Anımsayan çıkar belki, 8 Eylül’de “Ağır ol Reis” başlıklı bir yazı yayımlamış, Devrek Çayı üzerine hidroelektrik santrali yapan Reis AŞ adlı şirketin, yayımladığı mevkutede kendilerine karşı çıkan köylüleri tehdit etmesini eleştirmiştim. Şişt! Koca Reis! Ağır ol biraz… Senin pir-i muganın onca biber gazına karşın topçu kışlasını yapamadı daha… Sen Çaydeğirmeni’ne HES yapamamışsın çok mu?” demiştim o yazıda.  26 Ekim’deyse o güne kadar köylülerle birlikte HES’e karşı mücadele veren Erenler Köyü Muhtarı Cemal İnam’ın saf değiştirip bir anda hızlı bir HES’çi kesilmesinin şaşkınlığıyla “Karakolda doğru söyler” başlıklı yazıyı aldım kaleme… Daha önce yazdıklarım dahil hiçbirini sözüm ona ciddiye almayan HES’çi efendiler, “Karakolda doğru söyler” başlıklı son yazıma epey içerlemiş nedense…

Yayımladıkları mevkutenin son sayısında, kimin kaleme aldığını bilmediğim başyazıda ilkokul üçüncü sınıf çocuğunun imla bilgisinden yoksun bir dille adım da verilerek bir takım suçlamalarda bulunulmuş. Sermuharrir, “ben dili” ile isimsiz başyazı yazma garabeti dahil birçok mantık hatasıyla dolu yazıda en başta solculuğumu dolamış diline… Ne biçim solcuymuşum, muhafazakâr bir partide siyaset yapan ailenin çıkarlarına savunuyormuşum. Dahası yüzeysel bilgilerle saldırıyormuşum kendilerine. En önemlisi de kaça satıldığımı biliyorlarmış, önlerine koyduğum faturada yazıyormuş ederim. Peh… Peh… Peh… Ne zaman koymuşum bu faturayı önlerine? Belli değil. O her yanından irin sızan yazıda, hazret buyuruyor: “…Bu kalemşorlardan biri de Halkın Sesi Gazetesi’nde yazan Ahmet Öztürk isimli şahıs. Kendisini tanımam. Bugüne kadar da yazılarını ciddiye alıp cevap vermedim...”

YAZMAK PARA SAYMAYA BENZEMEZ

Gözünü sevdiğim, yazı yazmak para saymaya benzemiyor ki. Ne yazdığını bilmeyecek kadar kendinden geçen şaşkın, kendi kendini tekzip ediyor da haberi yok… Açıkça itiraf ediyor ki, hiç tanışmamışız kendisiyle… Bir kere bile yan yana gelmişliğimiz yok ama nasıl becermişsem, bir fatura koymuşum önlerine? Onların dünyasında her şeyin parasal bir karşılığı var tabii ki… Ama bizim dünyamızda öyle mi ya? Yedi sülalelerinin servetini bir araya getirseler satın alamayacakları insan soylular var bu tarafta… Ben neresinde miyim bu dizgenin, onu ben değil tanıyanlar söylesin… Ama başımı göğe erdirecek kadar büyük bir gururla söylüyorum ki değerlerine sonuna kadar sadık kalmaya çalışan saf bir solcuyum ben… Sömürünün, soygunun, vurgunun, zulmün kol gezdiği alçaklıkların dünyasında kendimi bildim bileli emekten yana tuttum safımı… Bedel ödeme pahasına da olsa güçlünün değil mağdurun; zalimin değil mazlumun yanında yer aldım. Paranın padişahlığındaki ahlaksız düzenle kavgam hiç bitmedi… Övünerek söylüyorum ki, parası, pulu, siyasi gücü olanlara biat etmek ne kelime, adam yerine bile koymadım hiçbirini...

