RÖPORTAJ- AYCAN KARADAĞ

Belgesel sinemacılığın başarılı yönetmenlerinden Metin Kaya, sinemaya girişi, sinema filminin oluşumu, taşrada sanat ve emek üzerine sohbet ettik.

“Her Zonguldaklı Madeni Görmeli”

İşçi filmlerinin başarılı yönetmeni Metin Kaya, Halkın Sesi’nden Aycan Karadağ’a bugüne kadar yaptığı belgesel sinema filmlerinin serüvenini anlattı… Taşrada sanatın özellikle sinemanın gelişmesi için sinema salonlarının artması gerektiğini ifade eden Kaya, kent için çok değerli anılar taşıyan Belediye Sinemasının biran önce açılmasını istedi.

 

METİN KAYA KİMDİR: 1962’de Zonguldak’ta doğdu. Uzun süredir belgesel fotoğrafçılık alanında çalışmalar yaptı. Sinemaya Bebek ve Lamba adlı kısa filmlerle başlayan Metin Kaya, 1990-91 madenci grevini aktaran ilk belgeseli Yüz Bin Kişiydiler ile Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘En İyi İlk Belgesel’ ödülünü kazandı. Derin Çığlık/263, ikinci belgeselidir. Ardından Soluk Belgeseli ile karşımıza çıktı.

 

Aycan Karadağ: Metin Kaya’nın sinema ile ilişkisi nasıl başladı?

Metin Kaya:Benim sinema ile ilişkim 2005’li yıllarda başladı. Ondan önce fotoğrafla ilişkim sürüyordu. Beni sinemanın içine iten sevgili Mete Arif Tokmak’tır. Mete’nin bir karikatür atölyesinde ziyarete gitmiştim. Orada bir kısa film senaryosu çalışması vardı. Mete sen çekersin bunu bize deyince şaşırdım. Benim işim değil ben daha önce böyle bir şey yapmadım dedim ama beni böyle biraz iteklediler ve yolculuk öyle başladı. “Anlatamamak” adlı bir kısa film projeleri vardı. Biz onu gerçekten de anlatamadık. Ondan sonra sevgili Osman Günay’ın iki tane kısa senaryosu üzerinde denememiz oldu. Sonra ilk 2007 yılında “Yüz bin kişiydiler” çekmeye başladım. Daha sonrasında “Derin Çığlık”  ve son filmim “Soluk”  ile yolumuza devam ettik.

Aycan Karadağ: Emekçinin başkentinde yaşıyoruz. Sizde bir emekçisiniz. Yaptığın filmler işçi filmleri idi. İşçi sinemasının temsilcisi konumundasınız. Bu alanda mı devam edecek misiniz yoksa başka sinematografik çalışmalarınız olacak mı?

Metin Kaya: Teşekkür ederim bu güzel sözleriniz için. İşçi sineması temsilcisi iddialı bir laf olur. Yaşadığın kentte ve yaptığınız gözlemlere bir film yapabilirisiniz. Senaryoda yazsanız gözlemlerinizin bir kolajıdır. Belgesel çekiyorsunuz ya da çekmek istiyorsunuz, yaşadığınız kentte, çevrenizde belgesel olmayı hak eden şeyler üzerinden yürür. Burası da işçi kentti, madenci kentti biz de burada doğduk. Tabi ‘Büyük Yürüyüş’ gibi şanlı bir direniş Türkiye işçi sınıfı tarihine geçmiş, dünya işçi sınıfı tarihine geçmiş büyük bir direnişi yaparak başladık ve diğer filmlerimde işçilerle ilgili. Ama bu sürekli böyle gidecek anlamına gelmez. Bundan sonra biraz daha kurmaca filmler içinde yer alacağım. İstanbul’da bu tip hazırlıklarımız var.  Sinemanın bundan sonra kurmaca kısmında, öykülü sinemanın bir parçası olarak devam edeceğim.

Aycan Karadağ:‘Yüz Bin Kişiydiler’ filmi ile başladınız sinema serüveninize. Ödüller aldınız bu belgesel filminizle. Direnişin içinde de olan biriydiniz. Bu belgeselin çıkış serüveni nasıl başladı?

