Biz Türkler misafirsever bir milletiz. Görgü ve adabımız “Tanrı misafiri” kabul ettiğimiz insanlara sahip çıkıp ağırlamak üzerine kurulmuştur.
 
Bir Türkler yabancıları da severiz, “yabacı hayranı” bir milletizdir. Her ne kadar bunun ayarını ara sıra kaçırsak da, ziyarete, gezmeye gelen yabancılara ve turistlere karşı içten gelen bir hayranlığımız ve sempatimiz vardır. Misafirperverliğimizi bu noktada çok daha iyi sergileriz.
 
Günümüz dünyasında sermayenin hakim olduğu ekonomik şartlarda bu hayranlık dünyadaki örneklerine benzese bile Anadolu’da bu gelenek devam etmeyi sürdürmektedir.
 
Batı illerimizde, genlerimizden gelen bu kültür, fiziki ve ekonomik şartların getirdiği baskıya rağmen, ansızın açığa çıkıp vicdan muhasebemizin bir anında tekrar hayat bulabilmektedir.
 
Zonguldak, kömürün bulunmasıyla yeni bir boyut kazanan bir ilimizdir. Batının göz diktiği, ilgi odağı haline gelen bir coğrafyadır. Maden teknolojisi bakımından gelişmiş olan zengin ülkelerin, teknolojilerini Zonguldak’a taşımalarında fırsat yaratmıştır. Madencilik deneyiminin ve okulunun olmadığı Osmanlı toprakları yabancı sermayenin gelmesini zorunlu kılmıştır. Tecrübesini ve ekipmanını Zonguldak havzasına taşıyan yabancı yatırımcı, iş gücünü de yerli halktan faydalanarak sağlamıştır. Bilimden uzak, kendini geliştirmeyen toplumlar başkalarının yönetimi altında kalmaya mecburdurlar.
 
Yabancılar Zonguldak’ta kaldığı süreçte verdiğinin fazlasını bu şehirden alıp gittiler. Bunun yanında geride sosyal hayata dair izler bıraktılar. Eğitim, sanat, spor, eğlence kültürü, tenis sporu, balo, davet ve batıyla çabuk entegre olmamız da etkili oldular. Piyanoyla bile çok erken tanışmamızı sağladılar.
 
1900 önsesi ve sonrası Zonguldak nüfusunun bir bölümünün yabancılardan olmasının ana sebebi madenlerimizdir. Rumu, Ermenisi, Fransızı, İngilizi, İtalyanı, Belçikalısı bu kentte yaşamış, yanlarında getirdikleri teknolojileri kadar, sosyolojik hayata da etkili olmuşlardır. Zonguldak halkı bu insanlarla yıllarca beraber yaşadı, çalıştı, komşuluk yaptı, karşılıklı geleneklere, özel yaşamlara saygı gösterildi. Bizler milli ve dini bayramlarımızı kutlarken, şehrimizdeki yabancıların da milli ve dini günlerine gereken hassasiyet ve saygı gösterildi.
 
Ev sahibi bizdik, yabancılar ise misafir. Bizler misafirsever bir milletiz, yabancıları severiz, misafir ederiz. Bu hayranlığımız her zaman ve her dönem olmuştur. Ancak bizim ulus olarak bir özelliğimiz daha var. Yabancıları severiz ama topraklarımızda yabancı asker istemeyiz. Antipati duyarız. Genlerimizden gelen kodlar sayesinde milli duygularımız açığa çıkar ve İzmir’de Hasan Tahsin gibi aramızdan nice kahramanlar çıkartırız.
 
