Batılı devletlerin Anadolu üzerine yaptıkları emperyalist saldırılar, tarih öncesi çağlara kadar uzanır.
Bilinen ilk saldırı, MÖ: 1200 yıllarında Yunan’ların ataları olan Akha’ların, şimdi Çanakkale ilimizin sınırları içinde bulunan Troya’ya yaptıkları ve tarihe Troya savaşları olarak geçecek olan savaşların başlamasına neden olan saldırıdır. Agamemnon komutasındaki Akha ordusuyla, Hektor komutasındaki Troya ordusu arasında geçen ve 9 yıl kadar süren bu savaş, zamanın koşullarına göre bir dünya savaşı niteliğindedir. Çünkü savaş, zamanın en büyük uygarlıklarından olan Akhalar’la, Anadolu’nun çeşitli uygarlıkları arasında geçmiştir. Akha’lar, 9 yıl boyunca Troya’yı kuşatmakla yetinmemişler, ta Güney Anadolu’ya kadar sokularak, Lykya gibi zengin bölgeleri de yağmaladıkları İlyada destanında ayrıntılarıyla anlatılır. Bu da gösteriyor ki saldırının hedefi sadece Troya değil, Anadolu’nun tamamıdır. Bu nedenle Anadolu ve Trakya’nın birçok bölgesinden ordular teşkil edilerek Troya’ya yardım amaçlı gönderilmişlerdir. İlyada destanında, “Erkek yürekli Pylaimenes komuta eder Paphlagonyalılara(şimdiki Kastamonu, Zonguldak ve Bolu’yu içine alan bölge)” ifadesinden bulunduğumuz bölgeden teşkil edilen ordunun başında bir kadın komutanın bulunduğu anlaşılmaktadır. Savaş bilindiği gibi “Truva Atı” olarak bilinen bir savaş hilesiyle Troya’nın, dolayısıyla Anadolu’nun yenilgisiyle sonuçlanmıştır.
Batılıların Anadolu’ya ikinci saldırısı Troya’dan 3000 yıl kadar sonra yine Çanakkale üzerinden gerçekleşmiştir. Birinci dünya paylaşım savaşı içinde İngiliz, Fransız, İtalyan müşterek donanmasının, İstanbul’u ve Boğaz’ları ele geçirmek amacıyla başlattıkları saldırı, Çanakkale Savaşları adı altında dünyanın en kanlı savunma savaşlarına sahne olmuştu. Birleşik donanmayla önce deniz yoluyla Çanakkale boğazını geçmeyi denemişler, fakat beklemedikleri Türk savunması karşısında büyük kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Deniz yoluyla Çanakkale boğazını geçemeyeceklerini anlayınca bu defa da Gelibolu yarımadasına çıkarma yaparak karadan İstanbul’a ulaşmayı denemişlerdir. Türk ordusu, sayıca ve silah gücü olarak kendisinden çok üstün olan düşman kuvvetleri karşısında kahramanca direnmesine rağmen zora düşmüş, hatta yenilgiye ramak kala genç bir yarbay sahneye çıkmış ve askeri dehasını konuşturarak kısa sürede savaşın seyrini değiştiren adam olmuştur. Daha sonraları “Anafartalar kahramanı” olarak ün yapacak olan bu geç yarbayın adı; Mustafa Kemal’dir.
Fakat genel savaş koşullarında Anadolu, müttefiki Almanya ile birlikte savaştan yine yenik olarak ayrılmış ve savaşı sonlandıran Mondros Ateşkes antlaşmasının koşullarını kabul etmek zorunda kalmıştır. Ateşkes, 30 ekim 1918’de Yunanistan’a ait Limni adasının Mondros limanında demirli bir İngiliz zırhlı gemisinde imzalanmıştır. Bu antlaşmada ilginç olan İngiliz zırhlısının adıdır: Agamemnon!
Mondros Ateşkes’i, Çanakkale bozgunuyla tarihte eşi benzeri görülmemiş insan ve silah kaybına uğrayan başta İngilizler olmak üzere itilaf devletlerine, Türklerden intikam alma fırsatını vermiştir.
