Zonguldak, mavisi ve yeşiliyle güzel bir kent. Kömürün 1820'li yıllarında keşfedilmesiyle birlikte elmas karası rengiyle de güzelliğine ''değer'' katarak paha biçilmez bir kent haline gelmiştir.
Kömürün bulunuşuyla maden ocaklarının açılışı önce mükellefiyet daha sonra da ocakların kurumsallaşmasıyla (TKİ, EKİ) ''maden işçiliği'' mesleği Zonguldak halkının yaşam biçimi olmaya başlamıştır. Bununla birlikte yaşam kalitesi gelişime yönelik evrilme göstermiştir. Kömürün işletilmesi için Maden Mühendislerinin ve diğer kentlerden çalışmak için farklı özelliklerde insanların kente gelişi sosyal, kültürel ve sportif alanların açılmasını sağladı ve bu durum  Zonguldak'ı modern, gelişmiş bir kent haline getirdi. 60'lı yıllarda Zonguldak'ta tenis kortlarının, sinemaların çokluğu bu gelişime örnektir.
Kömürün keşfedilmesiyle birlikte elmas değerinde bir kent olan Zonguldak dün olduğu gibi bugün de sermayenin göz bebeği olmuştur.
Özelleştirme genel olarak kamu iktisadi teşebbüslerinin özel sektöre devredilmesi şeklinde tanımlanır. Kamu kurumlarının verimli çalışamadıkları, bundan dolayı da devletin bütçesine yük oldukları, dolayısıyla bunların özel sektöre satılmasını sağlayan bir devlet politikasıdır.                                           
24 Kasım 1994'de dönemin Başbakanı Çiller: PTT'nin özelleştirilmesiyle başlayıp bugüne gelen süreci "Türkiye coğrafi bölgesinde son sosyalist devlet oluşmuştu, özelleştirmeyle biz onu yıktık" diyerek özelleştirmenin kendi politik ideolojilerine göre nedenini açıklamıştı.
Dünden bugüne siyasetçilerin ülkenin zararına aldıkları her kararın haklı nedenini vatan, millet savunması olarak beyan etmeleri de çok manidardır.
Tüm Türkiye'de özelleştirilmek istenen kamu kurumlarının içinde elbette TTK'da vardı ve bu sadece çalışan maden işçisi için değil bir kent olarak Zonguldak için fazla tehlikeli bir durumdu. Özelleştirme Yasası son haliyle 27 Kasım 1994 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe girdiğinde görüldü ki sadece çalışan maden işçilerinin değil Zonguldak'ın pimi çekilmişti. Çünkü maden işçisi olmazsa Zonguldak olmaz, yaşanmaz ve sadece karası kalan bir kasaba olur.
Zonguldak’ta bu satıştan payını alacaktı. Ama 94’de ama 2017’de.
Bunu bilen Zonguldak halkı ve esnafı özelleştirilmenin yürürlüğe girmesiyle birlikte kentine, ''Madenci Feneri'ne'' sahip çıkarak 1994 Kasımında kepenk indirdi ve yağmura, soğuğa rağmen sokağa çıktı. Gün boyu araçların kontakları kapatıldı, parti ve demokratik kitle örgütleri tabelalarının üzerine siyah örtü çekti, halkın büyük bir bölümü çocuklarını okula göndermedi. Bu eylem Zonguldak’ın 1991-92 Ankara yürüyüş eyleminden tarihsel bir deneyim geçirmiş olduğunun bir kanıtıydı. 
