Batı emperyalizminin İslam toplumlarını çökertme stratejisi,2000’li yıllarda yeniden başlatıldı. Yeni dönemde başlatılan saldırılar, İslam toplumlarında “Haçlı Seferi” algısına yol açacak, toplumlar dinsel olarak radikalleşecekler; bu süreç, Hristiyan Batı toplumlarını da radikalleştirecekti.. Sonuçta bu süreci başlatan, sürdüren Batı yönetimleri ve siyasetçileri radikalleşen Hıristiyan kitlelerin desteğini alarak iktidarlarını sağlama alacaklar ve savaşa dayalı sömürü sistemini en üst düzeye çıkaracaklardı.

        Yeni küresel siyasetin laboratuvarıolarak Afganistan seçildi. İlk deney yine Afganistan’da başlatıldı. Afganistan, Sovyet Rusya’nın işgali altındaydı. Burada başlatılacak savaşta, Laik, Sosyalist, çağdaş düşünceli Müslüman bireyler kullanılamazdı. Yeni bir kuşak yetiştirilmeliydi. Sovyetleri çevrim içine alacak “Yeşil Kuşak” teorisi uygulamaya sokuldu. Bu savaşı sürdürmek üzere küresel düzeyde (İslami) bir terör örgütü organize edildi. Dünyanın birçok ülkesinde yetiştirilen El Kaide militanları bu savaşı sürdürmek amacıyla, Batı müttefiki Pakistan’a taşındı. Yoksulluk sarmalında kıvranan İslam ülkelerinin gençlerinin cebine yüksek miktarda dolarlar konuldu; ellerine en üstün teknoloji ürünü silahlar verildi..Bu silahların paraları ise yine İslam ülkelerinden alındı

        Yıllar süren savaşın ağır maliyeti Sovyet Rusya’nın çökmesine neden oldu. Bu çöküş aynı zamanda Sosyalist Doğu Blokunun da çökmesi anlamına geliyordu. Emperyalizm ve onun önder ülkesi ABD, tek süper güç durumunda dünyayı yeniden dizayn etmeye soyundu. Yugoslavya’da iç savaş çıkartıldı; Yedi ülkeye bölündü. Türkiye’nin Kuzey kuşağında yer alan, Sovyetlerden ayrılan ülkelerde, Boyalı Devrim süreci ile Batı yandaşı yönetimler göreve getirildiler..

Sovyet Rusya çekildikten sonra, Afganistan, aşiret tarikatların çatışma alanına terk edildi. Sonuçta, radikal İslam’a kaydığı tezine dayanılarak  Batı’nın askeri güçlerince işgal edildi. Pakistan ise radikal dinci tarikatların üssü durumuna geldi. Kamu güvenliğinin ortadan kalktığı, tarikatların devlete meydan okuduğu, her gün intihar saldırılarıyla sarsılan bir coğrafya durumundamakûskaderine terk edildi. 

           Sıra diğer İslam ülkelerindeydi. Irak ve İslam devrimine sahne olan İran savaştırıldı. Batı’nın silah şirketleri altın çağına ulaştılar. On yılı aşkın süren savaş savaş bittiğinde, İran ve Irak’ın ekonomik toplumsal dengeleri bozuldu. Bu kez, yoksulluk ve iç sorunlarla boğuşan Irak, Batı güçlerince işgal edildi.. İşgal sonrasında etnik ve mezhepsel ayrımla üçe bölündü. Irak, Bahreyn, Katar, Saudi Arabistan, Kuveyt gibi diktatörlüklerle yönetilen İslam toplumlarının yönetimleri, saldırgan sürecinden korunmak amacıyla daha fazla Batı’ya yaklaştılar..  Batı’nın silah şirketlerinin en önemli müşterisi durumuna geldiler. Yeraltı petrol ve doğal gaz kaynaklarını en ucuza Batı ülkelerine akıtmaya başladılar. 

          Sıra Türkiye’nin güney kuşağında yer alan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika İslam toplumlarındaydı. Arap Baharı ile Libya, Tunus, Mısır’da yönetimler devrildi; ABD tarafından atanan yönetimlerin iş başına getirildiği görüldü. Suriye yönetimi, İran ve yeniden dünya gücü olarak sahnede yer almak isteyen Rusya desteğinde yönetimi terk çağrılarına karşı direnişe geçti.  

Gerek iç iç savaşla gerek dış saldırılarlasürüden ayrılan İslam toplumları sırayla çökertilmektedir.  Yalnızca yönetsel yapıları değil, toplumsal yapılarıda Batı çıkarlarına hizmet eden yeni devletçikler oluşturulmaktadır. Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Türkiye’de ve diğer Kuzey Afrika ülkelerinde birbiriyle çatışma içine itilen toplumlar; etnik ve mezhepsel azınlıklar Batı’nın ekonomik ve askeri desteğine mahkûm duruma getirilmekte, aynı ülkede birbirine karşıt güçlerin hepsi de güvenliğini ve mücadele için gerekli kaynakları Batı’dan karşılama yoluna girmektedir.

Batı’nın askeri ve ekonomik baskılarına karşı biçimleniş içinde olan İslam ülkelerinin yönetimleri, örgütsel yapıları hatta bireyleri çareyi radikalleşmekte görmektedir. Radikalleşerek insani ve ekonomik kaynaklar toplayabilmekte, direniş gücü elde edebilmektedir..

1990’lı yıllarda, Bosna Hersek Devlet BaşkanıAliya İzzet Begoviç, Sırplara ve Hırvatlara karşı yürüttüğü savaşı,bu nedenle dinsel söylemlerle süsledi. Saddam Hüseyin önderliğindeki, Arap milliyetçiliğine dayalı, Laik Sosyalist yapıdaki Irak Baas yönetimi Batı saldırganlığına karşı direnebilmek için bayrağına, bu nedenle “Allahü Ekber” yazdırdı. Emperyalizmin Irak’a açtığı savaşı dinsel bir güçle karşılamaya çalıştı.  Geçmişte, tüm İslam ülkelerinin sosyalist savaşçılarının eğitim merkezi olan, Sosyalist El Fetih örgütünün yönettiği Filistin’de El Fetih içinden çıkan Hamas’ın siyasal ve askeri başarısı, Batı destekli İsrail saldırganlığının sonucudur. Libya’da Muhammer Kaddafi’nin Şeriat düzenine yönelmesinin nedeni de budur.

 İslam toplumlarında, yaşanan Radikal İslami biçimleniş Batı’nın bilinçli bir tercihidir. Batı saldırganlığının düzeyi yükseldikçe İslam toplumları radikalleşmektedir. Buna karşıt olarak Batı toplumları da kışkırtılarak Hıristiyan radikalleşme tırmandırılmaktadır. 

           Bu sürecin sonucunda, ABD’de Bushlar, Trumplar; Fransa’da Sarkozyler, Almanya’da Merkeller, Avusturya’da JörgHaiderler, Hollanda’da başka Radikal Hristiyanlar; Laik, sol çizgideki çağdaş yönetimleri alaşağı ederek İslam düşmanlığı propagandası ile iktidara tırmanmaktalar.

      Bu süreç kuşkusuz ki Türkiye’yi de etkilemektedir. Laik, sol ve sosyalist siyasal oluşumlar da bundan nasibini almakta; dinsel söylemlere sahip, Refah Partisi, AKP gibi oluşumlar iktidara gelmekte ve uzun süre iktidarını yayılan Batı algısı koruyabilmektedir.

Bizler ise hala, eski ezberimizi koruma refleksi ile Batı’nın medeniyetine övgüler düzerek kendimizi avutmayı sürdürüyoruz..