Peygamberin vefatından sonra onun adına birçok uyduruk hikâye bulunmaktadır. Bir yazımda başlık olarak mağara hikâyesini anlatmıştım. Bu yazımda da miraç hikayesini başlığa çektim.  Miraç hikâyesini anlattıktan sonra konu hakkında yorumlar yapacağım. Hz Muhammed’in Mekke’den Kudüs’e yaptığı gece yolculuğuna “İsra” denir. Bu yolculukta Hz Peygamber, Burak adı verilen olağanüstü bir bineğe binmiş, kendisine de Cebrail eşlik etmiştir. (İbni Hişam-Buhari vs…) İsra olayı özetle şu şekilde cereyan etmiştir. Hz Peygamber bir gece Kabe’de veya kendi evinde uyurken Cebrail, onu  bineğe  bindirerek Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürmüştür. İşte onun Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’deki Mescid-i Aksa’ya götürülüşüne isra; bunun ardından onun oradan göklere çıkarılmasına da Miraç denir.

Her halde dikkatinizi çekmiştir. Hem “İsra” kelimesinin anlamı “Hz Muhammed’in bir gece  Mekke deki Mescid-i  Haramdan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya kadar bir gece yürütülmesidir deniliyor. Arkasından “Hz Peygamber bir gece Kabe’den veya kendi evinde uyurken Cebrail onu bineğe bindirerek Kudüs de ki Mescid-i Aksa’ya götürmüştür deniyor.

Bu konu da birçok rivayet bulunmaktadır. Ancak biz burada genelde kabul gören bir rivayeti mealen anlatmaya çalışacağız: “ Ben Mekke’de Ebu Talib’in kızının evinde uyurken Cebrail geldi…  Sakfi ( evin tavanı) ansızın yarıldı. Cebrail indi. Göğsümü yardıktan sonra içini zemzem suyu ile yıkadı. Sonra hikmet ve iman ile dolu altın bir leğen getirip içindekileri göğsünün içine boşalttı. Ve göğsümü kapayıp üzerini mühürledi.  Sonra elimden tutup beni semaya doğru çıkardı. Yere en yakın semaya vardığında, Cibril o semanın hazinedarına , ‘Aç’ dedi, Hazinedar kim olduklarını sordu.  Cibril kendini tanıttı. Hazinedar, ‘Beraberinde kimse var mı?’ dedi. O da –Muhammed Aleyhisselam benimle beraberdir’ dedi. Hazinedar bu kez, ‘Ona gelsin diye haber gönderildi mi?’ diye sordu. Cibril ‘Evet’ dedi. Kapı açılınca dünya semasının üzerine çıktık. Bir de göreyim ki, bir kimse oturmuş, sağ tarafında bir takım karartılar var. O kimse sağ tarafına baktığında gülüyor, sol tarafına baktığında ağlıyor . O zat, ‘Hoş geldin Salih Nebi, hoş geldin safa geldin Salih oğlum’ dedi. Cibril’e ‘Bu kim?’ diye sordum. ‘Ademdir’ dedi. ‘Sağında solunda olanlar bu karaltılar da evladının ruhlarıdır. Sağında olanların cennet ehli, solunda olanların da cehennem ehli, sağına bakınca güler, soluna bakınca ağlar’ dedi. Derken, Cibril beni ikinci semaya doğru çıkardı. Oranın haznedarına, ‘Aç’, dedi. Haznedar, evvelkinin söylediklerini söyledikten sonra kapıyı açtı.” (Enes, Peygamberin semalarda Adem, İdris, Musa, İsa, İbrahim hazretlerini bulduklarını söylediyse de, her birerlerinin neleri olduğunu ayrı ayrı söylemeyip, yalnız Adem’i dünya semasında, İbrahim’i altıncı semada bulmuş olduklarını söyler.)

Yine Enes der ki: “Cibril Peygamber ile birlikte İdris’e uğradıklarında, İdris, ‘Hoş geldin safa geldin Salih nebi, hoş geldin sefa geldin Salih nebi’ demiş. Peygamber buyurmuş ki, ‘Bu kim’’-Cibril’ Bu İdris’tir’ demiş.  Hadiste Musa’ya Sonra İsa’ya Sonra İbrahim’e  uğradıktan sonra Cibril’in peygamberi yukarıya kaza ve kaderin cızırtılarını duyacak kadar yüksek bir yere çıkardığını anlatıyor.

Yine İbn Hazm ile Enes B. Malık, şöyle demişler. “Peygamber buyurdu ki, ‘O zaman Allah ümmetine 50 vakit namaz farz etti. Bu farziyeti yüklenerek döndüm. Derken Musa’ya rast geldim. Musa, ‘Allah ümmetine neyi farz etti’ diye sordu. ‘Elli vakit namaz farz etti’ dedim. Musa, ‘Rabbine  dön şefaat et, zira ümmetin buna takat getiremez’ dedi. Döndüm, müracaat ettim, Allah, şartını (namazların bir kısmını) indirdi. Ben de, Musa’nın yanına dönüp ‘Bir kısmını indirdi’ dedim. O yine ‘Rabbine müracaat et. Zira ümmetin takat getiremez’ dedi. Bir daha müracaat ettim. Biraz daha indirdi. Musa’nın yanına yine döndüm. O yine ‘Rabbine dön, zira ümmetin buna da takat getiremez’ dedi. Bir daha müracaat ettim. ‘Allah, onlar beştir’ dedi. ‘Yine onlar ellidir benim nezdimde hükm-i kaza değiştirilemez’ buyurdu.  Musa’nın yanına döndüm. O yine, ‘Rabbine dön’ dedi.-Ben’ artık Rabbimden utanır oldum’ dedim.-Sonra Cibril, ta Sidretül müntehaya birlikte varıncaya kadar beni götürdü. Sidre- ül münteha öyle acayip ve garip civan kaplamıştı ki, onar nedir bilemem. Sonra cennetin içine girdirildim ki içinde birçok inci gerdanlıkları vardı. Toprağı da misk kokulu idi.”

Meleklerin ve peygamberlerin ilimlerinin son sınırını belli etmek için sidret-ül münteha diye isimlendirilmiştir. Yalnız Hz. Muhammed’e ondan öte iki yay arasındaki mesafeye kadar çıkmasına izin verilmiştir. Bazılarına göre Sidretü-l Münteha, Allah’ın arşının hemen altındadır. Ondan öteye ne melekler ne de  nebiler geçebilir. İlerisi gaiptir. Allah’tan başka hiç kimsenin ilmi oraya ulaşamaz.