Uzunca bir zaman sonra, eksiksiz bir araya gelip bir şeyleri paylaşıyor olmanın sevincine olağanüstü güzellikteki hava da eşlik edince unutulmaz bir hafta sonu yaşadık ailece. Çok merak ettiğim halde gezememiştim, sağ olsun çocuklarım, Hasköy’deki Rahmi Koç müzesini de aldı programa. Haliç’in hemen kıyısında,  dünyanın Batı yakası başta pek çok yerinden gelmiş eserlerden oluşan müzeyi herkes büyülenmiş gözlerle izlerken karmakarışık duygular içindeydim bense…
 
En baştan söyleyeyim, ülkede varsıllığın simgesi olmuş bir ailenin adıyla, ulaşım ve iletişim alanındaki dünya mirasının hesap edilmeyecek genişlikle sergilendiği müze, eskilerin deyimiyle “ismiyle müsemma” gerçekten. Gözleri kamaştıran bir ışıltı, aklın sınırlarını zorlayan bir ihtişam taşıyor çünkü. İçindeki on binlerce eserden yalnızca bir tanesi bile, bencileyin bir “amele tekaüdünün” ömür boyu çalışsa elde edemeyeceği bir servete karşılık geliyor. Hal böyle olunca “rüküşlük” kaçınılmaz oluyor…
 
TÜM BUNLARI VAR EDEN EMEK NEDEN GÖRÜNMEZ KILINMIŞ BU KADAR
Ne yalan söyleyeyim ihtişamın arkasındaki öykülere takıldı aklım. “Bu ışıltıyı yaratan ter kokusu, arkadan fon olarak verilse, müzeyi, aynı düşlerle dolaşır mıydık yine?” diye sordum kendime. Ona yanıt bulamadan, “Peki, tüm bunları var eden emek neden görünmez kılınmış bu kadar?” sorusuyla boğuştum. Yanıtını ise Brecht’in mıh gibi dizelerinde buldum: “Emeğin tüm meyvelerinin emek dökenlere düştüğü nerede görülmüştü? / Bir yapıdan, onu yapanların kovulmadıkları nerede görülmüştü?”
 
Müzedeki Erdem Cever’in, "Zaman Yolcusu Vapurlar" adlı resim sergisi içimdeki münafık duyguları aldı, bambaşka bir faza taşıdı. Türk bandıralı vapurlardan 57’sinin resmedildiği sergide gözüm en çok Tarı’yı arasa da, “Etrüks”, “Kadeş”, “Trabzon” gibi Zonguldak limanının aşinası gemiler içimi yangın yerine çevirdi resmen. Resimlerini her gün binlerce insanın hayran gözlerle izlediği o vapurların, sızılı kentimdeki son hatırası acente binası da, tam da şu günlerde, acımasızca yıkılıyordu çünkü…
 
ÇOK DAHA SAHİCİ BİR ENDÜSTRİ MİRASI MÜZESİ YAPMAMIZ İŞTEN BİLE DEĞİLDİ
Kimden saklayacağım, demir ve deniz yolları bölümünü gezerken ettiğim küfrün bini bir paraydı. Buharlı lokomotiflerden Laz takalarına, çektirmelerden römorkörlere, çapalardan vagonlara birçok objenin sergilendiği o bölümde olanların epey bir bölümü, çocukluğumda mevcuttu Zonguldak’ta. Kaderimizi elinde tutan Vandal sürüsü, çanak yalayıcılarının alkışları eşliğinde bir bir yok etti hepsini. Korunsaydı, buradan çok daha sahici bir endüstri mirası müzesi yapmamız işten bile değildi…
 
Of ya! Ne kadar zor bir hayat bizimkisi, ya Rab bu ne dolmaz çile! Her şeyin en kötüsü ile imtihan ediliyoruz resmen. Koskoca Rahmi Koç, tamirci Kosta Usta’nın dükkân tabelasını en prestijli müzesinde sergilerken, bizi biz yapan ne varsa tarumar ediliyor kentimde. Adı muhafazakâra çıkmış züppeler, değerlerimizin üzerinden buldozerlerle geçiyor. Üç kuruşla yemlenen şakşakçılar da övgü düzüyor peşlerinden. Dilimin ucuna “Alayınızın Allah belasını versin” ilenci geliyor da “Yakışmaz” diye susuyorum…