Mekke şehrinde Hz. İbrahim’in ve İsmail’in tebliğ ettiği tek tanrı (tevhid) inancı yüzyıllar içinde yerle bir edilmiş ve yerine çok tanrılı (ortak koşucu, müşrik) inancı yerleşmiştir. Bu inanç sistemiyle insanlar Allah’tan uzaklaşmış Allah adına yetkili olduğunu söyleyen güç sahibi kullara kul olmaya yönelmişlerdir. İnançlar bozulmuş, yüzlerce tanrısı olan geleneğe dönüşmüş hurafe, bidat ve mezhepler her tarafı kaplamıştır.

Elinde iktidar gücünü tutan para babalarıyla din adamları iktidar nimetlerini paylaşıp konfor içerisinde yaşarken yoksullar, işsizler, garipler, kimsesizler, köleler sefalet içerisinde kalmıştır. Toplunda ahlak bozulmuş faiz, zina, kumar, içki ve yüz kızartıcı suçlar her tarafı kuşatmış, insanlar sınıflara ayırmış, kadınlar bir eşya gibi alınıp satılmaya, kız çocukları daha küçük yaşlarda diri diri toprağa gömülmeye başlanmıştır. Ebu Cehil, Ebu Leheb, Ebu Süfyan, Velid bin Muğire gibi ortak koşucu müşrik inanca sahip insanlar Mekke site devletini yönetimi elinde tutmuştur.

Müslümanların peygamberi Muhammed böyle bir toplumda doğmuş, peygamberlik verilinceye kadar böyle bir toplumda yaşamıştır. Peygamberlik görevi verildikten sonra tıpkı İbrahim gibi insanları Allah’tan uzaklaştırıp kula kul yapan müşriklikten (çok tanrılı inançtan), tek olan Allah’a kul olmaya (Tek tanrı inancı olan Tevhid dinine)  davet etmiştir.

Bu girizgahtan sonra asıl konumuza dönelim. Geleneksel din anlayışımız da birçok doğru bildiğimiz yanlış bulunmaktadır. Bu yanlışların en önemlisi İslam inancı ile müşrik inancını birbirlerinden ayırt edilememesidir. Özelde Ebu Cehil, genel de müşrik inançları, geleneğimizde şu şekilde bilinmektedir. Ebu Cehil, “Allah yoktur” diyen ve Allah’ın varlığını hiç duymamış bir kişidir. Muhammed Peygamber “Allah vardır ve ben de onun elçisiyim”  dediğinde Ebu Cehil hemen itiraz etmiş ve inanmamıştır. Buna rağmen Peygamber, ona bir ömür boyu Allah’ı anlatıp mücadele etmişse de o yine kabul etmemiş, Allah’ı reddetmiş ve kâfir olarak da ölmüştür. Bu kişi çok cahil olduğundan dolayı da kendisine cahillerin babası (Ebu Cehil) lakabı da verilmiştir. Yine Ebu Cehil, din, iman, kitap, peygamber Allah, nedir hiç bilmeyen ve hatta başı secde görmeyen bir kişi olarak da bilinmektedir.

Ebu Cehil böyle bir inanca sahip bir kişi olmadığı gibi aksine (çok tanrılı) inanca sahip bir kişiydi. Ebu Cehil Allah’ın var olduğuna inanırken onun bir Allah olduğuna da inanıp iman etmekteydi. O, göklerin, yerlerin ve içerisinde bulunanların tek yaratıcısı olduğuna ve varlıklara hayat verip yaşatanın da Allah olduğuna da inanmaktaydı. Gökten yağmuru indiren, yerden rızıklar çıkaranın ve diriltip, öldürenin de Allah olduğuna inanmaktaydı. Başı sıkıntıya düştüğünde yine tek olan Allah’a yönelip dua etmekteydi.

Ebu Cehil Kabe’nin Allah’ın evi (Beytullah) olduğunu bilmekte ve kendilerinin de bu evin ehli olduklarını düşünmekte, bundan dolayı da kendilerini Allah’ın seçkin ve sevgili kullarından saymaktaydı. Bunca nimetin Allah tarafından verildiğinin çok iyi farkındaydı. 

Ebu Cehilk “Mekke ve Kabe’nin kanununu, hukukunu ve adaletini, Allah adına bizler istediğimiz gibi yaparız. Toplumun her türlü eğitim ve öğrenimini de bizler Allah adına düzenleriz. Kabe gibi kutsal bir yeri koruyup kollamak, asayişini sağlamak gibi işleri de hep Allah adına bizler yapmaktayız. Bunca nimetleri Allah bize vermesinin asıl nedeni de Allah bizim kaderimizi böyle yazdığındandır” demekte ve böyle inanmaktaydı.