Zonguldak ekmeğini en çok madenden kazanır. Maden işçisinin huzuru, Zonguldak'ın huzurudur. Maden işçisinin ekonomik düzeyi Zonguldak'ın ekonomik düzeyidir. Maden işçisinin sosyal, kültürel, politik düzeyi Zonguldak'ın sosyal, kültürel, politik düzeyidir. Şuanda sadece TTK’nın maden ocaklarında 7.500 işçi çalışmakta. Özel ocaklarda çalışan işçisi 1000 – 1500 civarı. Esnaf, en çok maden işçisinden yani işçi ailelerinin yaptığı harcamalardan kazanıyor. Öyle ki, alışverişlerde meslek sorulduğunda ‘’madenci’’ yanıtı alan esnaf hiç düşünmeden bütün kapılarını açıyor. Maden işçici olmazsa memurun ve öğrencinin harcamaları esnafı ayakta tutmaya yetmeyecek. Bu da esnafın 90’lı yıllarında olduğu gibi eylemlilik adına değil ticari olarak kepenk kapatması demektir.                           
Bu yüzden Zonguldak'ta direnişler, sadece maden işçisinin sınıf bilinciyle ortaya çıkan direnişler değildir. Aynı zamanda Zonguldak halkının, esnafının kentine sahip çıkma biçimidir de. Maden işçisiyle esnafın ekmek kavgaları aynı orantıyla sürdürülmektedir. Eğer bu kentte madenciye el uzanırsa madenciden önce esnaf ekmek parası uğruna işçiden de önce sokağa çıkar veya işçi sokağa çıkmışsa Zonguldak halkı, esnafı arkasından gider. Bunun örnekleri Zonguldak tarihine yazılmıştır.
Kömürün bulunuşuyla birlikte Zonguldak madencilik sektöründe ilerleme göstermiş, başka illerden göç almış farklı kentlerden, farklı halklardan insanların zengin mozaiği olan bir kent olmuştur. Ama bu mozaik ne fikir, ne yaşam biçimi ne de inanç ayrılığına sebep olmamış, hiç kimse diğerini ötekileştirme gereği duymamış. Öncelikleri, ortak noktaları maden ocakları yani kömür olmuş. Komşuluklar, arkadaşlıklar, sohbetler bu ortak neden üzerine kurulmuş; aynı ekmek teknesinde aynı ekonomik, sosyal ve politik yaşam biçimiyle bir kent bilinci oluşturmuşlardır. 
Aynı zamanda madencilik öylesine öncelikli olmuş ki, doğa güzelliği olan bu kentte turizm yatırımı hiç yapılmamış. Liman zenginliği olsa da denizcilik ticaretine yatırım yapılmamış. Verimli toprakları, hayvancılığı sadece köylü halkın geçim kaynağından öteye gitmemiş. İnsan mozaği bile öylesine zenginken kültüre, eğitime de yatırım yapılmamış. Yani başka bir sektörün gelişimine hiç izin verilmemiş ya da başka sektörler Zonguldak halkının ilgisini çekmemiş. Babadan oğula geçen miras bir meslek olarak yerli halkını da, göçle gelen insanları da yıllarca doyurmuş.                                           
Zonguldak yetiştirdiği şairler, yazarlar, oyuncular, siyaset insanları bulundukları yerlerde nam salsa da bu onların kömürün önüne geçmesine yetmemiş. Çünkü Zonguldak’ta madenci olmak şair, yazar, oyuncu, sanatçı, siyaset insanı; mimar, doktor, öğretmen, akademisyen vb. olmaktan çok daha önemli bir hale gelmiş.
Ve bugün, işte bu yüzden tek silahla savaşa giden bir ordu gibi güçsüz, çaresiz ve inançsız kalmış bir kenttir Zonguldak
Artık Zonguldak, maden işçisinin direnişine;                                                                                         
Madenci, esnafın ve halkın madenlere sahip çıkmasına;                                                                                                               
Esnaf, madencilik sektörünün yaşamasına muhtaç bir kent olarak bekleyiştedir.                                   
Ne yazık ki, bu bekleyişi aldığı darbelerden kaynaklı geri dönüşü imkansız kayıplarla sürmektedir. 
