Leyl Suresi’nde iki tip insan karakterinden söz edildiğini, bunlardan birinin, Allah adına, insanlık için karşılık beklemeden mallarından, mülklerinden ve paralarından cömertçe harcayanlar olduğunudaha önce yazmıştık. Bu insanların Kuran’da isimlerinden değil karakteristik özelliklerinden bahsedildiğini ve bu karakterin de ilk Müslüman olan Ebu Bekir’le özdeştirildiğini de belirtmiştik. İkinci insan tipini ise bu çağrıya kulak tıkayan, kendini bir şey zanneden, malına, mülküne, iktidarına güvenen, güzel olanı değer kabul etmeyip dini, imanı, ahreti “züğürt tesellisi” olarak kabul eden, bunları “boş işler” olarak görenler olduğunu, bunun da Ümeyye b. Halef ‘le karakterize edildiğini vurgulamıştık.Ve ilk Müslüman olanlarında Ebu Bekir,Ali ve Bilal gibi kişiler olduğunu da açıklamıştık.

 

Bu yazıda kaldığımız yerden devam ediyoruz. Her geçen gün İslam’ı benimseyen insanların sayıları artarak çoğalmaktaydı. Mekke’nin ileri gelen tanınmış, saygın tüccar ve işadamlarından Osman,Talha v.s gibi kişiler de Fecr Suresi ile de İslam’a katılmışlardı. Ancak cehaletin ve karanlığın önderleri olan Mekke’nin yönetici kodamanları çabuk pes edecek gibi değildi.

 

Allah,Muhammed Peygamber’i,hem peygamberlik yapabilmesi, hem de Mekke’nin yönetici kadrosuyla mücadele edebilmesi için vahyin her inen suresiyle eğitip öğretmekteydi. Bu surelerin her biri birer ders niteliğindeydi. Peygamber Kuran’ın iniş sıralamasına göre onuncu suresi olan Fecr ile onuncu dersi yapmaktaydı. Bu surede dünya hayatında insanların hayır, şer, zenginlik ve fakirlik ile imtihan edilmeleri ve peygamberleri yalanlayan bazı milletlerin helâk edilmelerinin yanı sıra Hakk’a teslim olan ya da olmayan insanların ahrette karşılaşacakları sahneler anlatılmaktaydı.

 

Fecr Suresi’nin ilk beş ayetinde Allah,Gerçeği örtbas etmenin, Allah’a ortak kabul etmenin, cahilliğin parçalanışını, on gece Peygamber’in bilgilendirilişini, Allah-kul ilişkisini ve gerçeği örtbas etmenin, Allah’a ortak kabul etmenin, cahilliğin gitmeye yüz tutuşunu kanıt gösteririm ki şüphesiz kiRabbin gözetlemektedir. İşte bunlarda, akıl sahibi için güçlü-ikna edici, inandırıcı bir anlatım vardır” (1-5) demekteydi. Ayet sözcük olarak, “Şu şafağı, on geceyi, çifti ve teki, geçip gideceği sırada şu geceyi kanıt gösteririm ki şüphesiz Rabbin gözetlemektedir”anlamındadır.Ancak mecazi anlamları insanlık üzerindeki küfür, şirk, azgınlık ve karanlığının vahyin ışığı sayesinde yırtıldığı ifade edilmektedir. Aslında bu tasvir bir topyekûn aydınlanma sürecini simgelemektedir.

 

Ayette geçen on gece hakkında uydurulmuş birçok rivayetler bulunmaktadır bunlardan bir kaçını burada anlatalım. “Zilhicce ayındaki on gecesi”. “Ramazan ayındaki son on gece.” “Muharrem ayının ilk gecesi ile aşure günü arasındaki on gece” “Musa Peygamber’in Tur’daki 30 gecelik vaatleşmesine eklenen on gece…”Bunlar henüz bu sure indiğinde peygamberimize bildirilmiş değildi. Bize göre bu “on gece”peygamberimizin eğitim ve öğretim için yaptığı dersler olmalıdır. Çift ve tek sözleriyle devarlıklar kast edilmektedir. Çünkü tüm varlıklar ya çift ya da tektir. Allah tek ve benzeri olmayandır.Gece bitip, şafak söktüğüne göre de gecenin ömrü bitmiştir.Artık vahyin ışığı sayesinde insanlık sahte ilâh ve rablerden, tağutlardan, yalanlayıcılardan, fesat çıkarıcılardan, gamdan, kederden ve bunalımdan, tüm ruhsal karanlıklardan kurtulacaktır.Artıkaklın ve vahyin/bilginin aydınlığı ile cehalet son bulacaktır.

