Koronavirüs süreci iki konuda sarsıntı yarattı, 1-Dünyanın ekonomisinin dengeleri alt üst oldu, 2-Toplum sağlığını duvara toslattı.
Koronavirüs süreci iki konuda yararlı oldu, 1-Doğa büyük oranda kendini yeniledi, 2-Evlere kapanan insanlar bahçe, tarla, sera ve hatta saksıda sebze üretimi yaparak bir ucundan da olsa tarım alanına bulaştı.
...
Benim Masanobu Fukuoka’yla tanışmam bu süreçte olmadı. Son on yılımı dağ gezileri ve doğa yürüyüşlerinden tutun da köy gezilerine kadar çeşitlendirmiştim zaten. Bu arada şimdilerde adını NK Şiir Evi olarak andığımız babadan kalma, devletten satın alma tarlanın üzerinde fidan yetiştirme, yerli tohumlardan tahıl ve sebze üretme işine çoktan bulaşmıştım.
M. Fukuoka’nın “Doğal Tarımın Yolu” adlı kitabını ne zaman, nereden satın aldığımı anımsamıyorum ama M.C. Anday’ın “Rahatı kaçan ağaç” şiirinde olduğu gibi bu kitap benim rahatımı kaçırdı!
M. Fukuoka bir Japon doğa tarımcısı! “Doğa tarımcısı” diye bir tanımlama var mı bilmiyorum. Onu ben söylüyorum. Fukuoka’nın yaşam felsefesi, yaptığı tarımsal uygulamalar, doğaya ve tarıma bakışı öylesine etkileyici ve şaşırtıcı ki bugüne dek genel-geçer tarımsal bilgilerimin neredeyse tamamına yakınını çöpe atmama neden oldu. En ince ayrıntılarına kadar anlattığı insan-doğa, toprak-bitki, bitki-doğadaki canlılar ilişkisini okuyup düşünürken şaşırmaktan ‘şaşkalak’ olduğumu itiraf ediyorum.
Budama, fidan dikimi, aşılama, ilaçlama, toprağın sürülmesi, gübreleme, verim, üretim ve bu içerikte neler bildiğimi sanıyorsam adam hepsini birer birer çöpe atıyor!
Daha çok ayrıntıya girip yazıyı uzatmak istemiyorum ama izin verirseniz bir iki notumu sizinle paylaşayım!
Masanobu Fukuoka, insanın doğaya egemen olduğu savının koca bir yalan olduğunu, insanın doğanın bir parçası olduğunu ve doğa karşısında çaresiz bir zavallı olduğunu söylüyor!
İnsanlığın, özellikle tarımsal faaliyetlerle kendi geleceğini kararttığını, doğayla uzlaşmak yerine doğaya egemen olmaya çalıştığını, bunun hiçbir zaman olanaklı olmayacağını, evrensel doğa ahlakı ve yasalarının hiçbir zaman şaşmadığını, yapılan tahribatları hiçbir şekilde affetmeden insanı cezalandırdığını, buradan yola çıkarak, tarımsal üretimde sanayileşmenin kısa erimde ürün artışı sağladığını ama uzun erimde bir çöp yığını olmanın ötesinde bir şey olmadığını hem söylüyor, hem de örnekleriyle kanıtlıyor!
 Bu arada küçük bir yanılgıyı gidereyim. Fukuoka’nın iki yüz doksan sayfalık kitabını okuyup bitirdiğimi sanmayın. En az iki yıldır elimde olan kitabın henüz yüz onuncu sayfasındayım. Kitabı en erken iki yılda ancak bitirebileceğimi sanıyorum!
Kitaptan üç sayfa okuyor; sersemliyorum. Sonra o üç sayfa üzerine kaynak araştırması ve alan çalışmasına başlıyorum. Cesaretimi topladığımda beş sayfa daha okuyorum; bu kez iki seksen yere seriliyorum! Sözün kısası, bu kitap ve Fukuoka’nın felsefesi beni yapboza çevirdi!
Fukuoka, kitabı ve yayıneviyle ilgili bilgileri küçük bir araştırmayla bulabileceğiniz için ayrıntıya girmiyorum.
Önerim mi? Bu kitabı okumayın! Çarpılırsınız!
 
