Ülke genelinde yayın yapan aylık mizah dergisi ‘OT’, 38. Sayısında Zonguldak’ta Yaşamak konu başlıklı yazı yayınladı.

Bülent Ecevit Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı’nda Araştırma Görevlisi olarak görev yapan Zonguldaklı yazar Caner Yaman tarafından kaleme alınan yazıda Zonguldak’ta yapılabilecekler 22 madde sıralanırken kentle ilgili sıkıntılarda esprili bir dille okuyucuya aktarıldı.

Yayınlanan yazıda Zonguldak ile ilgili şu bilgiler paylaşıldı;

 

“Zonguldak’ta yaşamak;

En yeşilin ve en mavinin arasında, en siyahın tam üstünde emeğin başkentinde yaşamaktır.

Burnunda deniz kokusuyla dolaşmak, deniz olmayan şehirlere burun kıvırmaktır.

Şehir merkezindeki tek cadde olan Gazipaşa’da bilmem kaç tur atarak vakit öldürmek sonrada caddeyi Mecburiyet Caddesi diyerek küçümsemektir.

Sahil cafe de boş masa kovalamak, bulunca denize karşı tavla oynamak, çay simit yapmak, boş boş oturmak, boş boş konuşmaktır. Saatleri ille de orada, denizin koynunda geçirmektir.

Yine sahil cafe de otururken çıkmayacağını bile bile aldığın kazı kazanları satan piyangocu Ali Dayı’nın ölümüne içerlemek, artık bir başkasından kazı kazan almaya gönlünün elvermemesidir.

Liman arkasında atılan voltalardır. Çekirdek çitleyip, balık tutanları izlerken ani bir refleksle ‘Aha çekti vallaha’ demektir. Şehri bir uçtan bir uca izleyip, güneşi orada batırmaktır.

Fener’de denize dik uzanan soğuk ve sinirli kayalıklar üzerinde sırıkla balık tutmak, tutmayınca köfte ekmek yiyip, çay içmektir. Amatör küme maçlarını izlemektir. Sonrada yolun iki tarafı boyunca uzanan çınar ağaçları arasında, yüzünde yaprakları kırdığı ışık, asfalta vuran gölgelerle yürüyüp gitmektir.

İkinci makasın bir makastan daha fazlası olduğunu bilmektir.

Şehrin orta yerinden geçen tren rayları üzerinde ağır ağır ilerleyen vagonlara bakıp ömrümüzden ağır ağır geçip gidenleri anmaktır. Şehrin içinde mevsimine göre sessizce, kendi halinde ya da coşkuyla akıp gözümüzün önünde denize kavuşan dereye bakıp, kavuşmaların bir gün mutlaka gerçekleşeceğine inanmaktır.

‘Kazma’ , ‘amele’ gibi kelimelerin argo anlam çağrıştırmadığı bir şehirde yaşamaktır.

Bitmek tükenmek bilmeyen dik merdivenleri şiirdeki gibi ağır ağır çıkmaktır. Şiirin aksine, burada bahsi geçen merdivenlerin ta kendisidir ve onları hızlı hızlı çıkmak her yiğidin harcı değildir

Adana Kebap, Kol Böreği, Kır Pidesi gibi yiyecekleri çok özel olduğunu düşündüğün ama aslında sulandırılmış salçadan ibaret olan bir sosla yemek, başka şehirlerde buna şaşıranlara efelenip, ‘Sen ne anlarsın’ demektir.

Rakı- Balığı lokantalarda değil çekeklerde yapmaktır. ‘Çekek ne?’ diye soranlara uzaylı muamelesi yapmaktır.

Şehrin neredeyse asırlık fotoğraflarına bakıp, neresi neresidir tereddütsüz bilmektir. Yıkılmış, yenilenmiş binaların istisnasız hepsini eski isimleriyle anmaktır.

Şehirden yetişmiş siyasetçi ya da bürokratlarla değil şairlerle övünmektir. Muzaffer Tayyip Uslu’yu, Rüştü Onur’u bahsedildikleri filmlerden de önce ezbere bilmektir.

Emekli bir maden işçisiyle sohbet ederken, Zonguldaklı olmamasına rağmen maden işçileri tarafından Zonguldaklı ilan edilen, işçi babası Karaoğlan ile ilgili en az bir hikaye dinlemiş olmaktır.

Büyük madenci yürüyüşünü, grizu patlamalarını, yerin yüzlerce metre altında ömürlerini tüketenleri unutmamaktır, unutamamaktır.

Okula giderken, işe giderken, işsiz gezerken, ellerinde sefer tasları, kapkara yüzleri ve tulumlarıyla vardiyası henüz bitmiş, biran önce kendini yatağa bırakmak için evlerine gitmekte olan işçilerle yan yana yürümektir. Yüzdeki karanın yeryüzünü aydınlattığını birinci elden bilmektir.

Madenci Anıtlarının önünden başı önde, saygıyla geçmektir. Başın önünde olması bozuk yollarda tökezlemeden yürüyebilmeniz içinde önemlidir.

Zonguldaklı olmayanların işlevini anlamakta güçlük çektiği, şehir merkezindeki 3 kulenin bir zamanlar ne işe yaradığını bilmektir.

Zonguldakspor’dan asla umudu kesmemek, onu asla yalnız bırakmamaktır. Amatör kümeye kadar düşse de, şampiyonlukları ısrarla son dakikalarda kaybetse de, şehir stadını on binlerle doldurmak, geçmişteki güzel günleri, bir gün geleceğine inanmaktır.

Zonguldak’ta yaşamak her sabah kömür kokusuna uyanmak, hava kirliliğinden durmaksızın şikayet etmek ve yine de şehre toz konduramamak, ondan vazgeçememektir.”