Metin Kaya:  Büyük Yürüyüş benim başından sonuna olduğum bir süreçtir. Bunun bir gün belgeselini yapabil miyim diye düşünüyordum. Bu süreçte ben sendikal faaliyetlerin biliyordum. Zaman zaman kentte işçilerle beraber yürüyordum ama orayı işçi komitelerindeki arkadaşlar götürüyordu. Sürecin o kısmını bilmiyordum yâda eksik biliyordum. Birlikte çalıştığımız Osman Günay, Fahri Bozbaş, Ahmet Özer ile birlikte yaptık bu filmi. Yine diğer taraftan Ahmet Öztürk ve diğer arkadaşlarım bu filme katkı verdiler. O çok önemli bir süreçti, hayatımda yapmasam, anlatamasam çok büyük bir üzüntü duyacağım bir şeydi. Altından da iyi kalktığımızı düşünüyorum. Bu süreçte nesnel bir duruş sergilememiz önemliydi. Meseleye her tarafıyla bakmak gerekiyor.  O tarafı olduğum sürece mesafede kalarak çözümlemem ve senaryosunu hazırlamam gerekiyordu. Aldığım ödüllerde de bunun altı hep çizildi. Meseleye nesnel duruşum, mesafeye kimseye bozmadan duruşum takdir görmüştü. Başarının altında yatan nedenlerden biriside bu, diğeri ise kadınların ön plana çıkması. Kadınları ön plana çıkarmak baştan benim çokça aklımda olan bir şey değildi.  Ama çekim süreci başladıktan sonra gördük ki kadın eylem alanına indiği zaman isin rengi değişiyor ve her şey değişiyor.  Kadın işçi kitlesi önünde yürüdüğü zaman yani eşlerinin önünde yürüdükleri zaman başka bir hal alıyor  devlet, güvenlikte  başka bakıyorlar. Ailenin bakışı değişiyor, çocuğun, komşunun herkesin bakışı değişiyor. Böyle olunca kadınlar bir anda kitlenin önüne geldi ve bizim senaryomuzun da önüne geçti. Geçirmek için bir çabam yoktu hak ettikleri bir şeydi ve çok doğru bir durum ortaya çıktı.

Aycan Karadağ: Belgesel sinema alanında çalışma yaptınız aynı zamanda sinemanın kurmaca tarafında da çalışma yaptınız. Bir yönetmen olarak siz hangi alanda daha rahatsınız?

Metin Kaya:  Bütün kurmacalar hayatın gerçeklerinden alır. Hayatın gerçekliğinden, senaristin kendi hayatından, gözlemlerinden, yaptıklarından yaptığı bir kolajdır. Karakterler de budur. Asıl hareket hayatın gerçekliğinden çıkılır. Hayatta sizi bir karakter etkileyebilir, hikâye etkileyebilir ona bir yan hikaye koyabilirsiniz, o hikayenin bir kısmını dönüştürebilirsiniz. Hayatın gerçekçiliği çok önemli. Sinema dediğin şey de tamamen gerçekçilikten yürümek zorunda değildir. Bir hikâyeyi çok başka bir hikâyeye çevirebilirsiniz. Beni her ikisi de etkiliyor. Benim sinema içerisinde görüntü yönetmenliğini de ben yaptım, ben çektim, senaryolarını yazdım, kurgularını yaptım. Ama gelinen noktada sürekli olarak siz hayatın içerisinde gerçek hikâyeler bu denli bulamayabilirsiniz. Bulduklarınızla yürürsünüz.  Buda sizi kurmaca sinemaya, öyküleyici sinemaya getirir. Bundan sonra belgesel yapar mıyım bilmiyorum ama biriktirdiklerimle sinemanın kurmaca tarafında, uzun metraj boyutunda hayata geçirebilir miyiz ona bakacağım. Bu alanda da bir mesafe alacağız gibi görünüyor.

Aycan Karadağ: Sinema bir ekip isi ve iyi ekipler her zaman daha keyifli ve daha bizden hikâyeleri sunuyorlar. Siz bir ekip oluştururken neye dikkat ediyorsunuz?

Metin Kaya:  Sinema şüphesiz bir ekip işi. Burada en çok sıkıntı çektiğim konu buydu. Bir arkadaşım yönetmenliği ben yapacağım diye çıksaydı ben geri planda durup destek verirdim. Biz bu kentte sanata verdiği değere göre arkadaşlarla çalıştık. Mesela Fahri Bozbaş tiyatro ile olan ilişkisi, Ahmet Özer’in müzik ile olan ilişkisi, Osman Günay’ın yazarlık ve senaryo ile ilişkisi, benim resim, fotoğraf, kamera ve sonra sinema ile olan ilişkime bakıldığında elimizdeki malzeme buydu. Zonguldak’ta bu alanda başka bir pratiği olan yoktu. Bizi o zor koşullar yaratıcılığa da itti. Ben dünyanın en zeki veya en yetenekli adamı değilim ama ben çok çalışan bir adamım. Yaptığım isi çok ciddiye alırım. Ben 14 saatlik gün mesaisinin 8 saatini çalışarak geçirim. Mutlaka ya okurum, ya izlerim, ya çekerim, ya dinlerim yani mutlaka çalışarak geçiririm. Yetenek olmadan olmaz,  bunu hep söylerim; kulağı olmayan müzikle uğraşmayacak, gözü, gözlemi, yüreği olmayan görsel sanatlarla uğraşmayacak.  Bu sert gelebilir.  Teknik öğrenilebilir; müzik de, resim de, fotoğraf da, sinema da. İçerik öğretilebilen bir şey değildir. O hikâyeyi kurabilmek, o hikâyeyi sinematografik bir dil içerisine getirip anlatabilmek beraberinde birçok şeyi isteyen bir konu. Şüphesiz ki Kenan Evren ressamım diye çıktıysa yani bu iş teknik anlamda 3 ayda öğretilebilir. Kenan Evrenin ressamım diyebilmesi için 12 Eylül faşizmini resimle anlatabildiği zaman ressam olduğunu söylerim.

