Üniversitenin oralarda bir evde oturuyordu genç kız. Devlet memuru olarak çalışmaktaydı. Anadolunun bambaşka illerinde büyümüş ve hiç bilmediği bir şehre, Zonguldağa atanmıştı. 2 yıldır buradaydı ve günlük trafiği genelde işten eve,  evden işe şeklindeydi. Zonguldak ona göre merdiven tepesine kurulmuş garip bir şehirdi. Kısa mesafeler için dolmuş kullanmak masraflı ve anlamsızdı, yürümeye kalksa tırmanması gereken merdivenleri de gözü yemediğinden bu iki yılda şehri keşfetme işini hep ertelemişti. Oyuncu olmayı istiyordu. Arkadaşları vasıtasıyla amatör bir tiyatro grubuna katıldı. Oyuncular arasında yaşı en büyük olan bir abla vardı. Bu abla, çalışmalara gelirken mis gibi kekler, börekler yapıp getiriyordu. Bunları nasıl yaptığını merak ediyor ve ilk fırsatta ona da öğretmesini istiyordu. Bu öyle bir ablaydı ki, kainatın en muhteşem, en harikulade (!) insanı dese yalan olmazdı. On parmağında on marifet bir hatundu. Yemeyip yediren, giymeyip giydiren cinsten biriydi. Sokağa çıkarken muhakkak cebine bir deste para alır ve onları yolda gördüğü fakir fukara, garip gurabaya dağıta dağıta giderdi. Veren el, alan elden üstündür der, bu  yüzden de sol elini, sağ elinden daha çok severdi manyak. Çocuğu yaşındaki diğer oyuncuları, pek başarılı olamasa da, güldürüp eğlendirmek için yırtınırdı. Çoğu zaman espri niyetine, kendisi dahil kimsenin anlamadığı şeyler zırvalardı. Güldürme hedefine kilitlenmişti. Eğer istediği kadar gülme efekti alamazsa, mimikleriyle desteklediği şaklabanlıklar üretirdi. O kadar sakardı ki, şimdiye kadar bir koltukta, iki kere düşmeden, bir saat oturduğunu gören olmamıştı. O yaşta, kendini maskara etmesine gülünür ama o bunu zeka dozu yüksek esprilerine yorardı. Kafasından ne geçtiği belirsiz ama kesinlikle zararsız  biriydi.  Genç kız ona da uygun bir sıfat bulmuştu. Evet bu tam anlamıyla yeni yetme bir bunaktı.

Bir Cumartesi günü akşamı, gruptakileri evine davet etmiş, fakat hazırlanma aşamasında yardım talep etmişti. Genç kız düşünmeden yardım etmeyi kabul etmişti. Çünkü o güzel yiyeceklerin nasıl yapıldığını öğrenme fırsatlarının ilki buydu ve kaçırılmamalıydı. Abla, ona evini tarif ederken, Kapuz dolmuşlarıyla, Merdiven durağına kadar gelip, karşıya geçerek, merdivenlerden inmesi gerektiğini söylemişti. Genç kız Cuma akşamı, eski adıyla SSK Hastanesi, şimdiki adıyla Atatürk Devlet Hastanesinin oralarda oturan bir arkadaşında kalmıştı. Şehri tam bilmese de ablanın evinin yakınlarında olduğunu tahmin edebiliyordu. Cumartesi sabah saatlerinde ablayı aradı. Aralarında geçen konuşma şu şekilde gelişti.

*..Güzel kızım şimdi sen önce çarşıya in, dolmuş duraklarındaki ilk dolmuş grubu KAPUZ dolmuşlarıdır, onlardan birine bin, gel. Sonra dediğim yerde in. Ok?

*..Abla, ben evimden gelmiyorum, arkadaşımda kaldım dün, Atatürk Devlet hastanesinin orada oturuyor, o yüzden yola indim, ama epeydir bekliyorum geçmedi hiç dolmuş.

*..Ne? Devlet Hastanesi mi? haydaaa.. Kızcuvazım, ne işi var orada Kapuz dolmuşunun, kim dedi sana ordan geçer diye?