“Aynı güneş altında eşit olarak bölüşülmeli ekmek” diyerek köleleri ayaklandıran Aristonikos’tan bu yana savaşsız, sömürüsüz bir dünya için düş kuran bütün deli yürekler karşısında esas duruşa geçtim ama… Doğanın her zaman dostu ne kelime acizi oldum. İnsanı “eşref-i mahlukat” sayıp tüm canlıların efendisi sanan türcü anlayışlarla yıldızım barışmadı bir türlü. Kurdu, kuşu, ağacı, çiçeği, böceğiyle her birimiz, tüm canlılara aklın almayacağı bir şefkatle bağrını açan doğa ananın, eşit haklara sahip öz evlatlarıydık sonuçta… Tam da bu nedenle doğanın insan eliyle tahrip edilmesine karşı çıktım. Enerji üretme bahanesiyle dereleri yağmalamaya kalkan, suları ticari meta haline dönüştüren, doğayı kömür dumanına boğan, nükleer felaketlerin eşiğine getiren zebanilerle kavga ettim. AKP karanlığına değil yalnızca, vahşi kapitalizmin savunusunu yapan tüm siyasi anlayışlara, insan yanımızı törpüleyen ırkçılara, aklımızı dumura uğratan gericilere de yönelttim öfkemi…

DELİKANLIYSAN SEN DE YAZDIKLARIMDAN HİÇBİR ÇIKARIM YOK DESENE

Bay sermuharrir ne kadar farkında bilmiyorum yalnızca Ulupınarlarla değil, ülkenin varsıllıklarını yağmalamaya kalkan tüm muktedirlerle sürüyor kavgam… Ya o ne yapıyor? Bir yandan AKP’nin tiranlarına methiyeler düzerken, diğer yandan Ulupınarlara gözü kara bir şekilde saldırıyor. Her ikisinin de dersi ortak, Devrek Irmağı’nın rantını paylaşamıyorlar bir türlü… Ulupınarlar yıllardır kazıya kazıya bitiremedikleri ırmaktan elde ettikleri geliri kaptırmaya yanaşmazken, HES’çilerse AKP içinde daha yukarılardaki siyasi gücüne yaslanarak parsaya ortak olmak istiyor. Kıyamet de burada kopuyor. En utanç verici olan da memleketin başka sorunu yokmuş gibi, bunu da, bağıra çağıra dile getiriyorlar her ortamda. Hiç sıkılmadan gazete çıkarıp, dezenformasyon yayıyorlar… Bizi de salak yerine koyup yazdıklarına inanmamızı istiyorlar… Sevsinler aklınızı…

Ya HES’çi efendinin her yanı lime lime olmuş şark kurnazlığına ne demeli? Suyuna, toprağına sahip çıkmaya çalışan köylülerle bencileyin doğa savaşçılarına kimsenin inanmadığı suçlamalar yöneltiliyor aklınca. Küfür eder gibi, ömrü AKP karanlığıyla mücadele etmekle geçmiş bizleri Ulupınar’ın adamı diye yaftalamak istiyorlar. İlk yazımda “Ağır ol” dedim ama yetmedi galiba… “Haddini bil Reis!” Bunca yıldır fikirlerimle çıktım kamuoyunun önüne. Ülkenin pek çok gazetesinde, hatırı sayılır dergilerinde yazılarım yayımlandı. Bugüne değin bir kuruş bile telif almadım hiçbirinden… Çok şükür ki üç kuruşluk emekli maaşım dışında bir kuruş gelirim de yok bir yerden… Kendi adıma söylüyorum: Çıkar beklentisi, vaadi için bir harf bile fazladan yazan, yazısından bir sözcük çıkaran şerefsizdir. Bay sermuharrir, sen de söylesene çıkar için yazmadığını… Delikanlıysan kapı kapı gazeteleri dolaşıp pazarlık yapmadığını anlatsana mevkutende… Ya da hangi gazetecilere kaç para verdin listesini açıklasana yüreğin yetiyorsa…