İsterseniz söze bir Amerikan fıkrası ile başlayalım.
   İlkokulda öğretmen ile bir öğrenci arasında şöyle bir diyalog geçiyor: 
   -Oğlum, büyüyünce nasıl bir kadınla evlenmek istersin?
   -Ay gibi bir kadınla evlenmek isterim.
   -Neden ay gibi?
   -Sadece geceleri ortaya çıksın, gündüzleri ise kaybolsun diye efendim!
   Konu başlığımız ''milli irade'' ile bu fıkranın  ilişkisi ne olabilir diye düşünebilirsiniz. Nedense ben bir ilişki kurdum. Zira politikacılar da milli iradeyi böyle görüyor. Yani işlerine geldiği zaman milli iradeyi yere göğe koyamıyor; ama gelmediği zaman da yok farz ediyor. Referandumlarda veya seçimlerde kazanacaklarını gördüklerinde milli iradeye başvuruluyor ama kaybedilecek durumlarda söz konusu bile edilmiyor. 
   Günümüzden örnekler verirsek; AKP ve Cumhurbaşkanı anayasa değişikliğini ve başkanlık sistemini referanduma sunduklarında kazanacaklarını anladıkları için milli iradeyi yere göğe koyamıyor. İki laflarından biri milli irade. Ama iş demokrasinin olmazsa olmazı olan; milletvekillerini milletin seçmesi konusuna gelince, milli irade adam yerine konulmuyor. Demokrasi deyince mangalda kül bırakmayan parti liderlerinin hiçbiri buna yanaşmıyor.  Kısacası, politikacılar milli iradeye saygı konusunda da samimi değiller.
   Peki, milli iradeye baş vurmak her durumda doğru mudur? Eğer doğru diyorsak; 1982 Anayasa referandumu ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kenan Evren'in anayasası % 91 oy gibi çok büyük bir ekseriyetle kabul edildi, ve aynı oy oranı ile Kenan Evren Cumhurbaşkanı seçildi. O zaman bu seçime, yani milli iradenin tercihine neden şimdi saygı gösterilmiyor? Kimse bana ''o seçimde baskı vardı'' diye maval okumasın. Gerçekte baskı falan yoktu ve herkes o zaman ''Kenan Paşa çok yaşa!'' diye seve seve oy verdi. İki yüzlülüğün gereği yok. İtiraf edelim, benim oy verdiğim Zonguldak'da bile halkın % 91.86'sı evet oyu verdi. Ama milli iradeye saygı diyenler sonradan neredeyse Kenan Evren'i asacaklardı. Cenaze namazına bile gitmediler.
   Daha marjinal örnekler verelim; ünlü diktatörlerden Hitler de milli iradenin oyu ile seçilmişti. Saddam ise milli iradeden % 99 oy olarak başkanlık seçimlerini kazanıyordu. Günümüzün örneği ise dünyanın en katı diktatörlüğünün hüküm sürdüğü Kuzey Kore'dir. Bu ülkenin devlet başkanı Kim Jong-Un milli iradeden ne oy alıyor biliyor musunuz;tam % 100!
   Şimdi bu diktatörleri seçen milli iradeye saygı mı duyacağız?, Demek ki milli irade bazı durumlarda doğru karar veremiyor! 
   O zaman milli iradeye başvuracağımız konuları isabetli seçmeliyiz. Eğer her konuda milli iradeye başvuracaksak; örneğin, asgari ücretin ve ekmeğin fiyatının ne olması gerektiğini de soralım mı? Hangi babayiğit devlet yöneticisi buna yanaşabilir?
