90 lı yılların başında Demokratik kitle/Meslek örgütlerine resmi ağızlar “Sivil Toplum Örgütleri (STÖ) tanımı yapmaya başladı, bu furyaya Sol-Sosyalist cenahtan da destek geldi. Sendikalar, Meslek örgütleri; (Türk Tabipler Birliği(TTB),Türkiye Barolar Birliği (TBB), (Türk Mühendis ve Mimar Odalar Birliği)TMMOB), bunlar  “STÖ” değildir. “STÖ” diye; Kanarya Sevenler Derneği, Çevre Koruma Dernekleri, Anneler Derneği vb. örgütlere denir ve DKÖ ler dahil hiçbirisi “Partiler üstü” değildir.

Türkiye’deki geçmişi 19 yy. ile 20 yy. başlarına dayanan Demokratik Kitle Örgütleri (DKÖ) pratiğinde ve bu pratik içinde son 45–50 yıllık dönemde Türkiye Sosyalist solunun tayin edici rolü vardır.

Günümüzde demokrasi havarisi kesilen dinci ve milliyetçiler Demokratik kitle kurucu ve üyelerine “vatan hainleri” diyerek her dönem saldırdılar..

1965 lere kadar, çeşitli temellerde kurulmuş olan ve faaliyet yürüten DKÖ ler (Halkevleri, Meslek Odaları, Sendikalar, Gençlik örgütleri, Kültür Dernekleri vb.) gerçek anlamıyla DKÖ değildi. Bunda belirleyici faktör, söz konusu örgütlenmelerin büyük çoğunluğunun merkezi iktidar ile olan ilişkilerinde ortaya çıkıyordu.

Çalışmalar iktidarın basit bir eklentisi olma, icazete dayalı politikalara hapsolma gibi işlevlerle sınırlıydı. 1961 de 27 Mayıs anayasasının öncekilerden farklı olarak daha geniş demokratik olanaklar sunması, dünya çapında yaygınlık kazanan ve yeni bir dünya istemine dayalı gençlik hareketinin etkisiyle Türkiye o güne kadar tarihinin en geniş ve en hızlı gelişen toplumsal mücadelelerine sahne oldu. 12 Mart askeri-faşist darbesiyle bir süre kesintiye uğrayan bu süreç, askerlerin çekilip yerlerini sivillere bırakmasından sonra daha da keskinleşerek devam etti.12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesi, Demokrasinin nefes boruları olan özellikle Sol ve DKÖ üzerinde yok edici etki yarattı.

Binlerce DKÖ nün bir çırpıda kapatıldığı bu dönemde herhangi bir kitlesel çıkış olmadığı gibi Sol örgütler dağıtıldı, kadroların büyük bir kısmı cezaevlerine kapatıldı, geri kalanı ya yurt dışına kaçtı ya da mücadeleyi terk etti.

Binlerce insanın hayatına mal olan mücadelenin onuru, dışarıda kalmayı başaran az sayıda devrimcinin ayakta kalma çabası ile ve asıl olarak ta cezaevlerinde direnen Devrimciler tarafından korunabildi.

1980 darbesinin sonuçları yalnızca baskı, işkence ile sınırlı kalmadı. Türkiye toplumu hızla politikadan uzak tutulma sürecine itilirken yaygın bir yozlaşma ortamı, özetle; duyarsız, tepkisiz ve her şeye “evet” diyen bir toplum oluşturuldu.

90 lı yılların başlarında İşçi eylemleri ve özellikle KESK in örgütlenmesinden sonra bu kabuk çatlamaya başladı ama kırılamadı.

Bundan güç alan AKP iktidarı şimdi demokrasinin olmazsa olmazları olan “Meslek Örgütleri” ‘ni “OHAL” bahanesiyle kapatmak istiyor.

Bu çatlayan kabuğu kırmak için:

Hayatın her alanında bürokratik değil demokratik kitle örgütleri oluşturmalı.

Evrensel barış sağlanmadıkça insanlığın nihai kurtuluşu mümkün olmaz.

Silahlanmaya ve Halklar arasında etnik ve dinsel farklılığı kaşıyanlara karşı ulusal ve uluslar arası çalışmalar yapılmalı. Sistemin yarattığı çıkarcı, bireysel inisiyatiften yoksun insan tiplerinin karşısına, düşünce ve davranışlarında tutarlı, yaşadığı dünyanın bütün problemleriyle ilgili, çevresindeki bütün olaylara duyarlı insan tipleri çıkarmak için kültürel ve sanatsal örgütlenmelere ağırlık verilmeli.

Emekçi partiler önderliğinde Yaşadığı çevreye ve dünyaya yabancılaşmaktan kurtulan bireyler çoğaltılmalı.