“İnsanlar konuşa konuşa” diye bildiğimiz o atasözü hiç de öyle değilmiş.
 Zira görünen köy kılavuz istemiyor.
Öfke, bir kez daha isyan bayrağını çekti…
Konuşarak anlaşabilmek günümüz dünyasında belli ki imkânsız.
Çünkü artık hiç kimse, kendi sözünün üstüne söz söylenmesini istemiyor.
Bir başkasından duyacağı sese, yoruma, eleştiriye tahammülü yok.
Ekonomisiyle, bekasıyla, sağlık kaygılarıyla derken iyice beyin devremiz yandı doğrusu.
Şehitlerimizin acısı ise göğüs kafesimizde asılı duruyor.
Herkesin farklı bakış açısı, farklı durum tespitleri, var olan gerçeğin sarsılmasına da neden oluyor aslında.
Korkuya mahal veren gerçeklerin üstü, kişisel bakış açılarıyla örtülüyor ama bir yere kadar, şu halde doğru, kendi ekseninde yalpalıyor. Bu da güven meselesi yaratıyor.
Her geçen gün insanoğlunun sırtındaki yük, mütemadiyen zihnindeki yorgunlukla bir başkaldırışa sebebiyet veriyor. Gücü yeten yetene, emir veren verene ilkelliği ise, mevcut sistemin izdüşümleri!
Hak arayışların peşine düşmek, zamanın içinde kaybediyor umudu, eşitliği, adaleti, hukuku.
TBMM’de son zamanlarda ülke olarak yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz terör, kısmi savaş ve bir de dünyayı korkusu altına alan virüs gerginliğinin, kabına sığmadığını gördük.
 Yönetime idareye olan tepkinin, daha vahim sonuçlar doğurmamasını diliyoruz.
Ülkece geldiğimiz nokta, sırtımızda taşınması zor yüklerde, kısa vadede bir çözüm yolunun görünmemesi ve bu doğrultuda belimizin bükülmesi, birbirimize tahammülsüzlüğümüzün nedenlerinden bir kaçı sadece!
Mülteciler konusundaki sıkıntının bu ülke insanı üzerinde bir hayli gerginlik yarattığı da ortada.
Birlikte yaşamak konusundaki özverinin, bizleri ne kadar yorduğunu inkâr edemeyiz.
Soruna çözüm üretilemiyor olması, ekran görüntülerindeki çaresizlik üzerinden, çok daha fazla yoruyor inanın, hele ki çocuklar söz konusu olduğunda, kendini unutuyor insan.
Fikir ayrılıklarının başında gelen bu sorunun, kolay kolay da yakamızı bırakacağı görülmüyor, bu da sinir uçlarında meydana gelen kızgınlıkla, şiddete yol aralıyor. Sanırım bu dünya düzeninde sağduyulu olabilmek, öyle dilin söylediği gibi kolay değil!
Siyasetin ağır meşakkatli yolu, ideolojik sesliliğin duvarında zorunlu bir duraklama yaşıyor zaman zaman. Böylesi bir sahiplenici tavır da, taraflar üzerinde hazımsızlık yaratıyor. Sırf taraf olgusunda geri adım atmamak için, bir birine bileniyor insanlar.
Kendini haklı çıkartmak, sorunlara çözüm bulmanın önünde kalınca da, kaybeden, yorulan, yıpranan vatandaş oluyor.
İster vekil, ister seçmen olsun, herkes tüm zamanlarda kötü gidişatın bedelinden mesul!
Aslında meclis çatısı altında öfkelerine yenilip karşılıklı fiziki şiddete dönüşen ilk eylem değildi en son yaşanılan. Her dönem birbirine yumruklayan, şiddetten kaçınmayan birçok olaya tanıklık etti meclis. Kadın vekillerimizin, en az erkek vekiller kadar şiddete eğilimli olduklarını da gördü vaktinde TBMM.
Sadece meclis içinde değil elbette, inanın birkaç kişilik topluluklar da ve hatta insanın kendiyle kavgaları bile kontrol edilemeyen öfke kıvılcımları doğuruyor.
Hani birisi bir şey söylese de, ağzını burnunu kırsak, tetiğinde artık insanlar.
Siyasi yönetimden kaynaklı olduğuna işaret edilen memnuniyetsizliğin, memnun edici herhangi bir alternatifinin görünmüyor olması da, bu gerginliğin öne çıkan nedenlerinden biri.
Sadece seçmenini suçlayan bakış açısıyla, kenara sıyrıla bilinecek bir durum da değil bu ayrıca.
Siyasette başı çekenlere karşı değil, ülkenin herhangi bir kademesinde görev yapan birçok yöneticiye karşıda içinde öfke barındırıyor insanlar. Hatta taraf olduklarına bile ağza alınmayacak sözler sarf ediliyor. Saygısını kaybeden insanlık kolay kolayda bulamayacağını bilmiyor zira.
Çünkü insanların sabrını zorlayan ne varsa, zihinlerde hastalıklı bir öfke yaratıyor, umarım meclis bu konuda yol gösterici olmaz da aklıselim bir birliktelikle, bir ortak akıl oluşturulması noktasında anlaşabilirler.
Eğer öyle olmazsa, birbirine tahammül noktasında iyice gerginleşen insanlar, pişman olacakları sonuçlara meyledebilirler. Umarım öyle olmaz, umarım…