 

KISSADAN HİSSE ALMAK

Mekke toplumu,geçmiş kavimlerin muhteşem şehirlerini,yıkılmaz saraylarının ve çok güçlü firavunun iktidarlarınınhikâyelerini bir şekilde kulaktan kulağa anlatıp durmaktaydı. Kuran’da bu hikâyeleştirilirken olayların gerçek yüzü ortaya konularak bu kıssadan hisseler alınmasını istenmektedir.

 

Âd toplumuna, sütunların sahibi İrem’e –ki, beldeler içinde bir benzeri oluşturulmamıştı–, vadilerde kayaları kesen Semûd toplumuna, o kazıkların sahibi Firavun’a Rabbinin ne yaptığını görmedin mi/düşünmedin mi? Onlar ki, o ülkelerde azıtmışlardı. Dolayısıyla da oralarda bozgunculuğu çoğaltmışlardı. Onun için de Rabbin üzerlerine azap kamçısı yağdırdı.(6-13) Ayetlerde o muhteşem şehirlerin, kudretli imparatorların, yıkılmaz zannedilen görkemli sarayların ansızın gelen Allah’ın doğal bir afetiyle nasıl yerle bir olduğu azap olarak gözler önüne serilmektedir.Kuran’da kıssalardan ibret almayı şu şekilde açıklamaktadır:Antolsun ki Yusuf, babası, kardeşleri kıssalarında kavrama yeteneği olanlar için bir ibret vardır.(Yusuf, 111)

 

KISSADAN HİSSE ALMAK

Kuran’da yer alan kıssaların üslubundan açıkça anlaşılmaktadır ki, tarih bilgisi vermek amacıyla değil, öğüt verme amacıyla anlatılmıştır.Kuran’daki kıssalar, bizim tespitlerimize göre, öğüdün kendisine fayda vereceği insanlara şu yararları sağlamaktadır: Eskiden de peygamberlerin gelip geçtiği bilgisini vermek suretiyle peygamberlerin türedi olmadığını gösterir. Gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin görevlerinin “tebliğ etmek” ve“öğütte bulunmaktan“ ibaret olduğunu öğretir.Allah’ın elçilerine daima gönderildikleri toplumun ileri gelenleri (mele’) tarafından karşı çıkıldığı bilgisini verir.Peygamberimizin tebliğine karşı çıkıp o’nu engellemek isteyenlere, bu tavırlarının bedelini nasıl ödeyecekleri konusunda geçmişten “bazılarını kendilerinin de bildikleri” örnekler vermek suretiyle hatırlatma yapar, uyarıda bulunur.Peygamberimize ve o’nun yandaşlarına, karşı karşıya bulundukları durumun daha önceki peygamberler ve toplumları arasında meydana gelenlere benzediğini, hatta büyük ölçüde aynı olduğunu bildirmek suretiyle onlara güven telkin eder, ayrıca Allah’ın elçilerinin daima galip geldiklerini bildirmek suretiyle onlara azim kazandırır ve onların maneviyatını kuvvetlendirir.(Tebyin-ül Kuran)

 

İNSAN’IN SINANMASI

“İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman sınayıp da kendisini üstün kılar ve nimetler verirse: ‘Rabbim beni üstün kıldı’ der. Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa: ‘Rabbim beni aşağıladı’ der.(15-16)

 

Hatırlayacağınız gibi A’lâSuresi’nden itibaren vahiylerde (A’lâ suresi 14 ve Leyl suresi 5-21 ayetler) yeni bir konuya değinilmeye başlanmıştı. Bu konu sosyal adaleti sağlayan “infak” yani Allah rızası için vermek idi. Bu mesele FecrSuresi’nin 15-30. ayetlerinde daha da detaylandırılmaktadır: “Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Doğrusu siz, yetimi, üstün-saygın bir şekilde yetiştirmiyorsunuz. Yoksulun yiyeceği üzerine birbirinizi özendirmiyorsunuz. Oysa mirası yağmalarcasına öyle bir yiyişle yiyorsunuz ki! Malı öyle bir sevişle seviyorsunuz ki, yığmacasına!”(17-20)

 

Yani, “Rabbinizden kendiniz için bol ikram isterken, O’ndan saygın ve üstün olmaya yönelik şeyler beklerken, yetimlerin saygın ve üstün olmaları için hiç çaba sarf etmiyorsunuz; onları aç, susuz, eğitimsiz bırakıyorsunuz.Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman, Rabbinin hesaba çektiği, gönderdiği vahiyler tanık olarak saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de getirilmiştir; o insanın, o gün aklı başına gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne yararı var ki!”(21-23)“Der ki: ‘Keşke ben bu ahiret hayatım için hazırlık yapmış olsaydım!”(24)Artık o gün Allah’ın ettiği azabı kimse edemez ve O’nun vurduğu bağı kimse vuramaz.” (25,26) Bu ayetlerde Yüce Allah, suçluları lâyık oldukları azaba bağlayan, o azaptan kaçmalarını imkânsız kılan bağlar olduğunu bildirerek kıyametteki azabı vurgulamaktadır.

