

Ve her zaman yazdığım Kent Konseyi’ndeki hastalıklı zihniyetin dışavurumunu bir kez daha hatırlatıyor, “Lazlar” “Kıvırcıklar” diye ayrımcılık yapanları Zonguldak ahalisinin vicdanî kanaatlerine havale ediyorum.

Dost
ça kalın, sağlık ve afiyette olun!