Yaşam donelerinden şekillenen ve destur edindiğim söz dizgilerinden bu defa kendime ait olan bir aforizmayla konuya girmek isterim. “Kendi hayatının kaptanı olamayanlar, başkalarının mürettebatı olarak kalırlar.”
Tuttuğunu koparan, pes etmeyen, mücadeleci olmayı esas alanlarımız, çok azız diye düşünüyor insan.
Suya sabuna dokunmadan yaşamayı pek severiz millet olarak, inkâr etmeyelim. Birilerinin sırtından geçinmek genlerimize nereden ve neden bulaşmışsa, tüm zamanlarda işin kolayına kaçmak gibi bir acizliğimiz var, bunu da kabul edelim.
Bir defalık bile olsa, yürekli olabilmek, marifetten sayılmamalı, bunun altını da yazının başında çizelim. Elimizi, yüreğimizi taşın altına koymayı beceremediğimiz sürece, birilerine güdümlü yaşamak boynumuzun borcu maalesef. Geminin su alması sadece bizim meselemiz, bunu unutmaz ve bir çıkış yolu arayışımızın önemini iyi kavrarsak, akıl birlikteliğinin ne denli önemli olduğunu da beraberinde görürüz. Öncelikle bize bizden başka dost olmadığını bilmek şartıyla, havada kalmayan sözler söylemek zorundayız ve söylediğimiz sözlerin inandırıcılığını değil doğruluğunu da sağlamalıyız…
Boyumu aşan sularda yüzmedim bugüne değin ama su seviyesini menfaatler doğrultusunda şekillendirmeye yönelik çalışmaların neticesinde ben de güç buldum suya girmeye. Ahkâm kesmek olarak nitelendirilen fikir çoğalmalarının, birilerinin tekelinden çıkıp, bireyselleşmesine açız hanidir. Özgürlük daha çok beyin tutukluluklarının firarında anlamlaşıyor, çıkarsız ve sadece birlik ve bütünlüğe hizmet veren söylemlerin çoğalması, karanlıkları aydınlatır herhalde, diğer türlüsü sadece tarihsel fiyasko olarak arşivlenir durur.
Malum Referandum süresi öncesi verip veriştiriyoruz birbirimize. Henüz içeriğini tam manasıyla kavrayamamış olsak da birilerinin önderliğinde trencilik oynuyoruz çoğalan halkalar peşinde.
Hemen hemen her gün öfke patlamalarıyla tosladığımız iç ve dış duvarların hezimetinden sıyrılmaya çalışmaktan da çok yorulduk ülke olarak. Ey halkım, ey vatandaşım biz bir bütünüz değerlendirmesine giremiyor hiçbir siyasetçi nedense. Kıdemli olmak, sadece tek başına kıymet arz etmiyor demek ki. Kulak vermek gerekiyor çoğalan seslere, cılız da çıksa.
Siyaset denilen kavram, ehli kişilerin elinde şekillenir ve ağırlığını korur gibi bir algının kurbanı olunan zihniyetin, üzerimize yapışmış izinden kurtulamadığımız sürece, sanırım bilinç denilen akıl pusulamız daha çok ters yön istikametine sokacak bizi.
 Tarih sayfalarında deneyimlenmiş izdüşümlerin öğreticiliğini de reddeden bir yanılgıyı da özümsemişsek, varın gerisini gayrı siz tahayyül edin, tabi ki edebilirseniz. Yaşlı kurtların mücadele verdiği bir arenadan, başka bir değişim rüzgârı estirmek isteyenler, gençlerin var olduğunu şimdi fark etmiş olacaklar ki sorumluluk yaşını aşağılara çekiyorlar.
“Akıl yaşta değil baştadır” sözünün bir başkaldırışıdır belki seçilme yaşının18 olması, bilirkişi olmak ehli olmak ne demek bunun algısı da arenaya inecek olan gençlik ateşiyle hükmünü yitiriyor mu ne. Kendiyle çelişen bir argümanın kendinden vazgeçişi bu belki de, yaş sınırı ve yahut sınırsızlığı.
