Son zamanlarda Müslüman aleminin dünyada gittikçe yalnızlaştığını; ve hatta düşman kazandığını üzüntü ile gözlemliyorum. Aslında bu durum eskiden beri de az çok vardı. Ama hiç bu kadar değildi. Üstelik bu yalnızlık ve düşman kazanma ivme kazanarak, kaygı verici boyutlarda derinleşmektedir. Bu durum zaten içeride gericilik, fakirlik ve dikta yönetimler gibi sorunlar nedeniyle büyük sıkıntılar yaşayan Müslümanların  yaşam koşullarını daha da ağırlaştırmaktadır. 
   Son örnek Arakan'da yaşananlardır. Biliyorsunuz, Müslüman Arakanlılar Myanmarlı Budist teröristler ve bir kısım askerler tarafından kıyıma uğratılmakta ve yurtlarından sürgün edilmektedir. Şimdiye kadar on binlerce Arakanlı Müslüman bu kıyımlar ve sürgünler sonucu hayatını kaybetmiştir ve hala da kaybetmeye devam etmektedir. Dünya ise bunu olağan bir şeymiş gibi sadece seyretmektedir.
   Arakanlılar eski adı Burma olan Myanmar'ın en batıdaki eyaleti olan Arakan'da yaşarken, batıdaki komşuları olan Bengal'in 1200'lü yıllarda Müslümanlığı kabul etmesiyle, onlardan etkilenerek Müslüman olmuş bir millettir. Bu tarihlerden beri de Müslüman olmayan milletlerin tacizlerine ve hatta katliamlarına uğramışlardır. Bu yüzden de hep geri ve fakir kalmışlardır. Şimdi de yine kendileri gibi fakir bir Müslüman ülke olan Bangladeş'e sığınmaya çalışmaktadırlar.
   Bu arada, görüyorsunuz hep fakir hep fakir! 57 Müslüman ülkeden elliden fazlası fakir. Zira bu 57 ülkenin, biz dahil, hepsinin toplam üretimi bir Almanyanınki kadar bile değil. Tabii ki Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap emirlikleri ve Kuveyt gibi zengin ülkeler de var. Ama bunlar çalışarak değil; topraktan fışkıran petrol sayesinde zenginler. Petrol rezervleri bitince veya petrole alternatif enerji kaynakları devreye girince onların da fakirleştiğini, ben belki göremem ama tarih görecek!
   Dikkat edin; bu 57 ülkenin içinde en çağdaş ve gelişmiş olanı Türkiyedir. Petrol zengini devletler Müslümanlara zırnık koklatmazken dünyada dara düşen tüm Müslümanların yardımına, Arakanlılara olduğu gibi, yine Türkiye koşmaktadır. Peki bu 57 ülkenin içinde, her şeye koşma gücünü kendinde bulan bu ülke bunu neye borçludur? Elbetteki  laik ve demokratik bir ülke oluşuna ve bunu sağlayan Atatürk'e! Bu nedenle, Türk halkı Atatürk düşmanlarını iyi tanısın ve ülkeyi nereye götürmek istediklerini anlasın. Örnekler ortada!
   Peki, dünyadaki diğer dinlerden olan insanlar neden Müslümanları sevmiyor, hatta düşman gibi görmeye başlıyor? Öyle, ''efendim onlar Müslüman düşmanı, bizi çekemiyorlar'' falan gibi hamasi laflar edip başkalarını suçlamayalım. Bunun yerine öz eleştiri yapalım. Böylece nerede hata yaptığımızı bulup hatalarımızı düzeltelim. Örneğin, bir empati yapalım: Almanya'da Türkler on bin cami yaparken Almanlar buna saygı gösteriyor da;  Anadolu'daki, bırakın bir kasabayı, bir şehre Hristiyanlar bir kilise yapmaya, veya Yahudiler bir sinagog yapmaya kalksa; acaba halkımızın tepkisi ne olur? Buna dürüstçe cevap verelim! Daha geçen gün 80 yaşında bir kadını gömdürmeyen ve mezardan çıkarttıran zihniyetten ne beklenebilir! 
   O zaman şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz lazım. Yani şunu demeye çalışıyorum: Müslümanlık hoşgörü dinidir diyoruz ama hiç hoşgörü sahibi değiliz. Dünya bunu görmüyor mu sanıyorsunuz!
   Diğer dinlere saygı göstermiyoruz. Göstermediğimiz gibi onları düşman olarak görüyoruz. Bu konuda ''cihat'' algısı çok önemli! Yetkililer ne derse desin; cihat, Müslüman aleminde  din uğruna savaşmak; Müslümanların ''gavur'' ve ''kafir'' dediği başka dinden olanları Müslümanlaştırmak; eğer kabul etmiyorlarsa   öldürmek olarak algılanmaktadır. Hatta bunları yapanın sevap kazanacağına ve cennete gideceğine inanılmaktadır. Başka dinlerde böyle bir şey yoktur.