Yine ona göre, kadınların bir eşya gibi alınıp satılmaları, kız çocuklarının yoksulluktan toprağa gömülmeleri onların bir kaderiydi. Fakir, garip,  iş imkânı bulamayıp işsiz kalanların, miskinlerin, yetimlerin, kimsesizlerin kölelerinde bu durumda olmalarını onlar değil Allah, istemekteydi. Çünkü Allah onların kaderini böyle yazmıştı. Şayet Allah dilemiş olsaydı onlara da bolca nimet verirdi.

Müşriklerin Allah inancı, uzaklarda bulunan bir Allah inancıdır. Allah, gökyüzüne egemen olan ve yeryüzüne karışmayan bir ilahtır. Yeryüzündekiler basit, bayağı aşağı işler olduğu için tenezzül etmemektedir. Buradaki her şeyden Allah adına yetkili olan kutsal iktidarlar, güç sahipleri, para babaları ve din adamları sorumludur.

Müşrikler özetle şöyle diyor: Allah yeryüzüne karışmadığı için yer burada bizi yetkili kılmıştır. Bu nedenle de Allah adına biz yetkiliyiz.  Yaptığımız kanunlar insanlar içindir. Bu kanunlar bizim işimize geldiği zaman geçerlidir,  aksi durumda geçersizdir. Bunları biz Allah adına yapmaktayız. Yani biz rabbiz demektedir. Firavun da ben “Mısır’ın rabbiyim” demeteydi. Bu müşrikler insanları Allah’tan uzaklaştırıp kula kul olmaya çağırmaktaydı.

Müşrik inancında da, uzaklarda bulunan Allah’a yaklaşıp ona ulaşmanın yolu, önce Allah adına kutsal saydıkları aracılara ulaşmakla mümkün olur. Bunlar kutsallaştırılmış heykeller, mezarlardaki yatırlar ve hayata yaşayan güç ve iktidar sahipleri, para babaları ve din adamlarıdır. Müşrikler, bu kutsallara vardıklarında önce onlara saygılarını, sevgilerini ve hürmetlerini bildirmekte ve kendilerine hiçbir zaman sevgide, saygı ve hürmette itaatte kusur etmediklerini belirtmektedir. Bu kutsallar kabirler ve heykeller olduğunda onlara dualarını, isteklerini, temennilerini sevgilerini ve arzularını bildirirler. Daha sonrada bu kutsallardan bu arzu ve dualarını Allah’a ulaştırmasını istemektedirler.

Yaşayan kutsallar ise Allah adına hem maddi hem de manevi etkili ve yetkili kişilerdir. Bu kutsallar Allah’ın seçtiği ve sevdiği kullarıdır. Bu kutsalları sevip, saymanın onlara itaat etmenin Allah’ı sevip, saymak ve ona itaat etmek gibi olduğuna inanmaktadırlar. Bu aracılar gökyüzünün de, yeryüzünün de derinliklerini bilir. İnsanın göremeyeceği uzaklardakini görür ve orada neler olup olmadığını da bilir. Ve bunlar gaybı da, insanların kalbini de bilirler diye inanılmaktadır. “Neden bu aracılara yönelmektesiniz?” sorusu sorusunun cevabını Zümer Suresi 3. ayetinden beraber okuyalım.

“Dikkatli olun, halis din sadece Allah’a aittir. O’nun astlarından birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinenler: Allah’ın astlarından edindiğimiz yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar, bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz. Şüphesiz kendilerinin ayrılığa/anlaşmazlığa düşüp durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez.” (Zümer 3)

Müşriklerin ahret inançları ise, her insan ölümü tadacak ve ahrette hesaba çekilecek şeklindedir. Ancak Allah bizleri bu dünya da nasıl seçip bizleri seçkin kulları yaptı ve bolca nimetlerini vermiş ise ahrette de tekrar bolca nimetleri vereceklerine inanmaktadırlar.  Dünyada işlemiş olduğumuz günahlarımız varsa, onları dünyada sevgi, saygı ve itaatlerde kusur etmediğimiz, kutsal saydığımız yöneticilerimiz, atalarımız, evliyalarımız, velilerimiz, alimlerimiz, din adamlarımız bizlere o gün Allah’tan şefaat dileyecekler ve bizlerin işlemiş olduğu günahları affettireceklerdir.

Özel de Ebu Cehil genelde müşrikler, “Allah’ın emrettiği gibi hac, oruç, zekat, namaz kılıyor, dini ritüelleri yerine getiriyoruz” demekte ve bu şekilde Allah’a inanmaktadırlar. Yukarıda örnek verdiklerimin hepsi ayetler ışığındadır yazımızda yer olmadığı için hepsini buraya yazamadığım için de özür diliyorum.

Not: Şöyle bir soru sorulabilir:  Kabe’nin ehli olup böyle bir inanca da sahip olan her gün umre her yıl hac yapan, oruç tutan, kurban kesen ve namaz da kılan Ebu Cehil sizce hacı olabilmiş midir?