Özellikle 90-91 büyük madenci yürüyüşünden sonra kuruma hiçbir yatırım yapılmaması, TTK’nın Türkiye’deki özelleştirme politikalarının bir parçası olarak yok edilmek istenmesi bunlara bağlı olarak yeterli sayıda işçi alınmaması ve kurumun (belki de bilinçli olarak) kötü yönetilmesi TTK’nın yani Zonguldak’ın aldığı kapanmaz darbeleridir. 
Ama en büyük darbe 1994 tarihinde yürürlüğe giren özelleştirme yasasının bugün bir kamu kurumu olan TTK’ya yani Zonguldak’a sıranın gelmesiydi. 
28-29 Kasım 2017 tarihlerinde meclis genel kurulunda kabul edilen son torba yasa içerisine yerleştirilen ‘’Türkiye Taşkömürü Kurumu ile Türkiye Kömür İşletmeleri, uhdelerinde bulunan maden ruhsat sahalarını işletmeye, işlettirmeye, bunları bölerek yeni ruhsat talep etmeye ve bu ruhsatları ihale etmeye yetkilidir"  şeklindeki düzenlemeyle TTK’nın yetkisinde  bulunan maden ruhsatlarını özel sektöre vererek TTK’nın parça parça satılarak tamamen özelleştirilmesinin önünü açan 51. Maddedir. Bu madde TTK’nın ve  Zonguldak’ın bitişinin başlangıcıydı. 
Ancak maden işçilerinin tarihinden gelen bir deneyimle 6-7 Kasım 2017 tarihlerinde yeraltında yaptıkları beş üretim bölgesinde eş zamanlı gerçekleştirdikleri 21 saat süren eylem sonucu tasarıya ‘’Ancak TTK’nın halen kendisi tarafından, doğrudan işletilen işletme alanlarında oluşturulacak ruhsatlar bu madde kapsamında ihale edilemez’’ hükmünü  ekleyerek tasarı yeni şekliyle meclisten geçirilmiştir. Yasa tasarısına eklenen bu cümle yeraltında devam eden eylemi sonlandırmaya yetmiştir ama ne yazık gerçek anlamda TTK’nın ve Zonguldak’ın geleceğini kurtaran, madencinin ekmek teknesini yüzdürecek bir düzenleme olmamıştır. Hükümet aslında bu düzenlemeyle hem maden işçilerinin eyleminin uzamasını engel olmuş hem de Zonguldak üzerindeki rant politikalarından vazgeçmediklerini belgelemiştir. Aldığı bu darbe çok büyüktür Zonguldak’ın. 
Özelleştirme özellikle bizim gibi az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kamu iktisadi girişimlerinin verimli çalışamadıkları, bundan dolayı da devletin bütçesine yük oldukları, dolayısıyla bunların özel sektöre satılması için yürürlüğe sokulan bir yasa tasarısıdır demiştik.
Peki, TTK gerçekten verimli çalışmıyor muydu? Devletin bütçesine yük müydü?
1991-92 Zonguldak grevinde yüzbin kişi Ankara’ya yürümüş, dönemin iktidarını korkutmuş ve o günden bugüne potansiyel tehtid olarak görünen Zonguldak işlevsiz hale getirilmeye çalışılmış, kente o yürüyüşün dersi verilmeye çalışılmıştır. Zonguldak’ı küçük, verimsiz hale getirmenin yolu da TTK’yı yok etmekten geçecekti elbet. Bunun için öncelikle işçi alımını durdurmak gerekiyordu. Yaklaşık 50-55 bin işçisi olan TTK bu günlere geldiğimizde görüyoruz ki 7500 gibi bir sayıya gerilemiştir. Bununla birlikte 1994 yılından başlayarak ve 2000’li yıllara kadar süren kitlesel, zorunlu (Reysen) emeklilikle kurumun günden güne erimesine ve nitelikli iş gücünün kaybolmasını sağlayarak göz ardı edilemeyecek kayıplar vermesine neden olunmuştur.