   Buradan şu anlaşılıyor ki; bazı konularda milli iradeye danışmak insanı doğru sonuca götürmüyor. Örneğin; ünlü İtalyan bilim adamı Galileo ''dünya güneşin etrafında dönüyor'' dediği için 1916 yılında idama mahkum edildi. Zira dünyadaki  insanların yarısı güneşi dünyanın etrafında dönüyor diye biliyordu. Bizim atalarımızın da içinde bulunduğu diğer yarısı  da dünyanın  döndüğüne bile inanmıyordu. Dünyayı düz bir tepsi gibi sanıyordu. Yani dünyada doğruyu söyleyen tek insan Galileo idi ama halkın iradesi  onu ölüme mahkum etmişti. Neyse ki adamcağız can korkusu ile sözünü geri aldı da kelleyi kurtardı!
   Kendi ülkemizden verebileceğimiz en iyi örnek Cumhuriyet'in kuruluşudur. 
   Size şöyle bir soru sorsam, ne cevap verirsiniz? Atatürk Cumhuriyet'in ilanını referanduma sunsaydı yüzde kaç oy alırdı acaba? Sizin cevabınızı bilmem ama yüzde bir bile alamazdı! Neden? Bunun cevabını bulmak için Türk toplumunun o zaman hangi şartlarda yaşadığını bilmek lazım.
   Bir kere, her zaman söylediğim gibi, Türkler Osmanlılar zamanında sadece köylerde yaşayan, ilkel usullerle çiftçilik ve çobanlık yapan; tabii ki birde padişaha asker yetiştiren fakir fukara bir toplumdu. Eğitimi yalnızca kendileri eğitime muhtaç olan köy imamlarına teslim edilmişti.  O yüzden okuma yazma dahi bilmeyen, dünyayı öküzün boynuzunda sanan bir millet idi. Bunu abarttığımı düşünmeyin; zira bırakın 1923 yılını, benim çocukluğumun geçtiği 1950'lerde bile bu böyleydi. Hatta o sıralarda bir deprem olmuştu da bizim köylüler ''öküz başını salladı!'' demişlerdi.
   Dünyanın yaşadığı köyden ve civarındaki birkaç köyden ibaret olduğunu sanan halk, demokrasi, hürriyet ve cumhuriyet gibi kavramların ismini bile duymamıştı. Kendilerine başka seçenek anlatılmadığı için doğal olarak padişahçı ve şeriatçı idi.
   Şimdi bu kültürdeki bir halka cumhuriyet ile padişahçılık arasında bir tercih yapması için referandum yapsanız referandum sonucu ne çıkar? Tabii ki yüzyıllardır biat ettikleri padişahı tercih edeceklerdir. Bu onların suçu değildir. Zira eğitimsiz bırakıldıkları için başka bir fikirleri yoktu. 
   İşte bu yüzden Cumhuriyet'in ilanı kolay olmamıştır. Bırakın halkı; halka göre oldukça eğitimli sayılan milletvekilleri bile başlarda bu işe yanaşmamıştır. Zira cumhuriyetin dinsizlik getireceğinden endişeli idiler. Bu yüzden, Atatürk onları ikna edebilmek için anayasaya 2.nci madde olarak ''Türkiye Cumhuriyeti'nin dini İslamdır'' ibaresini koydurmak zorunda kalmıştır. Buna rağmen milletvekillerinin muhalif olan yarısı oylamaya dahi gelmemiştir.(Onların torunları şimdi nerededir dersiniz!?)
   Sonuç olarak diyeceğim şu: Eğer herhangi bir konuda milli iradenin oyuna başvurulacaksa; milli irade o konuda bilgilendirilmeli ve bilinçlendirilmelidir. Aksi takdirde milli irade birileri tarafından yanlış yönlendirilebilir; ve bu işin sonu da diktatörlüktür.
   Demokrasinin şifresi halkın kendi vekillerini kendilerinin seçmesidir. Bu yapıldığı takdirde diğer sorunlar kendiliğinden çözülecektir. Bu iki kere iki dört eder kadar gerçektir.
   O halde, bir samimiyet testi yapalım: Hodri meydan; milletvekili seçimlerinde milletvekillerini şimdi yere göğe koyamadığınız milli iradeye seçtirin! Görelim  bakalım milli iradeye saygınızın ve güveninizin gerçek olup olmadığını!