Uzun zamandır merak ediyordum, acaba ne zaman, kim, nasıl müdahale edecek bu yobaz sürülerine diye. Neden yobaz? Çünkü anlattıklarının çağdaş yaşamla, dünyanın ulaştığı uygarlık ve insanlık düzeyiyle, Anayasamızın 2. Maddesinde yazılı “Türkiye Cumhuriyeti devleti laik, demokratik sosyal bir hukuk devletidir” hükmüyle, dinle, diyanetle hiçbir ilgisi yok da ondan. Ne demek yahu “küçük kız ve erkek çocuklarla eğleşmek”?.Böyle bir anlayışın ne dinle ne de insanlıkla ilgisi olmamalıdır. Bunu diyen şahıs, ayni zamanda “yanmayan kefen” ve “Peygamber terliği” de pazarlıyordu.
Şimdi bunların sosyal medyaya, gazete sayfalarına da yansıyan başka herzeleri de şunlardı: “Hamilelerin sokağa çıkması terbiyesizliktir”, “Eşinin dans etmesine izin veren erkek deyyustur”, “Dekolte giyen kadınlar tecavüzü göze almalı”, “Parfüm haramdır, topuklu ayakkabı ayete aykırıdır”, “Kahkaha atan kadınlar iffetsizdir”, “Kız öğrencilerle erkek öğrencilerin aynı merdiveni kullanması sakıncalıdır”, “babalar kızlarına şehvet duyabilir, anneyle evlenme olabilir”, “bazı vakıf ve tarkatlara bağlı yurtlarda ve kurslarda çocuklara tecavüz olayları” da görmezden gelindi..
Bunları duyunca “Hangi çağda yaşıyoruz yahu” diye yerimizden zıpladığımız çok olmuştur. Ayrıca bunları söyleyenler, TV ekranlarından ve gazette sayfalarından duyurmakta bir sakınca görmediler.. Bazı din eksenli vakıfların ve derneklerin kurdukları yurtlarda, kurslarda meydana gelen taciz-tecavüz olayları gazete ve Tv sayfalarında yer almakta gün geçmiyor ki..
En sonunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sosyal yaşamımızı etkilemeğe çalışan, toplumda huzursuzluğa yol açan bu gruplara karşı bir tavır ortaya koydu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı göreve çağırdı. Ardından bu tür açıklamalar yapan bir İlahiyatçıya soruşturma açıldı.
*****
Hazinemizin parasını öğütmekten, böyle abuk-sabuk fetvalara kendisi de eklemeler yapmakta bir mahzur görmeyen Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir ses duydunuz mu? Duymadık. Buranın görevlileri bu başkanlığın kuruluş gerekçelerini bir daha okusunlar.Din hizmetlerinin politikanın dışında ve üstünde tutulması gerçeğinden hareketle, Cumhuriyetin bir kurumu olarak kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi, kuruluş kanunu olan 3 Mart 1924 tarihli ve 429 sayılı Kanun’da ‘İslam dininin itikat ve ibadet alanıyla ilgili işleri yürütmek ve dini kurumları idare etmek’ şeklinde ifade edilmişti.  
Pekala, yukarıda özet olarak verilen saçmalıkları sosyal medyada ve basında vidiyolar halinde yaygınlaştırmağa çalışan, ayrıca, ellerinde koca sopalarla plajlarda güya insanları uyaran sarıklı-sakallı-cübbeli-şalvarlı (Ne hikmetse hepsi üniforma gibi bu giysileri giyiyor!)şahıslara “Sen bu insanları nasıl rahatsız edersin, kamu düzenini nasıl bozmağa çalışırsın?” diye sorgu eden oldu mu? “Mahalle baskısı” yaratan ve dini ve Kuranı kullanarak genellikle tarikatlarda örgütlendiği söylenen bu yobaz takımı yüzünden Türkiye'nin en azından 20-30 yıl önceki yaşama biçiminde uzaklaştığı ileri sürülüyor.
Bu kafadaki şahısların gayreti; “Laik-demokratik ülke”yi, din hükümleriyle yönetilen, dilini, örfünü, töresini, yaşama biçimini değiştirerek bir İslam devleti haline getirme gayretleridir. Bir takım etkili yetkili kişiler tarafından da din-iman adına desteklenen bu eğitimsiz, çağdaş bilim ışığından uzak gruplar, toplumsal yaşamımız için de tehlike teşkil edeceklerdir.
*****
            Feuerbach’ın (Ludwig Andreas, 1804-1872) “Ahlakın temeli ne zaman ilahiyata dayandırılırsa, halklar ne zaman ilahi otoriteye bağımlı hale getirilirse, en ahlaksızca, en adaletsiz, en kepaze şeyleri mazur/özürlü gösterip yaygınlaştırmanın yolu açılmış demektir”.
Ülkemizde olanları gözümüzün önüne getirdiğimizde Feuerbach’ın bu sözleri daha büyük bir anlam taşıyor.Bizim kuşak “ahlaklı olmayı, insanlığın bir gereği” olarak benimsedi. Bizlerin istenen düzeyde ahlaklı olmamız konusunda elbette anne ve babalarımızın olumlu etkileri olmuştur. Ama okul eğitimi ve yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz “ahlaklı olmanın, insan olmanın bir gereği” olduğu gerçeğini öğretti bizlere..
*****
Aslında bizler çok şanslı bir milletin mensuplarıyız. Neden derseniz; Ömrünün yarısı savaş alanlarında geçmiş, “Çanakkale savaşlarının Sarı Paşası”, yurdunu, devletini ve milletini korumak için “Ulusal Kurtuluş Savaşı”nı zaferle sonuçlandırmış; sonrasında ülkesini ve insanını geliştirmek ve ilerletmek için devrimler yapmış Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi büyük bir öndere sahibiz. Ve bu büyük önder bizlere “Hayatta  en hakiki mürşit  bilimdir, fendir.” diye yol gösteriyor. Üzerinde kayıtlı her şeyi milletine armağan ettikten sonra miras olarak da; “Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” diyerek, köşkler, saraylar, banka hesapları, büyük topraklar, fabrikalar değil,  “bilim ve aklı”  işaret ediyor.
Şimdi O’nun ışıklı, aydınlatıcı, yol gösterici sözlerinden bazılarını okuyalım ve mutlaka günümüz koşullarında bir kez daha düşünelim:
         “Dünyada her şey için, yaşam için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. Bilim ve fennin dışında yol gösterici aramak aymazlık, bilgisizlik, doğru yoldan çıkmışlıktır.1924 ;S.D. II
         Gözlerimizi kapayıp, yalnız yaşadığımızı varsayamayız. Ülkemizi bir çember içine alıp dünya ile ilgilenmeksizin yaşayamayız. Tersine gelişmiş, uygarlaşmış bir ulus olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayacağız: bu yaşam ancak bilim ve fenle olur. Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve ulusun her bireyinin kafasına koyacağız. Bilim ve fen için sınır ve koşul yoktur. (1922; S.D. I )
Taassup cahilliğe dayanır. Bundan dolayı taassubu olan cahildir. İlim mutlaka cahilliği yener, o halde halkı aydınlatmak lazımdır.(Taassup: Herhangi bir delile, belgeye dayanmadan, bir fikre körü körüne bağlanmak.)
             Ben, manevî miras olarak hiç bir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır.  
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
·