Yalnızca havaların değil, ruhumun da kederli zamanları galiba… Bahar geliyormuş, dört bir yan az sonra deliren bir yeşile boyanıp, güneş en sıcak yüzü ile gülümseyecekmiş ülkeye, inanın hiç heyecan vermiyor şu aralar bana… Apansız yağan yağmurlar gibi, nedensiz bir keder yükü, içimde dolanıp duruyor… Elimdeki kitap sünüp gidiyor, okumalar da haz vermediğine göre iyice çöl iklimine girdi demek ki gönlüm… Oysa şarkıdaki gibi tıpkı, her bahar doğa gibi yüreğim de çiçeklenirdi benim… Dal uçlarından ışkın atmaya başlamış bir ağaç, altında sabırla beklediği toprağını patlatıp hayata tomurcuklanmış bir bitki, yamaçtaki bir çiçeğin kimselerin farkında bile olmadığı yabanıl kokusu, alıp getirir bambaşka dünyaların insanı yapardı beni…

 

Bir köşeden iki ayağı üzerine doğrulup sakin sakin etrafa seyreden bir kedinin gözlerindeki ışıltı kuşlar uçururken içimde, başını okşadığımda kuyruk sallayarak peşimdenkoşan köpeğin mesut yüzü yaz meltemi gibi serinletirdi yüreğimi… Dünyanın en cıvıltılı seslerini çıkaran narin bedeni ağacın zulasınagizleyerekşakıyan kuşlar, masmavi sonsuzluklara gönül dolusu kanat çırpan martılar, denizin gri sularında bir yitip bir görünen balıkçıllar, mesken tuttuğu sarp kayalıklardan muzaffer bir komutan gibi denizi gözleyen karabataklar en kederli zamanlarımı bile tül beyazı yapardı… Şimdilerdeyse, yaşadığım her şey yıkıp geçen bir kasırga oluyor, aysız gecelerin olanca karanlığı gibi çöküyor üstüme…

 

ŞEYTANA RAHMET OKUYASIM GELİYOR

Ağacı, kurdu, kuşu, çiçeği, börtü böceği seviyorum da insan denen canlı içimi fena halde üşütüyor şu sıralar… Hırslar, egolar, iki yüzlülüğün eşlik ettiği korkaklıklar, yıvışık bir yüzle açığa çıkan yüzsüzlükler, kendine olan aşkından yanıp tutuştuğu için başka herkesten nefret eden narsistik kişiler midemi bulandırıyor… Sayılarının ne kadar çok olduğunu görünce bir umutsuzluktan bir başka umutsuzluğa yuvarlanıyorum. Her biri bir başka granit olan insansılara tosladıkça insan yanım acıyor… Bunca nezaketsiz, olanca çirkinliğiyle bir araya nasıl toplanıyor, şaşırıyorum... Hiçbir şeye şamamam gereken yaştayım oysa…

 

İnsan kanı içerek semiren tacirler el üstünde tutuldukça toz duman içinde kalıyor beynim, sis basıyor derinliklerimi… Büyük bir hayretle tanığıyım ki, bir ayak üstünde bin yalan söyleyen hokkabazlar, namus timsali olarak geziyor ortalıkta. Gönül gözüm açık çok şükür, görüyorum ki namusu iki bacak hapsetmiş zavallılaryüzünde bin bir maske ile dolaşıyor… O kadar başarılılar ki kim melek kim şeytan karıştırıyorum çok zaman… Sergilenen iki yüzlülükleri, yapılan üç kağıtları, kurulan hileleri, çevrilen dolapları öğrendikçe şeytana rahmet okuyasım geliyor… Bunca insansızlığa nasıl katlanacağım, bu sevisizlik ne zaman çıldırtacak beni sorusuyla boğuşuyorum daha sonra…

 

BİR RENK DEĞİLDİR MAVİ

Düzeysiz sohbetler, içtenliksiz merhabalar, yarınsız dostluklar, anda başlayıp anda tükenen arkadaşlıklar okyanusun ışık sızmayan en derini gibi zifiri karanlık yapıyor yüreğimi… Kısa sürede tıknefes kalıp soluğu tükenmeyen sevilerin, hayatı büyük bir yarış değil, uzun bir yürüyüş olarak gören ve tadına vara vara yaşayan engin gönüller aşığıyım…  Kazanmayı da, yitirmeyi de, tıpkı cesaret ve korkaklık gibi insana dair bir edim olarak gören ve hayatı o boyutuyla kavrayan kamilinsanlar peşinde dolaşıyorum. Masmavi bir dünya hayal ediyorum sonra. Edip Cansever gibi tıpkı, pürüzsüz mavilikleri özlüyor, yalınkat bir yürekle ona doğru koşuyorum:

 

“…Bir başka bakışında da gökyüzleri vardır, düz / Kuş sürüleri vardır eğri / Bir sana bir ayak bileklerine bakanların dünyası da vardır ki / İster kıyıları çekine çekine döven sulara benzet / İster ağır ağır yanan yaprak kümelerine / Anlıyor musun / Anlıyorsun elbette / Ne yaparsan yap yürürlüktedir yetinmezlik. // Maviyi soruyordun, gözlerimden yüzüme yayılan maviyi mi / Bir renk değildir mavi huydur bende / Ve benim yetinmezliğimdir / Ve herkesin yetinmezliğidir belki / Denecektir ki bir süre / Ve denecektir / Bir akşam üstünü düşünmek bir akşam üstünü düşünmekten / Başka nedir ki // Gelecekten utanarak dönen bir sevinçliğim / Ya sizler / Ey sırasını beklemeden gelen akşamüstleri.”

 

Edip Cansever