Gericiler, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin Kuruluş sürecini başarıya ulaştıran lider ve onun yol arkadaşlarını İngiliz casusu olmakla suçluyorlar. Bunun altında yatan nedenlerin başında Lozan ’da Kemalist hareket karşısında boyun eğmek durumunda kalan İngiltere’ye olan tepki gelmektedir. Çünkü Osmanlı’nın son yüz yılı; toplumsal aktörlerin, gücünü sürekli artıran büyük devletlere hayranlığıyla geçmiştir. Aydınları, askerleri özellikle de iş başındaki yönetimleri dönemine göre, Fransızcı, Rusçu, Alamancı; özellikle de İngilizci olmuşlar, yabancı devletlerin desteğinde görevlere gelmişler, iktidarlarını onların desteği ile korumaya çalışmışlardır. Ancak değişik ülkeler tarafından verilen her desteğin bir bedeli olmuş, sonuçta devletin gelirlerine el koymaya, yurt topraklarının bölüşülmesine, halkın tecavüz ve katliamına değin varan bir çöküş süreci yaşanmıştır. Kurtuluş savaşı sonrasında iş o kerteye varmıştır ki; Osmanlı yönetimi ve aydını kurtuluşu yine kendisini iğfal ve işgal eden düşman devletlerin doyumuna bırakmışlardır. Kadir Mısıroğlu ve benzerleri tarihte bu ekolün savunucularıdırlar. Onların Atatürk düşmanlığı olağan karşılanmalıdır. Ancak bizler doğruları yazıp belgeleriyle ortaya dökmezsek, gelecek kuşaklar için, süreç içinde gerçeğe aykırı yazımlar birer belge olarak kabul görmeye başlar. Kimse ipin ucunu bulamaz, pirincin taşını ayıklayamaz. Şimdi, Mısıroğlu’nun iddialarına yanıt vermeyi sürdürelim..     

        Güya Atatürk, 1938 yılında, yatağında hasta yatarken, Dolmabahçe ziyaretine gelerek görüştüğü bir İngiliz’e; “Benden sonra Türkiye’nin Reisi Cumhuru sen ol!” demiş.. Bereket, adam bu teklifi kabul etmemiş. Vay be! İşe bak sen. Mısıroğlu soyadlı bu adam akıl sağlığını yitirmiş. (1) Mısıroğlu, bu uyduruk  öykü ile gericilerin tarih dışı tezini yeniden gündeme getiriyor. Mısıroğlu’na göre; “Atatürk, aslında bir İngiliz casusuydu.”

        Mısıroğlu, yine Vahdettin’in kendisini savunmak amacıyla kaleme aldığı, ‘Mekke Beyannamesi’nde’ (2); “Mütarekeden (Mondros Mütarekesi-E.S.) ben değil, onu imzalayan Rauf (Orbay) Bey ile İçişleri Bakanı Fethi (Okyar) ve devleti böyle bir acı mecburiyete düşürmekte cidden rol sahibi bulunan Mustafa Kemal gibi bugünkü Millî Mücadele reislerinin sorumlu ve suçlu olması gerekir. Zira anayasa gereği icraattan Padişah değil,  hükümet sorumludur. Ancak asıl sorumlular bugün kahraman ilan edilmişlerdir. Oysa Mondros Anlaşması’nı imzalayan heyetin arasında Fethi Okyar yoktur. Bahriye Nazırı Rauf Bey, Hariciye Müsteşarı Reşat Hikmet Bey, o zaman İzmir’de bulunan Erkân-ı Harp yarbaylarından Sadullah Bey’lerdir. (3) Bay Mısıroğlu, Mondros’a gönderdiği imza heyetine bile anımsamadan, yazan Vahdettin’i düzeltme gereği duymadan Vahdettin’e aynen katılıyor. 

