Gerçekten şaka gibi bir kentiz. Her şey “miş” gibi. Plan yok, program yok, vizyon sıfır, uygulama derseniz evlere şenlik. Yapılan tüm işler annemin deyimiyle “şallap, şullap.” Sürpriz bol, her an, her şey olabiliyor. Akşam bir şeyle yatıyoruz, uykusu kaçan birilerinin geceleri bir fikri geliyor, bambaşka bir şeye uyanıyoruz sabahında. Öyle bir haldeyiz ki, “Emeğin başkenti” namıyla maruf kent, tam gaz, “ülkenin en çirkin kenti” namıyla anılmaya canhıraş bir şekilde yarışıyor.
 
Fikri hayatımız kavruk. En önemli kentsel sorunları bile kahvehane lakırdısı düzeyinde bir birikimle konuşuyoruz. Kerameti kendinden menkul gazetelerse bir âlem. Türkçe bilgisi ilkokul üçüncü sınıf düzeyinde malumatfuruşlar kalem oynatıyor köşelerinde. Hepsi de allame. Her konuda, her şeyi bildikleri için herkese akıldanelik yapıyor kolayca. “Güç” denen bir dine tapınıyorlar. Kudretli efendilerine hiç durmadan övgüler düzüyorlar bu yüzden. Himmetlerini de alıyorlar elbette…
 
ÜRETEN ZONGULDAK’IN KALAN SON İZLERİ DE DE SİLİNİYOR
Her yapılan iş, yen bir sorun yumağı olarak karşımıza çıktığına göre sorun çözme kapasitemiz de sıfır. Örneğin hastane yeri tartıştık aylarca. Hiç olmayacak yerde inşaatına başlayarak da, önümüze, yepyeni bir sorun çıkardık. Hastaneyi şifa merkezi olmaktan çıkarıp başımızın belası yapanlar, otoparkı unuttuk diye, yanındaki okulu yıkmaya kalktı en kötüsü de. Belediye başkanı, koruma kurulu üyesi, siyaset erbabı bir araya geldi, hiç utanmadan, dolap üstüne dolap çevirdi bir de.
 
Bu kentin alamet-i farikası haline gelmiş bir Fevkani Köprümüz var. Kentin ortasından akan Üzülmez Deresi’nin iki yakasında kesintisiz araç, tren ve yaya trafiğini sağlamak için yapılmış 1950’lerde. Konunun uzmanları etrafı açılıp bakımı yapılabilse, rahatlıkla, kente değer katan simge bir yapıya dönüşebileceğini söylüyor. Gel de anlat cühela takımına. Yıkım ekipleri bir tasarım ve mühendislik harikası olan köprünün başında arsızca. Üreten Zonguldak’ın kalan son izini de silmek istiyor. 
 
VANDAL’IN DA VANDAL’IYIZ
Bu nasıl iştir, caddesinde gidilmez, sokağına girilmez bir kentte yaşıyoruz, bir liralık altyapı yatırımı yapmadan üç katlı evler yıkılıp, on, on beş katlı kazulet binalar dikiliyor yerine. Keçi bağlasan durmayacak diklikteki alanlar, “aktif yeşil alan” ilan edilip, sözüm ona yasalara uygun hale getiriliyor. Herkes işini bilir bürokratla kol kola girmiş embesil siyasetçinin yaptığı üçkâğıtları biliyor, ama harekete geçmiyor ne hikmetse. Bozuk düzenden nasip alıyor çünkü…
 
Vandal’ın da Vandal’ıyız. Dünyanın en yaşlı ağacı var Alaplı’da, binlerce ağacı kesip altın arıyoruz etrafında. Santral üstüne santral kurup cennet toprakları cehenneme çeviriyoruz. Filyos’tan Alaplı’ya kadar olan sahilde canına okumadık koy bırakmadık neredeyse. Filyos Vadisi’nde dağları devirip, ırmağın yatağını değiştirerek fabrikatörlere arazi hazırlıyoruz. Kimse de, “Siz ne yapıyorsunuz?” demediği gibi elleri patlayıncaya kadar alkışlıyor yapılanı. Böyle bir kent olur mu yahu…