Ateşkes antlaşmasından sonra İngiliz, Fransız ve İtalyan müşterek donanması, bu defa hiçbir dirençle karşılaşmadan boğazları geçerek Dolmabahçe önlerinde demirlemiş; ardından İstanbul, itilaf devletlerince fiilen işgal edilmiştir. Yunan ordusu da İzmir’e ve Trakya’ya çıkarma yapmış; Ege’de Polatlı’ya, Trakya’da Çatalca’ya kadar ilerlemiştir.
Mondros’un ardından gelen Sevr Barış Antlaşması’yla Anadolu’nun büyük kısmı itilaf devletlerince paylaşılmış, Türklere ise Ankara ve çevresini içine alan bir avuç toprak parçası bırakılmıştır.
Anadolu’nun bu acınası durumu karşısında genç bir Osmanlı paşası, Çanakkale’den sonra bu defa da vatanı kurtarma görevini üstlenmiştir. Hem de elini değil, kellesini taşın altına koyarak. Çanakkale’de yarbay rütbesiyle destan yazan Mustafa Kemal, bu defa da tuğgeneral rütbesiyle tüm ulusun kaderine sahip çıkacaktı. Ama işi bu defa daha da zordur. Çünkü Çanakkale’de olduğu gibi elinde yetersiz de olsa askeriyle, silahıyla, cephanesiyle hazır bir Osmanlı ordusu yoktur. Mondros Ateşkes’inin koşulları gereği; ordular terhis edilmiş; silah ve cephane galip devletlere teslim edilmekte; limanlar ve tersaneler galip devletlerin eline geçmiş; Anadolu’nun batısı, İstanbul ve Trakya fiili olarak işgal edilmiş; Anadolu’nun elde kalan ve en yoksul kesimini teşkil eden Orta ve Doğu Anadolu insanı, 10 yıldır süren savaşlardan yorgun ve daha da yoksul olarak çıkmıştır. Bunlar yetmezmiş gibi içeride de ulusal direnişe karşı İstanbul hükümetinin organize ettiği veya desteklediği gerici ayaklanmalarla; mütareke İstanbul’unda itilaf devletlerinin desteğinde ve himayesinde kurulan bölücü ve yıkıcı derneklerle ve mütareke basını denilen işbirlikçi basınla da mücadele etmek zorunda kalınmıştır.
Bilindiği gibi Mustafa Kemal’in, 19 mayıs 1919’da ulusal direnişi örgütlemek üzere yakın silah arkadaşlarıyla Samsun’a çıkmasıyla başlatılan Ulusal Kurtuluş Savaşı, 26 ağustos 1922’ye kadar hem iç, hem de dış düşmana karşı savunma savaşları tarzında yürütülmüştür. Bundan sonra yapılacak iş, bir taarruz savaşıyla düşmana son darbeyi vurmaktır. Bu amaçla Sakarya meydan Muharebesinden sonra ordusuyla, milletiyle silahıyla, cephanesiyle bir yıla yakın hazırlık yapılmış ve asgari koşullar hasıl olduktan sonra 26 ağustos 1922’de Afyon Kocatepe’de Mustafa Kemal tarafından orduya taarruz emri verilmiştir. Kendisinden çok üstün düşman kuvvetlerine karşı baskın tarzında taarruza geçen Türk ordusu, 4 gün gibi kısa bir sürede zafere ulaşmıştır. 30 ağustos zaferi, Anadolu’nun düşmandan kesin olarak kurtuluşunun yanında, yeni bir Türk devletinin kuruluşunun da müjdecisi olmuştur.
Büyük Atatürk’ün Dumlupınar Meydan Muharebesinden sonra sarf ettiği “Bu zaferle Troya’nın intikamı da alınmıştır” sözü çok anlamlıdır. Bu sözü, geçmişten geleceğe Anadolu’da yaşamış tüm kavimleri, Anadolu Türklerinin atası olarak kabul ettiğinin bir kanıtıdır. Bu da gösteriyor ki, Atatürk’ün ulusçululuk anlayışı ırka değil, coğrafyaya dayanmaktadır.
Denilebilir ki, Anadolu ile Batı arasındaki son savaşı bu defa Agamemnon değil, Hektor’un Anadolu’su kazanmıştır…
Bu vesileyle Ulusal Kurtuluş Savaş’ımızın başkumandanı ve Cumhuriyet’imizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını bir kez daha rahmetle ve minnetle anıyorum…