      Vahdettin; TBMM tarafından ihanetle suçlanmasına karşı yazdığı, kendisini savunma/aklama niteliğindeki ‘Beyannamede; “İzmir’in işgali başlangıçta Büyük Devletler meselesiydi. İtilaf devletleri Yunanistan konusunda fikir ayrılığına düşünce meselenin mahiyeti değişti” diyor. (4) Savunmaya bak sen! Şimdi kim İngilizci?.. İzmir’i ve devamında diğer Ege kıyı bölgeleri işgal edilince, Havza’da, Amasya’da halkı örgütlenmeye davet eden Mustafa Kemal mi; yoksa, İzmir’i Büyük devletlerin (İngiltere’nin) işgalini olağan karşılayan Vahdettin mi? İngilizci kim? Amasya Genelgesi’nde düşman işgaline karşı halkı birleşmeye çağıran Mustafa Kemal ve silah arkadaşları mı; yoksa milli uyanış ve direnişçileri suçlayan, halkı eylemsiz bekleyişe davet eden Sultan vahdettin mi?
      Vahdettin, Amasya Genelgesini yayınlayan, Erzurum ve Sivas Kongrelerini tamamlayan Mustafa Kemal hareketine karşı, 20 Eylül 1919 tarihinde yayınladığı Beyannamede; “Milletin her ferdinden bu günkü durumun nezaketini takdir ederek sessizlik ve soğukkanlılığını koruyacağını, kanunların hükümlerine ve hükümetin emirlerine uyacağını, düzen ve asayişi bozacak hareketlerden sakınacağını umarım” sözleriylehalkı eylemsizliğe davet ediyordu. (5)

Sonuç olarak, vurgulamak isterim ki, 1919, 1920’li yıllarda yaşanan olayların en büyük tanıkları, o gün olayların içinde yaşayanlardır. Belge, elbette ki görevleri nedeniyle onların tuttukları resmi tutanaklardır. Resmi tarih olmaması için gayri resmi tutanak mı tutul malıydı? Yine anılardır. Olayların birçok tanıkları var. Onlar birbirini çürütüyor mu? Ona bakılır. 100 yıl sonra tarih üretilmez.

1. Kendisinden sonra uzun yıllar yaşayan, Atatürk’ün düşmanların yazdıkları kitaplarda, makalelerde iddia etmediği şeyleri siz nasıl ve hangi vicdanla öne sürebilirsiniz? 
2. Birçok savaşlarda ülkesi işgal edildikten sonra direnerek ölen.. ,İntihar eden, sakladığı tek damla zehri içerek ölen liderler vardır.. İkinci Dünya Savaşı sonras ülkesi mağlup olan Japon İmparatoru, ülkesinin anahtarını göz yaşları içinde işgalci güçlere teslim etmiştir. Hitler ve Ailesi kendisini havaya uçurarak intihar etmişlerdir. Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi ülkelerinde kalarak işgalci düşmana karşı çatışan son askerlerine yön verirken yakalanıp öldürülmüşlerdir.

    Sultan Vahdettin ve onun hanedan/hükümet üyeleri, ülkesi düşman işgalinden kurtulduğu için mağlup olan işgalci düşman donanmasına sığınarak ülkesinden kaçan tek liderdir. Bu çarpıklığın savunulacak hangi yanı var? Utanmıyor musunuz?
    
          Düzeltme: Yazısı dizisinin; 1. Bölümünde, Kadir Mısırlıoğlu olarak yazılmış ve üçüncü bölüme değin aynı maddi hata sürdürülmüştür. Ayrımına varmamızı sağlayan, değerli okurumuz, gazeteci Namık Aşçı’ya teşekkür ederiz. Doğrusu; Mısıroğlu’dur. Düzeltir; maddi hata için özür dileriz.

    Kaynakça:
1. Kadir Mısıroğlu, kendi canlı konuşması, 22 Mart 2015.
2. Son Sultan Vahdettin, Google: Mekke Beyannamesi, Şubat 1923.
3. İbrahim Sadi Öztürk, Mondros Sevr Lozan, Ato Yay, 2004.
4 Son Sultan Vahdettin, Google: Mekke Beyannamesi, Şubat 1923.
5. Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, Doğan Kitap, 2018.