“Ne ektinse mutlaka onu biçeceksin günün birinde” bu bir atasözüdür. Hala umut var mı sahiden?

Ey benim güzel ülkem, taşım toprağım, ateşim külüm, nasıl bir çıkmazın içine girdik böyle, umutsuz, çaresiz, birbirimize dolanmaktan bir yol bulamıyor, aksine daha da çitişiyoruz.

Hani eğitim şarttı ya cehaleti kovmadığımız ve hatta yok etmediğimiz sürece aydınlık yarınlarımız olmazdı bizim. Buna olan inancımızı niye yitirdik dersiniz ve şu üç kuruşluk aklı olanlara teslim olduk sorgusuz sualsiz.

Dirseklerini masa başlarında çürüten eğitimli insanlarımız vardı bizim, gece gündüz okuyan, çalışan, bir diğerine bilim adamı olarak fark atan, kendini yetiştiren, geliştiren bilim insanlarımız.

Söyledikleri sözleri can kulağıyla dinlediğimiz, feyz aldığımız gururlandığımız ve altına da ülkemizin yetiştirdiği diye not düştüğümüz bilim insanlarımız. Öyle ki buralarda yetiştiremeyip bilgi fizanda da olsa gidip alacaksın öğretisinde yollara düşürdüğümüz, gurbete gönderdiğimiz beyin silahşorlarımız.

Umut bağladığımız, yol gösterici olarak sorumluluk yüklediğimiz o güzel insanlara ne oldu da kara cahillerin elinde oyuncak olduk.

Çok mu şey bekledik onlardan, ne bileyim işte, siyaset bilimcisi, hukuk bilimcisi, din bilimcisi, bilimsiz ilimsiz kalmaktan çok korkuyorduk ya hani, eğitim şart diye diye paraladık kendimizi. Peki, nerede şimdi o gururla ülkemizin yetiştirdiği diye övündüklerimiz. Onlar bizi farklılıklarıyla bu dar günlerden kara günlerden kurtarıp, daha güzel bir dünya için yırtındığımız zaman dilimine taşımayacaklar mıydı?

Eğer hala daha olduğumuz yerde sayıyor, bir adım öteye gidemiyorsak, tam aksine geriye düşüyorsak ve baş edemiyorsak bunca keşmekeşin arsızlığıyla, sanıldığı kadar bilimselleşmemiş kendileri, sadece biz öyle sanmışız değil mi?

Bir yolu bir sonu olmalı üzerimize çöken bu lanet günlerin. Daha güneş doğmadan, hadi doğdu diyelim, dağa taşa yüzünü gösteremeden ölümler çalıyor kapılarımızı.

Doğusundan batısına kadar hainler sardı dört bir tarafımızı, kimin sözü etkili, kim daha çok yetkili almıyor aklımız.

Birçoğumuzun bir fikri var elbette, belki nokta atışı tespitler yapıyor birçoğumuz, aklın yolu birdiri cımbızla çekip gün ışığına çıkartıyor yine birilerimiz.  Ne oluyor yahu, doğrular yerini yanlışlara bırakıveriyor şuursuzca. Ama(!) diyorsun bu yanlış, bu doğrunun yerine oturamaz, eğer yanlışın doğru olduğuna inanırsak, inandırılırsak biz bir olamadan bölük pörçük dağılır gideriz zaten bu değil mi istenen bu değil mi amaç.

İnanılır gibi değil, her gün yeni bir üzüntü yeni bir umutsuzluk rüzgârıyla boğuşuyoruz, birileri bizim huzurumuzu kaçırmak için fırsat kolluyor ve galiba bunu çok iyi yapıyor.

O kadar çok entrikayla uğraşıyoruz ki yaptığı yapanın yanına kar kalıyor gibi görünüyor. Masum insanlar ölüyor katiller ellerini kollarını sallaya sallaya geziyor, birileri sadece kendini tatmin edebilmek için en kutsalımıza en mahremimize yani inancımıza dokunuyor, hem de ne dokunma.

İnandığımız bütün değerleri sorguluyoruz yeni baştan, kendimize iyi gelecek ama akıl sınırlarında ilaçlar arayışındayız, iyileşmek için buna ihtiyacımız var. Günü ve yaşadığımız olayları değerlendirmek için fikir tartışmasına girdiğimiz dostların bakış açılarını duydukça, şaşkınlığım ve umutsuzluğum beni ürkütüyor doğrusu.

İnsan inancından şüpheye düşer mi? Düşüyormuş sahiden de, hatta düşmenin de ötesinde uzaklaşıyor soğuyormuş da.

Her sıkıştığımızda saçma sapan bir inanç yüklüyoruz kendimize. Sorumluluk almaktan ziyade oluruna bırakmak gibi bir bekleyişin içine giriyoruz çünkü işimize gelen böylesi. Ya sorumluluk almaya gönüllü olanlar, bilirkişiler, onlarda bizim gibi çözüm üretmek yerine oluruna ve zamana bırakırlarsa nice olur halimiz. Bugün inanarak söylediklerinin yarın tam tersini yaparlarsa, deneme yanılmanın asla kabul görmediği bu kulvar da kayıplarımızın telafisi olur mu sizce?

Bir ateş çemberinin içinde umutlarımızı kaybetmeme savaşı veriyoruz. Evet, günün gelişmeleri ve sorumluluğu altında ezilmemek için güneşe ve hayata dönüyoruz yüzümüzü çoğu zaman, çünkü bir çıkar yol bulamıyor olmak ürkütüyor ve kimyamızı bozuyor.

 Bu günlerde bir adım ileriye değil de bazı insanların hayatlarının bir hiç yüzünden üzerlerine koyulan ipoteklerin yüzleşmelerine tanıklık ediyoruz. Kaybolup giden yaşam haklarının geri iade edilmelerine suskunca iç geçiriyoruz. Küsen, kırılan kendiyle çarpışan onlarca işin ehline itibarlarını geri veriyoruz. Peki belki bir hiç yüzünden hala daha itibarsızlaştırdıklarımızı ne zaman göreceğiz, onları da  aradan yıllar geçtikten sonra ve en önemlisi iş işten geçtikten sonramı kazanmaya çalışacağız. Ya da tam tersine gözü kapalı güven duyduklarımızı, algımızın iplerini teslim ettiklerimizi hiç mi sorgulamayacağız, hata üstüne hata yapma hakkı mı vereceğiz.

Bilemedim şart olan eğitim miydi? Ahlak mıydı?