Zonguldak'da fenomen olmuş isimler serisine Muhlis Ağca ile devam ediyorum. Muhlis Ağcayı tanıyanların bu yazıyı daha okumaya başlarken gülümsediklerine eminim. Çünkü Muhlis Ağca, Aziz Nesin'in hikayelerindeki kahramanlar gibi başına sürekli komik olaylar gelen bir arkadaşımızdı. Kendisini tanıyanlar da bunu bilirler ve bu komik hikayeleri birbirlerine anlatırlardı. Hatta bir zamanlar bu hikayeler fenomen olmuştu.
   Muhlis Ağca maden mühendisi idi ve benden birkaç yaş büyüktü. Kendisini o zamanki ismiyle Ereğli Kömürleri İşletmesi (EKİ) Kilimli Bölümünde ocak mühendisi olarak işe başladığım sıralarda, yani 1971 yılının sonlarında tanıdım. O sırada, o da Karadon Bölümünde ocak mühendisi olarak çalışmakta idi. Eşi Günay Hanım'da benim sınıf arkadaşımdı. Ben 1972 yılında evlendikten sonra da komşu olduk.
   Muhlis Ağca aslında çok zeki bir adamdı. Ama son derecede iyi niyetli olmasından ötürü iyi tanımayanlar onu saf biri sanabilirdi. Çünkü bizim toplumda çakallar ve şark kurnazları çok olduğu için, çok iyi niyetli ve dürüst kişiler genellikle saf olarak nitelendirilir. Muhlis Ağca benim hayatımda gördüğüm en temiz ve dürüst insandır dersem abartmış olmam. Gel gelelim bu iyi niyeti onun başına hayli komik işler de getirmiştir. 
   Ayrıca, son derece yumuşak kalpli ve sevecendi. Karıncayı bile incitmezdi. Bu yüzden herkesin sevgisini ve sempatisini kazanmıştı. 
  1989 haziranında, yani ben Karadon müessese müdürü iken, o sırada görev yaptığı Bolu'dan eşi ile birlikte bizi ziyarete gelmişti. Bizim evde kalan kanser hastası kayınpederimi görünce, ''Suphi Abi ölecek!'' diye çok ağlamıştı. Ama maalesef, daha 50 yaşına gelmeden elim bir trafik kazasında kayınpederimden önce hayatını kaybetmişti. Buna hatırladıkça hala üzülürüm. 
   Şunu da ilave deyim; Muhlis Ağca aslan gibi iki tane de evlat yetiştirmiştir. Büyüğü Savaş maden mühendisidir ve halen TTK'da baş mühendis olarak çalışmaktadır. Küçüğü Barış ise uzun yol gemi kaptanıdır.
   Bu yazıyı yazmaktaki esas amacım tabii ki rahmetli Muhlis Ağca'yı anmaktır. Ama diğer bir amacım Muhlis Ağca'nın başına gelen komik olaylardan birini anlatarak  bu sıcak yaz günlerinde sizleri güldürmektir. Zira son zamanlarda gülmeye hayli ihtiyacımız var! 
   1979 mayıs ayında devletleşen ve bölge müdürlüğü olarak EKİ Müessesesi'ne bağlanan Bolu Linyitleri'ne bölge müdürü olarak atanmıştım. O sırada, devletleştirme komisyonu üyesi olarak orada görev yapan Muhlis Ağca'ya da benimle beraber çalışması önerisi getirmiştim. Kendisi bu öneriyi kabul edince beraber çalışmaya başladık. Bu nedenle ailesini de Bolu'daki lojmanlarımıza taşıyarak Bolu'ya yerleşmişti. Büyük oğlan Savaş da o sıralarda 11 - 12 yaşlarında idi.
   Olayı sınıf arkadaşım Günay Hanımın ağzından aynen aktarıyorum.
