Çeşitli kaynaklardan elde ettiğimiz bilgilere göre 1975 yılından günümüze kadar hac mevsiminde yapılan hatalar yüzünden binlerce insanlar öldü. 1975 yılından 200 kişi tüp patlaması sonucu; 1994 yılında 270 kişi şeytan taşlama sırasında yaşanan izdiham; 1990 yılında 1,426 kişi Mekke’deki bir tünelin içinde sıkışarak; 1997’de 343 kişi çadır alanında çıkan yangının rüzgârla yayılması; 1998 yılında 180 kişi yine izdiham nedeniyle hayatını kaybetti. Şeytan taşlama sırasında yaşanan izdihamlarda 2001 yılında 35, 2004 yılında 251, 2006 yılındaysa 364 hacı hayatını kaybetti.

Bu sene de Suudi yetkililerin insan odaklı bakıştan uzak olmaları nedeniyle çok basit bir organizasyonu becerememeleri yüzünden şeytan taşlamaya giden hacılardan 770 kişi katledildi, 900 yüze yakını da yaralandı. İşi pişkinliğe vuran Arap din adamları, olayın nasıl olduğunu araştırmaya bile gerek duymadan “insanların kaderi” fetvasını verdi. Göz göre göre onca insanı organizasyon hataları yüzünden katledeceksiniz, sonra kalkıp bu hatalarınızı Allah’a (kadere) yükleyerek işin içinden sıyrılacaksınız. Bu mantığın İslam ile ilgisi yoktur, tümüyle İsrailiyat mantığıdır.


HACER’ÜL ESVET DAHİL “KUTSAL TAŞ” DİYE BİR ŞEY YOKTUR

Geleneğin doğru bildiği yanlışlardan bir tanesi de hacda yapılan ritüellerdir. Peygamber ‘le yıkılan put mantığı, onun vefatından sonra İslami geleneğe yine bu taş sevgisiyle sokulmuştur. Nasıl mı? Mesela Kâbe binasının kenarında bulunan siyah taş ile Arafat’ta “Cebelürrahme” denilen yerde olan dikili taş, dinsel hiçbir içeriği olmadığı halde yüceltildikçe yüceltilmiştir. Mina’da bulunan ve üç şeytan adı verilen taşlarsa lanetlenmiştir. Bir deü, Müzdelife’de, Mina’daki şeytan adı verilen dikili taşlara atılmak için toplanan taşlara da kutsiyet atfedilmiştir. Hâlbuki bu taşların İslam’da yani Kuran’da hiçbir kutsiyeti yoktur. Taşlar hakkında uydurulan hikâyelerin aslı astarı olmadığı bir parça Kuran’ı okuyan herkes tarafından anlaşılacaktır.


Gelenekte Kâbe’nin yanındaki tavafa başlama noktasını belirlemekten başka hiç bir özelliği bulunmayan, hatta dünyanın her yerinde bulunması muhtemel olan ve adına Hacer’ül Esvet denen taş, gerçekten simsiyah bir taştır. Ancak buna rağmen gelenek bu taşın cennetten geldiğini uyduruk rivayetlerle anlatarak kutsallaştırılmaktadır. Bu nedenle de hacca giden insanların birçoğu bu taşa ellerini ve yüzlerini sürmek için yarışmakta ve o taşın yanında büyük kalabalıklar oluşmaktadır. Doğal olarak bu kalabalıklar da her an bir faciaya davetiye çıkarmaktadır.


KABE İLAHİYAT ÖĞRENİMİ İÇİN YAPILAN İLK EVDİR


Kuran’da, Kâbe’nin, insanların eğitim ve öğrenimleri için İbrahim Peygamber’ce inşa edilen ilk ev olduğu ifade edilmektedir. Dünyanın her yerinden gelen genç insanların burada öğrenim görmesi, yani ilahiyat eğitimi almaları için yapılmıştır. Öğrenimlerini tamamlayan insanlar bu bilgileri kendi memleketlerine taşıyacaklar ve çevrelerindeki insanlara öğretecektir. Yine kurban da eğitim için Kâbe’ye gelen yahut da orada yaşayan yoksul insanların ihtiyaçları için kesilen hayvanlardır. O dönemde orada öğrenim gören ve o çevrede yaşayan insanlar Arafat dağındaki dikili taşa yönelerek namaz kılıp, dualar etmektedir.


Şeytan ve taşlanması denen olaysa şöyledir. Geleneğe göre Mina’da bulunan üç tane dikili taş şeytan kabul edilmektedir. Bunlar taşlanarak aşağılanmakta, lanetlenmektedir.  Hikâyesi de şu şekilde anlatılmaktadır: İbrahim, oğlu İsmail’i kurban etmeye getirirken şeytan İsmail’in aklına fitne düşürerek onu kandırmaya çalışmaktadır. İbrahim yerden aldığı taşları atarak onu kovalar ve ibadetini yapmaya gider. Hac sırasında yapılan ritüel de bu olayı betimlemektedir.


İBRAHİM’LE İSMAİL’İN  HİKAYESİ TEVRAT’TAN ALINMIŞTIR


Ancak bu hikâye Tevrat’ta da yazılıdır. Rivayet yolu ile sözüm ona İslamileştirilen ve geleneğe sokulan öyküde tek fark kurban edilenin İshak değil de İsmail olduğudur. Yahudi kaynaklarında kurban edilen İshak’ken, geleneksel İslam’da İsmail olarak anlatılmaktadır. Hikâyenin geçtiği yere sembolik olarak dikili taş yerleştirilmiş, zamanla sembollerin sayısı üçe çıkarılırken, boyları da yukarıya doğru da büyütülmüştür. Şeytan taşlama için insanların toplandığı katliamların yaşandığı yer de burasıdır. Sormak hakkımızdır:  Müzdelife’den şeytan taşlama alanına kadar olan mesafede üç değil de yüz şeytan olmasının ne mahsuru var? Böyle yapılsa taşlama çok daha kolay olacak ve izdiham yaşanmayacaktır.


Kuran, şeytanı anlatırken insanın içerisindeki kötülük dürtülerinden söz etmektedir. Yani her yerde gezen, her şeyi bilip, gören bir varlık değil, aksine insanın ta içerinde bulunan kötücül duygular ve dürtülerdir.  Kuran’da dışarıda olan şeytan, şeytanlaşmış insandır. Buna göre insanın kendi içerisinde bulunan kötülüklerle mücadele etmesi, bir anlamda şeytanı taşlamasıdır.  Kuran Mina’daki taşı değil, insanın kendi içerisinde bulunan şeytani düşünceleri taşlamaktan söz etmektedir.  Şeytan taşlamak ne farz ne de sünnettir. Kuran “Bir insanı suçsuz yere öldüren bir alemi öldürmüş olur” demektedir. Buna göre onca insanın orada öldürülmesini açıklamak mümkün değildir.  Dine imana da sığmamaktadır.


Not:
O kadar insan orada ölmüş ve bir o kadar da yaralı bulunmaktayken, sanki hiçbir şey olmamış gibi hacılar kalkıp ertesi gün tekrar şeytan taşlamaya gitmiş. Bu nasıl bir anlayıştır Allah aşkına? Hacca değil de savaşa mı gidiyorsunuz yahu? Şeytan taşlama işini memleketine geldiğinde yapsan ne olur? Mesela bir fakir talebeye bir umre parası ver de, bak bakalım ömür boyu nefsin nasıl yanacak, anlarsın. Şeytanın bu şekilde taşlanması sevaptır, taşa taş atarak değil.