Zonguldak Fransız askerleri tarafından işgal edildi mi? sorusu, Zonguldak’ın kurtuluşu etkinliğinin her yıldönümünde tartışmasız geçmiyor. Farklı düşüncede ancak ortak paydada uzlaşıldığı halde konunun itibarsızlaştırılması, çirkin ve alakasız örneklere çekilmesi çok üzücü. Tarihe belgeyle bakmak, tanıklık edenlerin anlattıklarını karşılaştırmak, yorumlamak, saygı duymak ve yeri geldiğinde özür dilemek yerine, bazı yakıştırma ve benzetmeler bu uğurda can veren ecdadımız adına ve benim gibi düşünenler için çok kırıcı…
 
Bununla beraber, ulusal kurtuluş savaşının devam ettiği yıllarda Zonguldak ve Ereğli’ye konuşlanan Fransız askerlerinin varlığını düne kadar kabul etmeyen bir düşüncenin şimdi “kurşun asker” benzetmesini bile ilerleme olarak düşünüyorum. Fransız işgalini hayal ürünü zannedenlerin, ortaya yeni çıkan onlarca fotoğraftan sonra olaya daha objektif bakacaklarını umut ediyordum.
 
Fransızların yaşadığı Yayla mahallesinin, Fransız mahallesi olarak anılması, bölgeye giriş ve çıkışların Fransızlarca denetlenmesi. Yıllar sonra ortaya çıkan gizli dehliz ve geçitlerin, tepe noktalara konuşlandırılan ağır silahların ve saha aydınlatma projektörlerinin kime karşı kullanıldığı. Kuva-yı Milliyeci yapılanmanın, İpsiz Recep ve adamlarından Laz Emin ve Dursun Reis’in, Devrekli Muharrem çetesinin, yerel milislerin, o günleri görüp yaşayan ve günümüze taşıyan kayıtlara geçmeyen isimsiz kahramanların belgesini genel kurmayın yazılı arşivlerinde olmasını nasıl bekleyebiliriz.
 
Ancak o güne ait yazılı arşivler de var…
 
Ereğli açıklarına gelen Fransız savaş gemileri demirlediler…
 
Ereğli’de İhsan Çavuş’un Köylü elbisesi giyerek, her sabah düşmanın durumu hakkında Ereğli’ye bilgi taşıdı. Fransızlar kuvvetlerini üç karakol halinde yayarak, Han deresinin üst tarafında ki sırtlarda ve Karaağaç civarında sekiz kişi bir makineli, yüz metre yukarıda ayni şekilde bir karakol Fener tarafında bir karakol daha Keşif tepe yolunun ortasında da karargah kurulmuştu.
 
Fransızlar askeriyle şehri işgale başladılar. Bir kol sahilden Çoban çeşmesi üzerinden diğer bir kolda Kestanelik üzerinden, üçüncü kol Bozhane mahallesi istikametinden şehre doğru avcı hattından yayıldılar. Hastane önünden gelen grup üzerine kalede bulunan Milli Müfrezemiz ateş açtılar.
 
Fransızlar Kestanelik üzerinden ateşe mukabele ettiler. Gemiler kaleyi top ateşine tuttular 3-4 saat devam eden bu çetin savaştan sonra akşamüzeri birliklerimiz geri çekildi.
 
Fransızlar karanlıktan istifada ederek kaleye asker çıkardılar, karargahlarını kurdular. Etrafı taramaya başladılar. Sabah şehre ve mahallelere dağıldılar. İçlerinde bulanan Cezayirli Müslüman askerler Rum Mahallesini yağma ettiler.
 
Fransız birlikleri, 18 Haziran 1920 tarihinde Ereğli’yi, 21 Haziran 1921’de Zonguldak’ı terk ettiler. Önce İstanbul boğazında toplama noktasına gittiler, sonra terk ettiler. İstanbul boğazına yanaşan işgal gemileri ile, Zonguldak ve Ereğli limanına yanaşan işgal gemileri arasında nasıl bir fark düşünmemiz gerekir.
 
Devamı yıllarda, yurt genelinde zafer kazanılırken, Fransız askerlerinin Zonguldak ve Ereğli’yi terk ederken yaşanılan sevinci, “işgalseverler” betimiyle ilişkilendirmek ne kadar etiktir.