   Siz onlara sürekli düşman gözüyle bakarsanız onlar size nereye kadar dost gözüyle bakabilir!  Üstelik İslam adına terör estiren örgütler yangına körükle giderken!. Siz istediğiniz gibi onlar bizi temsil etmiyor deyin. Buna kimseyi inandıramazsınız. Çünkü birçok Müslümanın bunları doğrudan veya örtülü olarak destekledikleri biliniyor.
   Son bir şey; Müslüman göçmenler koşa koşa gittikleri  Müslüman olmayan ülkelere uyum sağlayacaklarına;  kendilerine uyum sağlatmaya çalışıyorlar. Bu da tabii ki hoş karşılanmıyor. Bu konuda, lafı daha fazla uzatmadan, aşağıdaki hikayeyi aynen aktarıyorum.
   Müslüman ana babalar, bir Montreal banliyösünün tüm okul kantinlerinde domuz etinin kaldırılmasını talep ediyorlar. Montreal banliyösü Dorval belediye başkanı bu talebi reddediyor ve kasabada yaşayan tüm Müslüman ana babalara bunun nedenini açıklamak için bir mektup gönderiyor.
   İşte ders niteliğindeki o mektup:
   ''Sayın......,
   Müslümanlar, Kanada'nın ve Quebec'in geleneklerine, göreneklerine ve hayat tarzlarına adapte olmaları gerektiğini anlamalılar; çünkü göç etmeyi seçtikleri yer burasıdır. Quebec'teki yaşama entegre olmak ve buradaki yaşamı öğrenmek zorunda olduklarını anlamalılar. Yaşam biçimini değiştirmesi gereken kişilerin, onları cömertçe bağırlarına basmış olan Kanadalılar değil, kendileri olduğunu anlamak zorundalar.
   Kanadalıların ne ırkçı ne de yabancı düşmanı olmadığının farkında olmalılar. Kanadalılar Müslümanlardan önce şimdiye kadar birçok göçmen kabul ettiler. Ama bunun tersine, Müslüman devletler gayrimüslim göçmenleri hiçbir zaman kabul etmemektedirler.
   Kanadalılar, en az diğer devletler kadar kendi kimliklerini ve kültürlerini bırakmayı istemezler. Kanada, herkesi hoş karşılayan bir toprak parçası ise de, Kanada'da yabancıları hoş karşılayan Dorval Belediye Başkanı değil, bir bütün olarak Kanada ve Quebec'te yaşayan tüm halktır.
   Son olarak, Yahudi - Hristiyan  kökleri, Noel ağaçları, kiliseleri ve dini festivalleri ile Kanada'da  din konusunun özel yaşam alanında kalması gerektiğini anlamalıdırlar. Dorval belediyesi, İslam'a ve şeriata taviz vermemekte haklıdır. Laiklik ile hemfikir olmayan ve Kanada'da kendini rahat hissetmeyen Müslümanlar için, çoğunda yeterli nüfus olmayan 57 güzel Müslüman ülke şeriata göre helal kollarını açmış onları beklemektedir.
   Ülkenizi Kanada'ya gelmek için bıraktıysanız ve diğer Müslüman ülkeler yerine Kanada'ya gelmeyi tercih ettiyseniz, Kanada'da yaşamın dünyanın diğer yerlerine oranla daha iyi olduğunu düşünmüş olmalısınız.
   Kendinize sadece bir kez şu soruyu sorunuz: 'Kanada neden sizin geldiğiniz ülkeden daha iyidir?' 'Domuz eti satılan kantin' bu sorunun cevabının bir parçasıdır.''
   Şimdi bu mektubu okudunuz. Görüyorsunuz, bu arada, belediye başkanı ''57 ülke derken'' işin içine bizi de katmış. Ama olsun, haklı mı haksız mı siz ona bakın. 
   Oradaki yaşam tarzını beğenmiyorsan oraya gitmezsin, olur biter kardeşim' Onun yerine domuz eti satılmayan mis gibi Suudi Arabistan'a veya Yemen'e git! Gitmezsin tabi. Gitsen de seni almazlar o da başka!
   Son söz: Eğer Müslüman alemi dünyada yalnızlaşmaktan veya düşman kazanmaktan şikayet ediyorsa yapılacak işler bellidir ve basittir. (Basittir dedim ama acaba basit mi!)
   1 - Safsataları bırakıp ilime bilime önem vermeli. Bunun için çağdaş eğitim yapmalı. Kültür düzeylerini yükselterek çağdaşlaştırmalı.
   2 - İşi Allah'a bırakmayı, yani tembelliği bırakıp çalışmalı ve üretken olmalı.
   3 - Başka dinlere saygı göstermeli ve cihat fikrini süratle terk etmeli. Dini kullanan terör örgütlerini açıkça lanetlemeli ve onlara örtülü destek vermemeli.
   4 - Din baronlarının peşine takılmayı bırakıp çağdaş ve laik demokrasiyi benimsemeli.
   5 - Bulundukları Müslüman olmayan ülkelerde oranın halkı ile ayrışıp gettolaşmamalı; tam tersine,  onlara entegre olmalı. Asla onları değiştirmeye çalışmamalı.
   Değerli okuyucular, aslında bu öneriler çoğaltılabilir ama bunları yapsınlar yeter!
 
                                                                                                                                Şerafettin Üstünkol