Zonguldak Fener Anadolu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni Murat Durmuş’un “sürgün edildiği” haberini okuduğumda içimin kırıldığını hissettim. Hele basına yansıyan, “Derste öğrencilerinden İslami Dönem Türk Edebiyatı ile İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı’nı karşılaştırmalarını ve farklılıkları yorumlamalarını istediği ve yine ders esnasında ezan okunurken pencereyi kapattığı” ileri sürülerek Cimer (Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi) üzerinden yapılan şikayet sonrası, ‘Halkı din ve mezhep ayrımcılığına sürüklediği’ gerekçesiyle meslekte kademe ilerleme cezası verilmesi ve Çankırı’ya atanmasının  dayanaksız ve hukuksuz olduğu kanısına vardım. Buna “atanma” değil de “sürgün edilme” demek daha doğru olacaktır.

      Bu haberi okurken Zonguldak İl Milli Eğitim Müdür Vekili olan Murat Kapıcı’nın da Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olduğunu öğrendim. Bu olay nedeniyle daha da şaşırdım. Tabii ki merak da ettim. Böyle dayanaksız ve hukuksuz, gerçek dışı  suçlamalarla öğretmen cezalandırılmalı, mağdur edilmeli, sürgüne gönderilmeli miydi? Yoksa, düzgün ders ve sosyal - kültürel çalışmaları nedeniyle kendisine teşekkür edilmeli miydi? Ayrıca biz bu “öğretmenin sürülme” olayında ancak basına yansıdığı kadarıyla bilgi sahibiyiz. O zaman öğrenelim.
 
        Sayın Kapıcı, söz gelimi sınftasınız, öğrencilerinizden  “İslami Dönem Türk Edebiyatı ile İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı’nı karşılaştırmalarını ve farklılıkları yorumlamalarını” istediniz, o sırada “okulun hemen karşısındaki camiden ezan sesi yükseldiğinde sınıf penceresini kapattırdınız” ve kim olduğu, hangi gerekçeyle yapıldığı bilinmeyen bir şikayetle “Halkı din ve mezhep ayrımcılığına sürüklediğiniz’ suçlamasıyla soruşturma geçirip, aynı cezalara müstehak edilseydiniz, acaba ne yapardınız?

     Sayın Soruşturmacılar
, nasıl oluyor da, “İslami Dönem Türk Edebiyatı ile İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı’nın karşılaştırılmasının ve farklılıkların yorumlanmasının” çok gerekli ve tutarlı bir ders çalışması olduğunu görmezden gelerek, bu davranışın bir suç unsuru olabileceğini düşünebildiniz?    Dosyalarınızda başka ne gibi suç unsurları(!) bulunmaktadır?

        Sayın  Soruşturmacılar
, siz Fener veya Ticaret Lisesinde herhangi bir ders öğretmeni olarak, “camiden ezan sesi yükseldiğinde sınıf penceresini kapattırsaydınız” bunun suç unsuru olabileceğini düşünür müydünüz? Dikkat ediniz burada esas olan dine, ezana saygısızlık ve “ezan sesi” değil; “sınıf içinde öğretmen-öğrenci arasındaki sesli iletişimin olumsuz etkilenmesi” dir.

       Sayın Soruşturmacılar
, öğretmen Murat Durmuş nasıl oluyor da çok doğal ve gerekli bu iki davranışı nedeniyle “Halkı din ve mezhep ayrımcılığına sürüklemek” suçu işlemiş olabiliyor. Derste İslami Türk Edebiyatı ile İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatının karşılaştırılmasını ve farklılıklarının yorumlanmasını istemek ve “hemen karşıki camide ezan okunurken pencereyi kapatmak” gibi çok doğal davranış ile; “hem din hem mezhep ayrımcılığı yapmak suçu” nasıl işlenmiş olabilir?

        ÖĞRENCİLER  VE VELİLER ÖĞRETMENİN YANINDA

       Fener Lisesi Okul Aile Birliği Başkanı Selahattin Temiz, Zonguldak Demokrasi Platformu Sözcüsü Erdoğan Kaymakçı ve Eğitim Sen Zonguldak Şube Başkanı Orhan Yılmaz ile okul öğretmenleri ve öğrencilerden oluşan bir heyet, Vali Erdoğan Bektaş ile görüşerek, sürgün edilen Murat Durmuş hakkında verilen sürgün kararının iptal edilmesini istemelerini ve öğrencilerce yarım saatte toplanan 306 imzalı dilekçeyi teslim etmelerini de içtenlikle desteklediğimi belirtiyorum.
 
      Okulun öğretmen ve öğrencileri Vali Bektaş’a; “Okulumuzda 650 öğrenci var. 649 öğrenci ve velisi çok memnun. Sadece bir velinin trajikomik şikâyeti ile çok sevilen bir öğretmenimizin Çankırı’ya sürgün edilmesini anlayamıyoruz. Zonguldak için büyük bir kayıptır. Bu yanlışın giderilmesi için sizin devreye girmenizi talep ediyoruz” demişler.

     Meslek hayatımızda böyle uyduruk, eften püften gerekçelerle soruşturmaları hem yaşadık hem tanık olduk. Bu nedenle mesnetsiz, hukuksuz uygulamanın durdurulmasını, öğretmenin okuluna geri dönmesinin sağlanmasını ve verilen cezaların kaldırılmasını beklediğimizi belirtmek isteriz.