*..E arkadaşım dedi "Aşağıya in oradan geçer" dedi.

*..Hay ben senin arkadaşına.. Tövbe tövbe.. Kızım sen bence bir daha o arkadaşında kalma, senden pek haz etmediği belli, baksana seni yanlış yunluş bilgilerle sokağa salmış.. Neyse, şimdi sen bi şekilde çarşıya in, artık yürür müsün vesait mi kullanırsın bilemem. Kime sorsan sana Kapuz duraklarını gösterir. Oradan bineceksin.

*..Abla sen, çarşıya mı in dedin? ..Ama..

*..Şş sen bana güven çarşıya in, başka yol yok, hadi bakayım, geç kalma seni bekliyorum, daha bi tencere sarma yapıcaz..

*.... ?... iyi madem. Der ve kapatır telefonu. Aradan 15  dk geçer. Ablanın telefonu çalar. Arayan genç kızdır.

*..Abla dolmuş geldi, ben de bindim. Israrla merdiven durağında ineceğimi söylememe rağmen sanırım beni yanlış yerde indirdiler. Burada bir merdiven var evet, ama tabelada KAPUZ PLAJI yazıyor.

*..Ay Allah'ım aklıma mukayyet ol. Siteden bir kapuz dolmuşu geçiyor, sen biniyorsun ve seni plaja kadar getiriyor öyle mi? Neler oluyor yahu? Kızım sen dolmuşa bindiğinden emin misin? Senden başka yolcu var mıydı? Yolda hiç uykun filan geldi mi? Yolun her aşamasını hatırlıyorsun değil mi?

*..Yok abla ya, normal dolmuştu işte, ters bi şey yok merak etme de, şimdi ne yapıcam sen onu söyle.

*..Şimdi kızım, sen orda bekle, sende bu şans varken az sonra illaki memleketine giden bir otobüs geçer oradan, biner memleketine dönersin selametle. Bu nasıl bir şey yahu?

*..Ya abla ya, dalga geçme, söyle ne yapıcam şimdi?

*..Olduğun yerde kal. Zonguldak tarafına doğru gitmek için, gelen ilk dolmuşa bin ve lütfen ama lütfen MERDİMAN durağında inicem diye gerekirse her durakta hatırlat. Bu durum  gözünün kaşının patlatılması riskini de taşıyor ama ne yapalım ki, bu da senin şansın.

Bu yazıda sözü geçen "Abla" nın kim olduğunu anlayan anlamıştır. Evet, zat-ı şahaneleri ben olurum efendim. Doğduğundan beri burada yaşayan yeni yetme bir bunak olan ben ve benim gibi bir sürü insanın aklında, Site'deki Devlet Hastanesi, Yayla'daki de SSK hastanesi olarak yer ettiğinden, kızcağız evimin dibindeki hastanenin oralarda olduğunu anlatmaya çalışsa da ben karşı tepedeki hastanenin orayı tahayyül edip, çocuğa "dümdüz yürü gelirsin" diyeceğime, illa dolmuşa bindirme cihetine gitmiştim. Anlaşılan, dolmuş söförü de, genç kızın yabancı olduğunu anlamış, bu kadar kısa mesafe için binmemiştir, olsa olsa plajın oradaki merdiveni kast ediyordur diye düşünüp onu plaja kadar götürmüş olmalıydı. Sayemde kızcağız 100 mt mesafede iki kere dolmuşa binmiş, sonunda 1.5 saat sonra eve varabilmişti. Ben zaten o saate kadar sarma işini yarılamıştım, o da yorgun düşüp, paniklediğinden, onu karıştırmadan kalanını da ben sardım. Bunağım munağım ama sarma işinde kimse elime su dökemez, tadanlar bunu bilir bunu söylerler. Öhö öhö kiss..

Not: Bir hukuk efsanesi vardı, şahitlikle ilgili. Mahkemelerde kaç yaşından ya da böylesi kaç vukuattan sonra şahitlik kabul edilmiyordu acaba. Bu konuda rüştümü ıspat etmiş miyimdirki?