Yazılarımı izleyenlerin yakından bileceği gibi yaz aylarından bu yana “Katkı Payı” adını koydukları ve “katkı” değil yazdıkları rakamın tamamını talep eden bir “garabet”le karşı karşıyayız. Bu haksız ve adaletsiz talep karşısında sesimizi yükseltmeye başlayıp hukuksal sürece girdikten sonra insanlardan ilginç “bilgiler” akmaya başladı. Dikkat edin; “haberler” demedim; “bilgiler” dedim!
Çizeni ve piyasaya süreni Belediye Başkanının olduğu bu “Puzzle”ın parçacıkları kendiliğinden yerine oturmaya başlayınca, tablonun hiç de sandığımız ve bize gösterilmeye çalışıldığı gibi olmadığını görmeye başladık.
Benzer olayı “Yeniköy Ören Tarlası Doğa Katliamı”nda da yaşamıştım. O dönemde, sürece ilişkin muhatap olan resmi ve özel kuruluşlarla ilgili öylesine “bilgi” akımına uğramıştım ki; örneğin, Ankara’dan gelen bir rapor, daha ilgili kişinin masasına düşmeden benim masama gelebiliyordu.
O dönem bunun nedenini araştırdığımda, verili sistem eliyle ötekileştirilip ezilen, emeği gasp edilip bir kıyıya atılan insanların, yaşanan haksızlıkları gördüklerinde içgüdüsel olarak kendilerini doğrunun yanında konumlandırıp göze ırak bir şekilde belge akışı sağladığını gördüm.
Sistemin içinde yer alıp da sistemin kirine buluşmamak olanaksızdır. Bu kiri herkes silkeleyip atamıyor. Kimilerine yapışıp kalıyor ve o kişiler o kirle kişisel tarihlerini yazıp bitiriyor.
Gördüm ki kamusal alandan alınan resmi gücü, bireysel husumetleri de içine katarak kullanmak sıradan bir durummuş! Gördüm ki bizim değer biçtiğimiz kişilik ve dostluklar birer figürden öteye değillermiş. Gördüm ki politik bilinç dediğimiz şey, çıkarlar söz konusu olunca, ateşin cürümü kadar yer yakıyormuş. Gördüm ki yaşamın en etkili hapishanesi mülkiyetmiş. Gördüm ki insanlar selamlarını bile bu karşılıklılık esasına göre veriyormuş.
Bu “Katkı Payı” garabeti benim yaşadığım ikinci toplumsal deneyim oldu. Bir kez daha anladım ve gördüm ki verili puzzl’ın içinde yer almayan halk bizim yanımızda! Gördüm ki o puzzle’ın doğrudan ya da dolaylı bir parçası olanlar sizin karşınızda! Gördüm ki mülkiyet, halk için yalnızca yaşama tutunma; ayakta kalma aracısı olurken, kamusal alanda yer tutanların önemli bir kısmı için halkın sırtından yol alma aracıymış!
Bu yazının muhataplarının, bu yazı ve diğer bütün yazılarımı sözcük sözcük, altını çize çize okuduklarını biliyorum. “Ne diyor? Ne diyecek? Kime diyecek? Yazdıklarından onu zora sokacak bir ipucu yakalayabilir miyim?” diye dikkat kesildiklerini biliyorum.
Merak etmeyin, puzzle’ın parçalarını -şu an için- faş etmeyeceğim. Söyleyeceklerim somut, bilgi ve belgeye dayalı hale gelince yani zamanı ve yeri gelince farz olan namazları kılacağımı siz zaten biliyorsunuz.
Haksız ve adaletsiz sistemin bir parçası olup da kirlenmemek olanaklı mı? En azından çeşitli bireysel kaygılarla susuyor olmak bile kirlenmenin bir sonucu değil mi? Hele kamusal yüzüyle gülücükler saçıp bireysel çıkarlar nedeniyle “acaba” korkusunu bir kartopu yumağına dönüştürenlerin kirlenmişlikleri kendiliğinden bir ifşa değil mi?
Aslında tam da burada birtakım girift ilişkilere gönderme yapan tümceler kurmalıyım. Ne ki bu hem benim yazı tarzım değil, hem de etik değil. Bunun için siz de ben de bir süre daha bekleyeceğiz!
Biz kazanacağız, çünkü biz halkız!” dedim biliyorsunuz. Mahkemeler verili sistemin devamı yönünde “bir şeyler” üretmek için var! “Biz kazanacağız!” derken, halkın o çıkarsız, yaşama elindeki mülkiyetiyle tutunmaya çalışıp doğrudan ya da dolaylı olarak sistemin zorunlu bir parçası olan geniş kesiminin durumunu kastediyorum. Evet! Biz halkız ve kazanacağız! Verili sistemin hukuku en saf haliyle bile işlese siz kaybedeceksiniz. Oraya da parmağınız uzanıp adalet terazisini lehinize çevirseniz bile biz kazanacağız! Bunu hepiniz yaşayarak göreceksiniz!
İnsan emeğini en yüce değer olarak sloganlaştırıp üst perdeden cümleler kuran dostlarım için üzülüyorum. Masada süslü cümleler kurmayı devrimci bir tavır sanan dostlarımın verili sistem karşısında aslında ne kadar donanımsız olduklarını görmek elbette üzücü.
Sözü uzatmayacağım ama bir vakıayı sizinle ortaklaşayım istiyorum. Bir ortamda söylenen; “Mevlüt Hoca haklı ama yanlış yapıyor!” cümlesini sizin iç sesinizin ‘şaşmaz yargı’sına havale ediyorum. Hem “haklı” hem “yanlış” nitelemesi aynı cümlede nasıl olur; sorgulamanızı istiyorum.
 
İYİYİM, İYİYİM...
Hem geçirdiğim ameliyat hem de doğum günüm nedeniyle beni şaşırtan sayıda dostum, arkadaşım, tanıdığım, sosyal medya arkadaşım aradı, yazdı, iletişim kurdu. Bu şımartmaya gereksinimim varmış ki mutlu oldum.
Sağlığım hızla iyiye gidiyor. Endişe edilecek bir durum yok! Sağ olun. Çok ama çok teşekkür ediyorum. İyiyim, iyiyim...