TTK’nın bu duruma gelmesindeki en önemli faktörlerden biri de Türkiye’deki diğer kitler gibi kamu zihniyetiyle hantal bir şekilde  yönetilmesi, kurumun işleyişini yavaşlatmış, yönetimine siyasi, ticari aktörlerin dışardan müdahalesi ( Siyasilerin kurum içi atamalarda ya da çalışanların yer değişikleri vb.) kurumun işleyiş dengesini bozmuştur. 
Görülüyor ki, 1990’dan bugüne iktidarlar, Ankara’dan alınan gelirden çok daha fazlasını katma değer olarak Ankara’ya geri veren Zonguldak’ı, kentin yaşam biçimini belirleyen TTK’ya işçi alımını durdurarak, verimsiz bir kent olarak göstermeye çalışılmaktadırlar. Çünkü onlar da biz Zonguldak halkı da biliyoruz ki, TTK demek Zonguldak demektir ve TTK biterse Zonguldak’ta bitmiş demektir ve onlara göre verimsiz bir kenti karlı duruma getirmenin en güzel yöntemi de elbette özelleştirmedir. Yani parsel parsel kurumuyla, işçisiyle, toprağıyla patronlara satmak demektir.
Aslında hepimiz biliyoruz ki, TTK verimli kömür rezervleriyle, çalışabilecek işçi sayısıyla kazandırmaya, bir ülkenin ekonomisinin baş aktörü olmaya devam edebilecekken, özelleştirmenin zarar eden baş aktörü olmayı hiç haketmiyor.
Ve sorgulanması gereken bir konu olarak buraya not düşüyorum ki; bu kentte kömürden daha başka ülke ekonomisine kazandırılabilecek hangi yatırım var ki, Zonguldak halkının geleceğiyle oynanacak kadar, bir kenti yok edecek kadar ve bunca insanı göç ettirecek kadar? 
Biz bu kentte doğduk. Dedelerimiz babalarımızı, babalarımız bizi bu kentte doyurdu. Çocukluğumuzu bu kentte yaşadık. Bu kentin kültürü bizim yaşam biçimimiz oldu. Kömürümüzle, alın terimizle, madencimizle övündük. Madenci fenerimiz bizim simgemiz, onurumuz oldu.                                               
Kimimizin dedesinin, kimimizin annesinin, kimimizin evladının mezarları bu kentte. Ne anılarımızdan vazgeçebiliriz, ne yaşam biçimimizden ne de madenci fenerimizden vazgeçebiliriz. Mezarlarımızı burada bırakıp gidemeyiz, gitmeyeceğiz. Yerin altındaki kömür daha yıllar yıllarca hem bizi, hem de ülkemizi doyurmaya yetecek miktardadır. Ekmeğimizi, emeğimizi hiç kimseye yedirmeyeceğiz. Bu kentin de, bu  ülkenin geleceğini de patronlara peşkeş çekmeyeceğiz.
Neyi bekliyoruz ki..?                                                                                                                                       
Şimdi, madencimizle, esnafımızla, memurumuzla, öğrencimizle ve bu kentte yaşan bütün insanımızla madenlerimize Zonguldak’ımıza, Karaelmas’ımıza sahip çıkma zamanıdır. Yavaş yavaş ölmeyi, çürümeyi bekleyemeyiz. Eksilerek yok olmayı bekleyemeyiz. Bu kenti, geçmişimizi ve geleceğimizi özelleştirmeye kurban edemeyiz.
Haydi..! Gelin  geçmişten bugüne gelen tarihsel direnişlerimizi örnek alarak; madencisiyle, esnafıyla, memuruyla bir Zonguldaklı olma bilinciyle bizim olana yani Zonguldak’ımıza sahip çıkalım.
Ve bir an önce TTK’ya işçi alınması için bir araya gelerek siyasilere, iktidara sesimizi duyuracak bir çalışma ortaya koyalım.
Onurumuz olan ‘’Madenci Feneri’ni kendi ellerimizle söndürmeyelim.