   ''Biliyorsunuz yeni çıkan şeylere merakım vardır. Video da o sıralarda yeni moda olmaya başlamıştı. Tabii ki hemen bir video cihazı aldık. Ancak, karı koca elektronikle aramız iyi olmadığından, cihazı kullanmayı Savaş öğrenmişti. Bizde açıp kapatmak veya çalıştırmak istediğimiz zaman bu işleri Savaş'a yaptırıyorduk.
   O akşam avukat Nilgün Hanım ve eşi Bolusporlu milli futbolcu Nuri ile birkaç arkadaşımız daha bize misafirliğe gelecekti. Sabah Muhlis evden çıkarken dedim ki; 'Muhlis, akşam gelirken kasetçiden kaset al. Misafirlerle beraber seyrederiz. Ama iyi birşey olsun. Misafirlere mahcup olmayalım'
   Akşam Muhlis geldi. Kaseti almış. Ama  ben o sırada mutfakta hazırlık yapıyorum. 'İki kere seyretmeyelim, misafirler gelince beraber seyrederiz' dedim Muhlis'e..
   Neyse, misafirler biraz sonra geldi. Hoş beşten sonra misafirlere, 'Muhlis bir kaset getirmiş, haydi beraber seyredelim' dedim. O sırada Savaş yan odada ders çalışıyordu. Kaseti koyup videoyu çalıştırması için çağırdım.
   Çocuk kaseti koydu, videoyu çalıştırdı ve odasına geri döndü. Biz de koltuklarımıza kurulup seyretmeye koyulduk.
   Ama o da ne? Tuhaf bir film oynuyor. Biraz daha bakınca porno film olduğunu anladık!
   Hemen cihazı kapatacağız ama bir türlü beceremiyoruz ..Panik içinde 'Savaş çabuk gel, vidoyu kapat!' diye sesleniyorum ama Savaş 'Ne var anne ya, ders çalışıyorum' diye işi ağırdan almaz mı!
   Bu sırada film tabii oynamaya devam ediyor. Rezil olacağız. Ne yapsak derken Muhlis hemen ceketini çıkarıp televizyonun üzerine atarak ekranı kapattı!
   Sonra Savaş gelip cihazı kapattı ama bu arada çok soğuk terler de döktük.''
   Günay Hanımın anlattığı böyle..Sonra Muhlis'e bu konuyu sordum. ''Yahu Muhlis, bu hatayı nasıl yaptın?'' dedim. 
   ''Günay bana 'iyi bir film al' diye tembih edince, ben de kasetçiye, 'Bana bir kaset ver, ama film iyi olsun ha!..' deyince; herhalde kasetçi beni yanlış anladı.Tabii ben öyle bir kaset olduğunu nereden bilebilirdim. Zaten sonra gidip o kasetçiyi fırçaladım.'' dedi.
 
   Hikayemiz burada bitti ama bir notum var. Aslında bu komik hikayenin peşine bunu anlatmak istemezdim. Fakat yıllardır kafama takılan bir konuyu sizinle paylaşmak istedim. 
   Konu şu: Hikayemizde adları geçen avukat Nilgün Hanım ve Bolusporlu milli futbolcu Nuri bu olaydan yıllar sonra boşandılar.  Şirketimizin avukatı olan Nilgün Hanım tayinini Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu (TKİ) Genel Müdürlüğü'ne çıkarttırarak Ankara'ya yerleşti.
   Bir gün, Nuri iş çıkışı TKİ Genel Müdürlüğü'nün önünde Nilgün Hanımı tabancayla öldürdü ve kendisini de aynı silahla vurarak intihar etti.
   Fakat benim tuhafıma giden; pireyi deve yapan yazılı ve görsel medyanın bunu hiç haber yapmaması. Bu trajik olayda ölenlerin biri eski  milli futbolcu; ve diğeri genç ve güzel bir avukat! Üstelik olay Ankara'nın göbeğinde, TKİ Genel Müdürlüğü'nün önünde oluyor! 
   Flaş haber olur diye birkaç gün basını ve televizyon haberlerini takip ettim ''çıt'' yok! Nedenini bilmiyorum. 
   Sadece sizinle paylaşmak istedim, o kadar!
 
Şerafettin Üstünkol