Aycan Karadağ: Yaptığınız bir filimden sonra beklentiniz ne oluyor?

Çok samimiyetle söyleyeyim  bu son filmde yapım ortağıyım.  Yapımcım Film Motto, yapımcımda Fazıl Coşkun. Ona da söylediğim şey bir film sonrası hiçbir ekonomik geri dönüşüm kaygısında değilim. Sadece mümkün olduğunca festival filmi yapmaya çalışıyorum. Festivallerde dolaşımı benim için önemli. “Soluk” filmi ile beraber yurt dışına gidebilmekti.

 

Aycan Karadağ: Baskının arttığı toplumlarda özellikle sanat çok fazla sınırlandırılıyor ve sansürleniyor sizin yaptığınız projelere nasıl yansıyor?

Metin Kaya:  Sansürlerden en çok payını alan belgesel sinema. Belgesel sinemacılar olarak yasaklara karşı olduğumuz bir platformumuzda var.  Benim korkum ve endişem belgesel sinema için salon bulamayacağız. Festivallerde belgesel sinemaya neredeyse yer verilmeyecek. Sansüre ve yasaklara karşı mücadele sürecek ve sürmelidir.  Türkiye’nin bugünkü konusu değildir. Geçmişten bugüne süre gelen bir konudur.  Toplumun bu çürümüş hali içinde bir sinemacı olarak bizim sorunumuz ama hayatında bir numaralı derdi değil. Hayatın içinde çok ciddi sorunlarımız var. Ama bir sorun, Antalya Film Festivalinde artık belgesel yok, Adana’da zaten yoktu, İstanbul Film Festivali bu sene ilk kez koydu. “Soluk” filmi de vardı bizde sansür nedeniyle boykot kararı alındı bizde bu boykota destek vererek filmimizi çektik. Seneye İstanbul Film Festivali belgesel sinema alanı açmazsa A sınıfı Belgesel Sinema ile ilgili bir festivalimiz olmayacak. Dramatik bir durum.

Aycan Karadağ: Taşralarda imkânsızlıklardan dolayı sanatla uğraşmak zor. Kentimizde bir tane sinema salonu var. Belediye sineması bile yok.  Eski bir kent ama günümüze doğru geldiğimizde sanatın içi boşaltılarak gidiyor. Kenttin özellikle sinema kültürünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Metin Kaya:  Ben bu kenttin 12 Eylül öncesini de biliyorum.  Zonguldak’ta 20 civarında yaklaşık 4 tanesi de açık hava sinema salonu olan bir kentti.  Zonguldak sanatta, ekonomide, sanayide lokomotif olan bir kentti. Bu kent 12 Eylül’den sonra başlayan kültürel göçte çok şey kaybetti. Ekonomik olarak çok hızlı geriledi. Bu gerilemenin ardından şu anda AVM dışında sinema salonu yok. Bu çok iç acıtan bir durum. En çokta içimi acıtan konu Belediye Sinema Salonunun kapalı olması. Belediye Sinema Salonunun kime kiralandığıyla, kime verildiğiyle ilgilenmiyorum. Belediye Sinemasının açık olmayışı ve Belediye Başkanının öğrencilik döneminde de, öğretmenlik döneminde de öğrencilerini gittiği bir  sinemadır. Onun bu kapalı hali içini acıtmıyorsa, hepimizin itiraz etmesi gerekmektedir. Dert burada hepimizin hatıraları olan sinemanın işler hale gelmesidir.  O bizim hafızamız, çocukluğumuz ve bizim sinema ile ilişkimizi kuran bir salondur. Siz sinema salonlarını kapattığınız zaman insanların sanatla, hayatla bağlarını kesiyorsunuz.  Buradan bir adım geriye döndüğünüz zaman kentte sinema ile uğraşmak havada kalıyor.  Ben çektiğim filmleri en son kentte getirip gösterebiliyorum çünkü gösterebileceğim bir salon yok.  Belediyenin kendi mülkü olan yer metruk bir halde duruyor.  Belediye Başkanı o sinema salonunun önünden geçerken içi acımıyor mu?  Benim içim acıyor. Ben AVM’de sefer taşı gibi bir yerde film izlemek zorunda değilim ki? Burada Zonguldak’ın tarihine dokunan hepimizin anıları olan bir yer niye böyle kalsın.  