GÜNDÜZ KÜLAHLI, GECE...
Sıkı okurlar James Joyce’u ve onun kült kitabı Ulysses’i bilir... Korkmayın, korkmayın; gene bir kitap tanıtımı yapmayacağım...
Zor bir kitaptır Ulysses! Adı bilinir, kendi okunmaz, “Kütüphanemde bulunsun, bir ara okurum!” diye satın alınan türden bir kitaptır. Ve tam sekiz yüz kırk sayfadır!
Beni tanıyanlar bilir; böylesi ürünlerin belalısıyımdır! Ulysses’i okuyorum. Bir bölümünde anlatılanları okurken Joyce’un günümüze ışık tuttuğunu gördüm ve “Bunu Halkın Sesi Gazetesi okuyucularıyla paylaşmalıyım!” dedim.
Paylaşıyorum...
Sürekli tartıştığı, karşılıklı yazılar yazdığı Independent Gazetesine transfer olan bir gazeteciye verip veriştiriyor;
Tahsil görmüş adam. Myles Crewford, Independent’e geçmiş. Şu gazetecilerin yeni bir işin kokusunu alır almaz öyle tornistan etmeleri yok mu ya. Fırıldaklar. Gündüz külahlı, gece silahlı! Hangisine inanacağını bilemezsin. Birinin dediği öbürününkine uymaz. Bir bakarsın dalaşırlar, gazetelerinde birbirlerini topa tutarlar. Sonra bir bakarsın can ciğer dost olmuşlar! /.../”
 
BUGÜN...
Joyce’un sözünü ettiği ve bize “gazeteci” olarak ‘kakalanan’ tipleri akşam yandaş televizyonlarda, gündüz -para verip alırsanız- gazetelerinde görürsünüz! Yıllarca övgüler düzüp yalvaç ilan ettikleri Fethullah Gülen’i bugün İblis yaparlar. Yetmez, kendileri dışındaki herkesi FETÖ’cü yaparlar, falan filan...
Toplumsal çürüme öylesi boyuta geldi ki üstteki tanımlamayı birçok meslek grubu için de yapabilirsiniz. Ben bu türden tipleri daha çok siyaset alanında gözlemliyorum. Hem yerel, hem de ulusal arenada boy gösteren bu külahlı-silahlı kişilerin ortak özelliği sözde var; özde yok olmalarıdır! Süleyman Demirel’in, “Bizim kapının önüne bağladım, şimdi öbür yana...” benzetmesiyle hicvettiği bu türden kişilerle bu ülkeyi devirmeden nereye kadar götüreceğiz, bilemiyor insan!
 
CEM ATASUN BAYRAKTAR
Cem, uzun yıllardır Çaycuma’da. Hani kimileri konuşurken aidiyet belirtmekten hoşlanır ya onların çizgisinden söylersem, yaşadığı yer kadar Çaycumalı bir aydındır Cem!
Belirli aralıklarla da olsa, ucundan bucağından da olsa görüşür söyleşiriz. Duyarlıdır, hislidir, yer yer öfkelidir ve en güzeli katıksız bir yurtseverdir! Araştırır, soruşturur, ileride kitap olsun istediği notları tutar, sesini yükseltip düzenin düzensizliklerine, yönetenlerin duyarsızlıklarına verip veriştirir...


...
Üzülmemek elde değil! Cem’in elinde tuğla kalınlığında bir araştırma çalışması basılmayı bekliyor; ilgili kurumlardan tık yok! Yaşadığı toprakların tarihine, kültürüne, sosyal dokusuna duyarlı bir yurttaş olarak Cem Atasun Bayraktar’a kulak verecek hiç kimsenin olmayışı, mikrofonu gördüğünde, güncel siyasetin ‘cangılına’ bir avuç köz de kendisi bırakan nicelerinin aslında ne kadar da palmiye adam olduklarını gösteriyor!
Cem’e kulak verin! O ses, bizim sesimizdir! Siyaseti, Ankara’ya paye almak için gitmek sanan politikacılara sesleniyorum; siz yok olup gidersiniz Cem Atasun’lar hep kalır!
 
GÜNDEMİN İÇİNDE OLMAK...
Bir arkadaş, “Hocam, Zonguldak’ın gündemindeki konulara uzak mı duruyorsun?” diye sordu.
Şaşırdım. “Hayır, niye öyle olsun?” dedim.
“Zonguldak’ın gündemindeki konuları pek yazmıyorsun da!” dedi.
“Zonguldak merkezde yayımlanan ve Zonguldak gündemine ilişkin köşe yazılarının yer aldığı birçok gazete var. Hem haber akışı hem de köşe yazısı olarak zaten yeterince işlenirken, benim de aynı şeyleri yinelemem tekrara düşmek olmaz mı? Zaten işlenen konuları yinelemek yerine, farklı ama gözden kaçan ayrıntıları yazmak daha işlevsel değimli?” diyerek, soruya soruyla yanıt verdim.
...
Yakından uzağa, bilinenden bilinmeyene” ilkesi, eğitimin temel öğretim ilkelerinden birisidir. Önündeki çukuru görmezken uzaktaki uçurumu anlatanın uçurumu görme olasılığı yoktur! Evinin önünü süpür, mahalle temiz olsun deriz ya hani, onun gibi bir saptama yani!
Türkiye’de yaşıyor olup da gündemin dışında olmak olası mı? Biz gündemin içine giremiyorsak, gündem bizim içimize giriyor!
Gündemsizlerden korkarım ben! Eskiler onlara “gailesiz” der.
Gailesiz adam, mezbahada geviş getirerek kesilmeyi bekleyen sığır türüdür!