“OLMAYA DEVLET CİHANDA...”
 
Bilirsiniz, Kanuni Sultan SüleymanMuhibbî” takma adıyla şiirler de yazan bir padişahtır. Sağlığının bozulması üzerine söylediği; “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi!” dizeleri, yaşamdaki en değerli şeyin sağlık olduğunu anlatır.
Farenjit hastalığından sonra ikinci derecede bir öğretmen hastalığıdır varis! Sol ayağım uzun zamandır SOS veriyordu. Ancak günlük yaşamın çalkantısı içinde bir türlü “Haydi!” deyip gidememiştim doktora.
Geçen hafta geçirdiğim sıkıntılı bir varis ameliyatı sonrası normal yaşamıma döndüm. Artçı sarsıntıları sürüyor olsa da şimdilik iyiyim!
Bu operasyonu sosyal medyada paylaştığım andan itibaren bu kez farklı bir çalkantı sarstı beni! Tanıdıkların, arkadaşların, dostların ve hiç tanışmadığım insanların sarıp sarmalamasıyla karşılaşmak ne denli bir insan biriktirme eylemi içinde olduğumuzu görmemi sağladı! Telefonum epeydir bu denli çok çalışmamıştı! Sağ olun; var olun! İyi ki varsınız ve iyi ki benim dostlarımsınız!  
Ben de bu durum aracılığıyla sizlere, sağlıklı, mutlu ve başarılı bir yıl diliyorum! İyi, doğru ve güzelin evrensel izinde süren bir yaşamı hiçbir zaman terk etmeyeceğimin sözünü veriyorum sizlere!
 
MÜLKİYET!
Hangi kitapta ya da hangi dergide okudum tam anımsamıyorum, Karl Marks, mülkiyet için şöyle diyordu; “Mülkiyet insanın özgürlüğünü ve yaratıcılığını yok eder!” (-Umarım belleğim beni yanıltmıyordur!-)
Bu söze inanır, bunu söylerim! Hani, mistik düşüncenin yansımasında olduğu gibi; “Çıplak geldik; çıplak gideceğiz!
Yaşamın özünün “Mutlu olmak!” olduğunu düşünenlerdenim. Bu mutluluğun mülkiyetle bağlantısını bir türlü kuramadım kendi yaşamımda! Kimileri küçük çıkarlar için takla atarken, ben paylaşabildiğim oranda mutlu oldum! Öyle ya; şiir, öykü, roman, araştırma, gazete yazıları, fotoğraf, tiyatro, doğa yürüyüşleri, seyahatler, binlerce kitaptan oluşan bir kütüphane, otuz beş yıllık bir dergi arşivi, emekten, emekçiden, halktan yana bir savaşımla geçen koca bir ömür vs. vs. /.../ Neyi anlatır bütün bunlar! Nedir benim kendimle, yaşadığım toplumla ve içinde bulunduğum dünyayla alıp veremediğim!
Kitap imza etkinliklerinden biriktirdiğim paralar ve oğlum Deniz’in katkılarıyla inşaatını bitirdiğim NK Şiir Evi dışında mülkiyeti bana ait bir evim bile yok! Bankada sıfırı bol bir hesabım da yok! Kimileri gibi “Parama el koyarlarsa ne yaparım?” diye bir kaygım da yok!
Karl Marks’ın söylediğini ben en güzel haliyle yaşadım diyebilirim! Özgürlüğümü ve yaratıcılığımı gücüm oranında yaşarken, toplumun emekçileriyle el ele, omuz omuza olmak yetip de arttı bana!
Hadi bu bölümü şu sav sözle noktalayalım; “Paranızı, pulunuzu, evinizi barkınızı alıp başınıza çalın! Kahrolsun mülkiyet faşizmi!
 
MUSTAFA ÖZDEMİR!
Epeydir görüşmemiştik. Geçen hafta, şu bizim “Katkı Payı Garabeti”nin hukuksal işleri için Zonguldak’a inince Devlet Güzel Sanatlar Galerisine uğradım. Mustafa, bir şapka bir kaşkol karşıladı bizi! Kucaklaştık! Antika eşyalardan oluşan harika bir sergiyi açarken neyi amaçladı bilmiyorum ama beni çocukluğuma doğru alıp götürdü! Lafladık! “On haftadır Kantarcı’yı yazıyorsun; biraz konuyu değiştirsen!” dedi. Gülüştük!
Abdullah Karabacak’la yüz yüze tanışmamıştık. Kucaklaştık. Engin Zaman, Ramis Muslu derken ortam ısınıverdi.
Böylesi dostları olan bencileyin kişiler mutlu olmasın da ne yapsın!
 
ÇAYCUMA HALLERİ!
Malum “Garabet!” durumları sürüyor! Hukuksal yollara başvurduk. Başvurular sürecek. Hakaretlere, usulsüzlüklere karşı yasal yolları kullandığımızı biliyorsunuz. Konuya ilişkin söyleneceklerin çok büyük bir kısmı söylendi. Ne yazık ki Çaycuma bölünüp parçalandı! Bunun ne boyutta olduğunu önümüzdeki süreçlerde yaşayarak göreceğiz. Bülent Bey hiç beklemediği oranda halk tepkisiyle karşı karşıya! İnsanlar güç koşullar içinde ayakta durmaya çalışırken bu “Katkı Payı” inadı, tepkiyi üzerine çekti.
Umarım İdare Mahkemesi bizi kapının önüne koymaz. İnanın o zaman bu halk CHP cenahının tamamını kapının önüne koyar ve bir daha toparlanamazlar! Yaşayıp göreceğiz...
 
KIRK BİR KERE...
Bu yazı, Halkın Sesi Gazetesine yazdığım kırk birinci yazı! Eh, o halde “Kırk bir kere maşallah!” diyelim de kalemin mürekkebi bitmesin, bilgisayarın klavyesi yazmaz olmasın!
İlk gün verdiğim sözü yineliyorum, yazdığım yazılar belirli bir okunurluk oranının altına düştüğünde usluca tası tarağı toplarım! Sözüm varsa söylemeyi bildiğim gibi, sözüm biterse susmayı da bilirim! Hiç kimsenin, hiç kimseye yemek diye çiklet çiğnetmeye hakkı yok! En başta benim!
Kırk birinci yazıdan Mustafa Özdemir kardeşime bir ricam var; lütfen bari benim yazıların olduğu gazetelerden bana birer tane olsun ayır! Ya da gazetenin Çaycuma dağıtımını da planla! (Emrivaki gibi oldu!) Hadi bakalım; göreyim seni!
 
YILIN İLK ‘KILÇIKLI’ SORUSU!
(Kökleri olmayan, Hayatları boyunca hiç anlamadıkları Atatürk'ten beslenen, kendisini beğenmiş sonradan görmelere, Yüzer gezer solculara Atatürk'ü bırakmaya niyetim yok...)
...
Yılın bu ilk yazısını ‘kılçıklı’ bir soruyla bitiriyorum; “Kullandığı facebook sayfasında, üstteki cümleyi (-dilbilgisi arızaları kendisine aittir-) 26 Şubat 2015 tarihinde paylaşan kişi kimdir ve bu cümleleri kimin için kurmuştur?” (Devamı haftaya bu köşede!)