 

Ey zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş kişi! Dön Rabbine, sen Rabbinden O da senden hoşnut olarak! Hemen gir kullarımın içine! Ve gir cennetime!” (27-30)“Ey mutmain olmuş kişi, artık sen Allah’tan, Allah da senden razı olarak ölebilirsin, Rabbine dönebilirsin.” Bir kimsenin mutmain olması, o kimsenin gerçeğe ulaşması, içinde en ufak bir şüphe kalmaması demektir. Bu noktaya ulaşmış kimseler, hiç bir şeyden korku ve üzüntü duymazlar. Tam olarak huzur ve güven içindedirler.Bunu başarabilmek ise sadece Allah’ı anmak, akılda tutmak ve unutmamakla mümkündür (Ra’d 28). Zaten ilk vahiyden itibaren FecrSuresi’ne kadar bütün vahiylerin özü de Allah’ı unutmama ilkesine dayanmaktadır.

 

RABBİMİZİN RAZI OLDUĞU KULLAR  

 

Kuran da Rabbimizin razı olduğu kullar,Sad Suresi’nin 83. ayetinde “İblis’in aldatamayacağı“İnsanların içinden ihlâslarıyla seçilmiş has kullar” olarak tanımlanır. “Rahman’ın kulları” ya da “Allah’ın seçilmiş kulları”olarak da adlandırılan bu kulların nitelikleri Furkan Suresi’nin 63-74. ayetlerinde şu şekilde anlatmaktadır: “Yeryüzünde alçak gönüllülükle yürürler ve cahiller onlara hitap edince ‘Selâm’ derler. Geceleri Rableri huzurunda secde ederek, ayakta durarak geçirirler. Ve şöyle yakarırlar:‘Rabbimiz, cehennem azabını bizden sav. Doğrusu onun azabı ödenecek bir borçtur.Şüphesiz o, kötü bir durak yeri ve kötü bir dinlenme yeridir. Onlar harcadıkları zaman ne savurganlığa saparlar ne de cimrilik ederler. Onlar Allah ile beraber başka bir ilâha yakarmazlar.Allah’ın saygıya lâyık kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler.Onlar yalana tanıklık etmezler. Boş lâkırdıya rastladıklarında soylu bir tavırla geçip giderler. Rablerinin ayetleri kendilerine hatırlatıldığında, körler ve sağırlar gibi davranmazlar. Onlar şöyle yakarırlar: ‘Rabbimiz, eşlerimizden ve çocuklarımızdan bize göz aydınlığı bağışla. Bizi takvaya sarılanlara önder kıl’ derler.”

 

Not:“Kuran içerisinde hiçbir kuşku bulunmayan bir hidayet kitabıdır.”(Bakara, 2) “Bu kitap, ataları, dedeleri uyarılmamış gaflette kalmış bir toplumu uyarmak için Allahtan tarafından indirilmiştir.”(Yasin,1-6) “Bu Kuran, dirileri uyandırmak için indirilmiştir.”(Yasin, 70) Bu ayetler ölüler üzerine en çok okunan sürelerden üç tanesidir.Kuran’da buna benzer onlarcasını görebilirsiniz. Bir arkadaşım camide dinlediği vaazı bana anlattı.Hoca hutbede, M,Akif’in şu şiirini okumuş.  “Ya açar bakarız nazmı celilin yaprağına / Yahut okuruz bir ölünün toprağına / İnmemiştir bu Kuran bunu hakkıyla bilin / Ne mezarlıklarda okumak ne fal bakmak için.” Ve hoca sözüne devamla,“Şimdi biz ölülerimize Kuranı okumayalım mı?’demiş ve eklemiş: “Tabii ki okuyacağız” Arkadaşım “Buna ne dersin?” dedi. Benim kanaatim burada bir zihin tutulması yaşandığıdır. Zihin tutulması ay ve güneş tutulmasına benzemez. O zihin bir tutuldumu onun açılabilmesi için tek çareakıl,Kuran ve ilimüçlüsünün devreye girmesidir.