Aycan Karadağ: Taşrada yaşayan sanatçılar geneline baktığımızda Taşrada sıkışıyorlar. Siz bu kentte yaşayan ama bu sıkışmışlığı aşmış birisiniz. Bunun sizce sebebi nedir?

Metin Kaya:  Özgüven eksikliği diye savsaklamayacağım ama paradigmalardan biri. Ama kentin ülke ile ilişkisi küçülebilir ya da ötekileşebilir.  Sanatçı üretiminde yüzleşmeli ve çatışmalıdır.  Ülkede yapılan diğer ürünleri görmelidir. Geçmişte bütün bunlara kolay ulaşılmıyordu. Bugün internet diye bir şey var, bilgiye her zaman ve hızlı bir şekilde ulaşabiliyoruz.  Bu mazeret ortadan kalkıyor.  Çok kabul edilebilir bir mazeret değil.  Taşraya sıkışmışlığı asmak o sanatçının kendi elindedir.  Ekonomik olarak bu sıkıntılar tarif edildiği zaman ben bunu çok katılmıyorum. Bana söyle de söyledi “ Metin sen sinema yapıyorsun ama senin paran var” diyor, tabi bunu ikinci, üçüncü ağızdan duydum. Eğer bu parayla olsaydı kentte benden zengin binlerce adam var ve o zaman 500 tane sinemacı çıkardı. Bunun parayla bir alakası yok.  Kaldı ki yaptığım üç filmin bana maliyeti iyi biliyorum ki bir yıl önce çekilen bir kısa filmin maliyeti kadar.  Demek ki bunun parayla bir ilgisi yok. Öz güven, ufkun olması, hedeflerin olması ve çok çalışmak seni oraya getirir.  O sıkışmışlığı o Taşra tırnak için de ezikliği ile açıklamak yeterli bulmuyorum. Haklı tarafları vardır ama tek başına yeterli bulmuyorum.

Aycan Karadağ: Film çekerken ilginç nelerle karşılaştınız?

Metin Kaya:  Çok var. Süleyman Demirel’le, Yıldırım Akbulut’la çekimler esnasında komik, ironik olaylarla karşılaştım. Önemli olan ise ocaklarda yaşadıklarım. Özellikle bu son filmde birini özel ocak olmak üzere altı kaçak ocakta çektim. Çok zor koşullar. Zonguldak’ta nüfus cüzdanı olan herkese, nüfus cüzdanı vermeden önce maden ocağına inmeli ne kadar dayanabiliyorsa durmalı. Ondan sonra kentine, madenciye, emeğine bakış açısı değişecektir.  

 

Aycan Karadağ: Kentimiz de ekmek için mücadele eden işçiler açlık grevi başlattılar. Bu direnişi nasıl yorumluyorsunuz?

Metin Kaya:  Direnişin başladıktan birkaç gün sonra arkadaşlar aradılar, Kilimli’de aileleriyle beraber yürüyüş düzenlenecek. Ben de onlarla beraber yürüdüm. Gözlem de yaptık. Tabi birçokparadigmalar var. Geçmişte yaşanan sendikal direniş gibi örgütlü değil. Özel ocağın kayyıma devredilmesi geriden gelen alacaklarının alamamış olmaları bu sadece o ocağa ait değil çoğu özel ocağa ait bir sorun. Süren soruşturmalarla ilgili işçilerin ciddi bir sorunu vardı. Giderilmiş olması en azından maaşlarını alacakları umarım kendilerine söz verildiği gibi ödenir. Bu iyi bir şey işçilerin adına ama Zonguldak’ta iş yaşamı, işçi sağlığı, iş yeri güvenliği, sendikal tarafı ile ilgili olumsuz hiçbir şey düzeltilmiyor.  Bu yüzden olumsuzluklar devam ediyor.  

Aycan Karadağ: Ülkemizde, dünya da her yörenin farklı tarzda festivalleri oluyor. Altın Portakal gibi. Zonguldak’ta bu olabilir mi?

Metin Kaya:  Kesinlikle olur. Belediye Sinemasını işler hale getirsinler ben çok ciddi bir festivalin her yıl Zonguldak ayağını yapacağım.  Ama sinema salonlarını kapatarak mümkün değil.