Öğretmenliğin zor anları…

Öğretmenler günü geldi çattı biliyorsunuz, öğretmenlikle ilgili bir yazı yazmak gerekir diye düşünüyordum ki, sosyal medyada bir öğretmenin anlattığı bir anısı gözüme çarptı…

Hem okudum, hem ağladım…

Üzüldüm… Bu anı benim anılarımdan da uzun süre çıkmayacak biliyorum…

Ve anısını paylaşan öğretmenin anlattıklarını da ben sizlerle paylaşıyorum:

Mesleğimde 20 yılımı tamamlamak üzere olan bir edebiyat öğretmeniyim. Size bir anımı anlatmak istiyorum. Öğretmenliğin üniversite bitirmekle sınıfa girip ders anlatmakla olmadığını henüz ilk yılımda yaşadığım bu olayla çok iyi anlamıştım.

Üniversiteden haziranda mezun olmuştum. Hemen Anadolu’da bir devlet okuluna atandım. Heyecanla derslere girmeye başladım, zaten orta bir olan iki sınıfım vardı. Birinde, şartlı cümleleri anlatırken tahtaya bir cümle yazdım.

“Eğer çok zengin olsaydım anneme… alırdım.”yazıyor. Cümledeki boşluğu, hayal gücünüzü de kullanarak doldurun, annenizin en çok ne ile mutlu olacağını düşünüyorsanız onu yazın dedim. Herkes sessiz bir şekilde dağıttığım kâğıtları aldı ve kimi gözlerini tavana dikip kimi dışarıya ya da birbirlerine bakıp düşünmeye başladı.

Beş dakika sonra sınıfı dolaşıp kâğıtları topladım ve isimleriyle beraber tek tek okumaya başladım. Son model şoförü ile araba, içinde 5 tane hizmetçisiyle köşk, deniz kenarında kocaman bir yazlık…

Ben okuyorum, sınıf gülüyordu. Bazıları da sanki çocukların ruh hallerini anlatır gibiydi, aslında gibisi fazla, öyle olduğunu ben çiçeği burnunda genç öğretmen sonradan fark ettim. Herkesin yazdığında kendi hayatlarından bir parça bir ukde varmış meğerse.

Son kâğıdı içimden okudum. “Eğer çok zengin olsaydım anneme kucak dolusu çiçekler alırdım” Cümlenin sahibi, geçen sene sınıfa yeni gelmiş, içine kapanık bir çocuktu.

“Taner, kalk bakalım. Ne yazdığını arkadaşlarına söyleyebilir misin?” “Çiçek alırdım, yazdım öğretmenim. Sınıftan bir kahkaha kopmasını beklerken bir sessizlik hakim olmuştu. “Ben çok zengin olduğunuzu düşünün, hayal gücünüzü kullanın demiştim.

Buna rağmen çiçek alırım yazdığına göre önemli bir sebebin olmalı” dedim. Bir süre sessizce bekledi, sonra ayağa kalkıp “Çiçek kötümü öğretmenim” dedi usulca. Yüzünde gülmekle ağlamak arası garip bir ifade vardı.

“Oğlum, anneni mutlu edecek sevdiğini istediğini bildiğin çiçekten çok daha önemli bir şeyler vardır herhalde?” deyince, hiç cevap vermeden çantasını alıp sınıfı koşarak terk etti.

Şaşırmıştım, nerede yanlış yaptım acaba derken sınıftaki çocuklar, “öğretmenim Taner geçen sene geldi sınıfa, kısa bir süre sonra kazada annesi vefat etti, o zamandan beri biraz durgun” dediklerinde şoka uğramıştım…

Sınıftaki çocuklar, çalan zille birlikte karıncalar gibi bahçeye aktı. Hemen rehber öğretmenin yanına gidip “Hocam sınıfta annesi yeni vefat etmiş bir öğrenci varmış, bunu bana niye söylemediniz ?” dedim, aldığım cevap ile kendime olan kızgınlığım daha da artmıştı.

Orta yaşlı rehber öğretmen gözlüklerinin üzerinden bana bakarak “Bakın ben sınıfın ve çocukların rehber öğretmeniyim, sizin değil, (raf dolabını işaret ederek) lütfedip dosyalarına bir göz atsaydınız haberiniz olurdu.” O gece sabaha kadar uyuyamamıştım. Ertesi gün okula gelmemişti Taner.

Müdür yardımcısı beni çağırmıştı, odasına gittiğimde sonradan Taner’in babası olduğunu öğrendiğim bir beyefendi vardı.

Müdür yardımcısı “Taner biraz rahatsızmış, birkaç gün gelemeyecekmiş, babası onu bildirmeye gelmiş, ayrıca sizinle görüşmek istiyor” deyince neyle karşılaşacağımın heyecanı kaplamıştı içimi.

Öğretmenler odasına geçtik, hemen özür dileyip durumdan haberim olmadığını söyledim. Kibar bir beyefendi olan Taner’in babası, “sizin bir suçunuz yok Taner henüz atlatamadı, onun yaşındaki bir çocuk birde tek olunca gerçekten çok zor.

Elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Her hafta sonu annesinin mezarına gidip diktiğimiz çiçeklerin bakımını yapıyoruz” deyince başım biraz daha öne eğilmişti. Zavallı küçüğümün o içindeki koskoca boşluğu doldurmaya çalıştığı çiçekleri nasılda bilmeden küçümsemiştim.

Hemen kendimi toparlayıp ertesi gün sınıfça Taner’i ziyaret etmek istediğimizi söyledim. Taner bu ziyaretten çok mutlu olmuş, çok sevinmişti. Bir nebze de olsa onun acısını paylaşıp, mutlu olmasına vesile olmuştu.

O günden sonra meslek hayatım boyunca bütün öğrencilerimin dosyalarını okumayı, onların aile ve sosyal durumlarına göre hareket etmeyi ihmal etmedim…

Hepsini, hayatımın o yılında öğrendim. Öğretmenlik her gün gidip geldiğin, cumartesi, pazar, sömestr ve yazın tatil yaptığın bir meslek değildir. Öğretmenlik Anne olmaktır. Baba olmaktır. Aile olmaktır.. Kısacası İnsan olmaktır.