 CAMİ YAPIMINA KARŞI ÇIKMAK
 
     Fener Lisesi’nde 1971 Kasım ayında Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak göreve başladım. Okul müdürümüzün isteğiyle stajiyerliğim kalkar kalkmaz müdür yardımcısı oldum. Bir süre sonra da müdür başyardımcılığına getirildim. Sonraki müdürle anlaşamadığımızı görünce, bu görevden, Milli Eğitim Müdürümüzün karşı çıkmasına rağmen 1975 yılında istifa ile ayrıldım.

      Süreç içinde aynı okulda 1979’da müdürlük görevine atandım. İki okulun (Fener - Ticaret) tam karşısına cami yapılması projesini duyunca okul ve eğitimsel nedenlerle açıkça karşı çıkmış, bu düşünce ve görüşümü de dönemin ilgililerine iletmiştim. Kimse de bana, “Vay, cami yapılmasına nasıl karşı çıkarsın, seni gidi dinsiz, imansız!” diye sorgu-sual etmemiş ve “Halkı din ve mezhep ayrımcılığına sürüklemek suçu” işlediniz dememişti.

       TÖBDER BAŞKANI LİSE MÜDÜRÜ

     1979’da Fener Lisesi’ne müdür olarak atanmamdan bir süre sonra iktidardaki Adalet Partisi yetkililerinin baskısıyla Amasya İli emrine Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak sürülmüştüm. Atanma/sürülme kararnamesi Zonguldak Milli Eğitim Müdürlüğüne kadar gelmişti ama uygulamaya girmemişti.

      12 Eylül 1980 askeri yönetimi beni Fener Lisesi müdürü olarak görmüştü. Bir gün Milli Eğitim Müdürü, “Yahu Hamit Bey, her gelen Paşa, Bakanlık müfettişi, ‘Burada Töbder Başkanı bir lise müdürü varmış, kimdir bu adam?’ diye seni soruyor, biz de gerektiği şekilde seni savunuyoruz” demişti. Şaşırmıştım. Adamlar benim okulumdaki çalışmamı, başarımı değil, kim ve ne olduğumu merak ediyorlardı.
 
        EĞER BEN VALİ OLSAYDIM

      Bir gün bir yerel gazete hakkımda gerçekdışı bir yazı döşenmişti: “Okulda sol bir hücre kuruyormuşum, Yurtdışına kaçan başta Töbder Genel Başkanı Gültekin Gazioğlu olmak üzere solcularla irtibata geçmişim. Öğrencilere sol fikirler aşılıyormuşum, velileri ve öğrencileri mitinglere katılmaya teşvik ediyormuşum vs.vs.” Akıl alacak gibi değil ama ben bunları kimse görmeden, duymadan askeri sıkıyönetim döneminde yapıyormuşum. Üstelik MİT’in, askeri ve polis istihbaratının ve bazı ajanların gözü önünde! İpe sapa gelir şeyler değildi ama yazılmıştı. İstifa dilekçemi cebime koydum, doğru Milli Eğitim Müdürlüğüne gittim. Müdür Bey, “O iş için geldinse Vali Bey sordu, biz de cevabını verdik, dosya kapanmıştır” dedi. Ben de “Sayın Müdür, ben istifa için geldim, Vali  Bey ile görüşeceğim” dedim. Doğru Vali Bey’in odasına çıktım, durumu anlattım. Vali Bey, “Ben o lafları dinlemiyorum.” dedi. Ben, “Vali Bey, hakkımda yazılanlar makamı da yıpratır mahiyettedir. İzninizle istifa etmek istiyorum” dedim. Vali, “Bu lafları da dinlemiyorum. Sen orda kaşın gözün için oturmuyorsun. İyi bir öğretmensin, iyi bir idarecisin. Onun için oradasın. Git görevinin başına.” dedi. Ben kısa bir süre ayakta çakılıp kaldım, sonra odadan çıktım. Müdür Beye “Kabul etmedi” diyerek okula döndüm.
 
       Eğer ben Vali olsaydım; bu Hamit Kalyoncu’yu kardeşim de olsa önce geçici olarak görevden alırdım. Olayı bir güzel soruşturur, araştırır, çıkan sonuca göre davranırdım. Anladım ki Milli Eğitim Müdürü Mustafa Turhan ve Vali Galip Demirel(rahmetli), öğretmenliğime ve idareciliğime güven duyuyorlardı. Üstelik ikisi ile de siyasal görüşlerimiz çok farklı olduğu halde bana sahip çıkıyorlardı. Açık söylemek gerekirse biz de okulda, değerli öğretmen arkadaşlarım, öğrencilerimiz, idareci, memur ve hizmetlilerimiz ile ahenkli ve düzenli bir çalışma içindeydik.
 
       Bizim yaşadıklarımız ve hikayemiz çoktur, uzundur. Ancak, Askeri Sıkıyönetim döneminde bile olsa, bir Milli Eğitim Müdürü ve Vali’nin öğretmeni ve idarecisine nasıl sahip çıktıklarını göstermek ve örnek olması yönüyle bunları anlattım.
   
        İnşallah amacına ulaşır.