Ne geldiyse başıma bu mesajdan geldi…
“Zonguldak’ta bir maden buldum, yakıp yakıp ısınıyorum”
Ankara’da eskort kız olarak çalışan bir kadından gelen esrarengiz telefonla başlayan haber trafiğinde kabak dönüp dolaşıp benim başıma patladı…
Ne garip bir memlekettir ki…
Yapanın yanına kar kalıyor ama…
Yazanın, yakalayanın başına gelmeyen kalmıyor!
Ruhuna Fatiha, eski Genel Maden İş Sendikası Genel Başkanı Eyüp Alabaş’ın, maden işçilerinden kesilen aidatlarla alınan makam arabasıyla, Ankara’daki irtibat bürosunda yaşadığı serüvenleri haber yapınca Alabaş, hakkındaki iddiaları yalanlayamadı ama soluğu mahkemede almıştı…
Halbuki,bizim aile mahremiyetini göz önünde tutarak “bir sendikacı” olarak isim vermeden yayınladığımız haberden bir gün sonra Pusula Gazetesi, haberde adı geçen sendikacının Eyüp Alabaş olduğunu yazıyordu…
Yerel mahkeme, Alabaş ve hakkında şikayetçi olduğu hanımefendi arasında geçen ve madencinin alın terinin nerelere gittiğini belgeleyen konuşmaları hiçbir şekilde teşhir etmediğim halde bana da özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan ceza veriyordu…
Gel zaman git zaman ceza dün kapıya geldi…
2 ay hapis kararı…
Ne yalan söyleyeyim hiç dert etmedim…
Çıkar amaçlı çete liderlerinin talimatlarıyla haber yapmaktan,  şantajla para istemek suçlarından yargılanan, politikacılar hakkında açtığı davaları tehdit unsuru kullanarak para söğüşlediğini itiraf eden gazetecilerin olduğu bir şehirde böylesine komik bir suçtan cezaevinde yatmayı şeref kabul ederim…
Bana inanan tüm dostlarıma samimiyetle söylüyorum…
Biz kimsenin özel yaşamını haber yapmadık… Ancak emek yoğun bir iş kolunda binlerce işçinin aidatıyla o koltuğa oturup sendikanın parasıyla hovardalık yapan her kim olursa, dünyanın her yerinde bu haberdir.
Ama kesinlikle özel hayat değildir…
O haberin kahramanı Eyüp Alabaş, bugün tarihin sayfalarında çoktan unutuldu gitti bile…
Ama o haberden sonra yürekleri yiyorsa o koltuklarda oturan başka bir sendikacı aynı haltı yesin de görelim bakalım!
Muhtemelen yarı açık cezaevine girdi çıktı yapıp, denetimli serbestlikten yararlanacağım…
Kim bilir belki içerde kitap bile yazarım:)
Çıkınca yumurta topuk, elimde tespih, kulağım kesik görürseniz de şaşmayım…
Şaka bir yana geçmişte 2 kez cezaevine röportaj için girmiştim… Son başvurduğumda ise Adalet Bakanlığı talebimi kabul etmemişti…
Eeee şimdide sıkıysa almayın bakalım…
***
Hani şu bizi “nankör”lükle suçlayıp insan olmaktan, erdemden dem vuran gazeteci arkadaşımız yok mu?
Yazdıklarının mürekkebi bile kurumadan dün bir telefon geldi…
“Mustafa, sana nankör diyen ‘Edi ile Büdü’ birkaç kez Çaycuma Belediye Başkanı Bülent Kantarcı’nın Bodrum’daki yazlığında tatil yapmış.”
Burada “Edi”, Ali Rıza Tığ, “Büdü” ise Atilla Öksüz oluyor…
Kafam takıldı gecenin bir yarısı teyit etmek için Çaycuma Belediye Başkanı Bülent Kantarcı’yı aradım…
Kantarcı, her zamanki centilmenliğiyle, “Boşver be Mustafa” diyerek gelen telefonu bir anlamda doğruladı…
Elbette Tığ ve Öksüz, Kantarcı’nın yazlığında tatil yaptılar diye hakkında haber yapmayacaklar diye bir kanun yok…
Ama onların ölçütleri bu olduğu için,söyledikleriyle çelişen bir örnek vermek istedim sadece…
Beni nankörlükle suçlamak için Ali Rıza Tığ’a şikayet eden Şerafettin Turpcu’nun da bir diyeceği varsa Pusula’ya yazdırmaktan geri kalmasın… Diğeri mi? Onu kale bile almıyorum…
Çünkü bu 3 arkadaşımızın dostluğu döviz kuruna endeksli!