Demlenmek deneyimlemek kalkıyor tedavülden gençlik ateşi de gençlik ateşi…
Sorgulamayı bilmediğimiz için değil, kendimizi tuzu kuru zannettiğimiz için şekilsiz bir göstergenin piyonları durumunda gidiyoruz, yönümüzü bilmediğimiz, bulamadığımız istikametlere.
Sadece bugün ki siyasi koşulların birbirini düğümleyen çaresizliğiyle değerlendirmemek gerekiyor meseleyi elbette. Geçmişten günümüze değin işin kolayına kaçmak en büyük özelliğimiz ve bir başkasının, başkalarının elindeki pusulaya göre gezinmek yolculuğumuzun tanımı aslında.
Değişimlerden sadece biri üzerinden yazının şekillenmesi bile ilginç geliyor şu durumda zira mesele cidden çok daha önemli ve cidden tehlikeli.
Ne istediğimizi, bize neyin iyi geleceğini birilerince şifrelendirilen koşullar, çözümü için cevap anahtarlarını da beraberinde sunuyor, tabi ki birilerinin kendi bakış açılarına ve kendi yön pusulalarına göre. İtaatkâr olmakla özgür olmak arasında sıkıştığımızı kabul edelim, zira inkârında sırıtıyor üzerimizde ki çıplaklık.
Bilmediğimizi bilmiyoruz fakat öğrenmek içinde bir yerden başlamamız gerektiğini es geçiyoruz her daim. Çabalamazsak bir arpa boyu bile ilerleyemeyeceğimizin artık farkına varalım.
İnandığımız ideolojik yolculukların kendi içinde çitişken kararsızlık limanlarında boğulmamak için cebelleşiyoruz. Suya düşmek an meselesiyken, kurbanlardan olmamak adına en yakınımızdakini atıyoruz kurtuluşun imkânsız olduğu derinliklere.
Malum, günümüzde siyaset denilen kavram, bilirkişilerin elinde deneme yanılma, kazanmadan kaybetme öğretileriyle şekillene dursun, bizler kafamızın içine çakılmaya çalışılan yön pusulalarıyla hedefi tutturma yolunda gönülsüzce savaşalım. Bu mudur duyarlı insan olmanın gereği sizce de?
Bir bütünün kazancı için tutuşmayacak olan ellerimizin, af edilebilir bir açıklaması olamaz. Daha kendi içimizde bölük pörçük olmuş, korkutucu ve hatta ürkütücü bir ayrıştırma içinde, hiçbir tarafın zafer kazanmış olabileceğini düşünmüyorum.
Kendimize neyin iyi gelebileceğini sorgulamadan herhangi bir tarafın tarafları oluveriyoruz. Benim kabul etmediğim, hayır dediğim azılı düşmanlar ordusu yaratıyor çevremde, keza diğer türlüsü de karşıt olanlar için geçerli hale geliyor.
Siyasi partilerin bilinçlendirmek adına izledikleri yolu yetersiz buluyoruz ama ne hikmette okuyup bilinçlenmek için bir çaba sarf etmiyoruz. Öğrenmekten korkuyoruz, bu nasıl bir yaman çelişki böyle…
Anlatılmayan, anlatılamayan, zorunlu olması öncelikler arasında yer almayan, gereksiz değişimlerin bizi paramparça yapması an meselesi, zaten bütününden kopmuş, taraf seçme konusunda ki acizliğimizle cebelleşiyoruz. Yetmiyormuş gibi birde an be an birbirimize yalnızlaşıyoruz. Birbirimize yetmesini zaten bugüne değin öğrenemedik, üzgünüm bilmiyoruz. Tembeliz ve hazırcı ve kolaycı şu durumda ne beklenebilir ki bizden… O halde başa dönüp yeniden gözden geçirelim kendimizi.
“Kendi hayatının kaptanı olamayanlar, başkalarının mürettebatı olarak kalırlar.”