Kutsal mirasımız modern tuvalde

Zonguldak’ın altı da üstü de ayrı bir hikâyedir. Zonguldak anlatılması zor, yaşanması son derce kolay bir şehirdir. O bir sevdadır. O bir umuttur o aşktır, hüzündür. Acı bir hayattır o. Göz yaşıdır,  emektir, kültürdür, ayrıcalıktır... Cumhuriyetin ilk şehirlerindendir Zonguldak. Yıllardır tarihe ev sahipliği yapmış olan şehrimin aydın insanları, sanatçıları bir başkadır.  İşte, sizlere tabiri yerindeyse tam organik bir ressam. “Organik” diyorum çünkü sanatını icra ederken hiçbir eğitim ve yardım almamıştır. Ziya Buyuk’un mütevazı kişiliği ile de röportajımız sohbet havasına devam etti. Kendi içimizden biri, Zonguldak sevdalısı olan Buyuk’un yapmış olduğu çalışmalarından dolayı onu kutluyoruz. Kalemi ve fırçasıyla bütünleşen 40 yıllık resim tutkusunu ve iki yılda ortaya çıkardığı dünyada tek olan eşsiz eseri hakkında konuştuk. Biz zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık. Sizlerin de okurken sıkılmayacağınızı umuyorum. Kendi cümleleriyle işte Ziya Buyuk…

DÜNYANIN EN BÜYÜK KURAN-I KERİM’İ

Kuranı Kerim alemlere rahmet olarak indi. Okuma yazma bilmeyen peygamberimiz Hz Muhammet kendi gönül alemine inen Kuran-ı Kerim’i okumaya başladı. Allah’ın hikmetine akıl sır ermez. Şimdilerde ise yine Arapça okuma yazma bilmeyen bir ressamın elinden, yağlı boya ve fırça tekniğiyle kutsal mirasımız modern tuval üzerine nakşedilmiş. Dünyaya ustaca sunmuş Ziya Buyuk, incecik bir fırçayı kalem ustalığında kullanarak sanatındaki ustalığını da konuşturmuş. Kuran-ı Kerim’in ayetleri ressamımızın elinden adeta tane tane dökülmüş tuvale. Dünyadaki eşsiz çalışmasını, yeteneği ve sabrıyla birleştirip 2 yılda bitirmiş. Rahat okunabilir olması esere kalite katmış. Eser, bilgisayar hattatı örnek alınarak yazılmış. Üç parça tuvalden oluşan toplam 5,15 x 2,15 metre ebatlarında çarpıcı bir görsellik ortaya çıkmış. Ziya Buyuk dünya birincisi olan eseri için, “Kuran-ı Kerim çalışmam dünya çapında bir eser, dünyada eşi benzeri yok.  Yaklaşık iki yıl süren bir çalışma sonucunda yaptım. Hattat değilim, Arapça bilmiyorum. Bakarak yazdım ve Türkiye’de şu anda yaşayan en ünlü hattatımız Hasan Çelebi iki kez atölyeme geldiğinde çalışmama hayran kaldı. Yani hattat olmadığım ve okumasını bilmediğim halde bu kadar güzel düzgün yazmama ve sabrıma hayret etti. İki yıl boyunca ortalama sekiz saat çalıştım. Çok ziyaretçisi oldu, televizyonlara konu oldu. İstanbul’da Dolmabahçe Sergi Salonunda gösterime sunuldu. Ankara’da meclisin kültür sergi evinde sergilendi. Böyle bir eserin sahibi bir Zonguldaklı olarak kendi kentimde sergilenmesini isterdim. Şartları, koruması, güvenliği sağladığı taktirde, fiziki koşullar sağlandığı takdirde ulaşım masraflarını ve benim harcırahlarım karşıladığı takdirde Zonguldak’ta da sergilemek isterim. Satmayı düşünüyorum ama ilk tercihim müze gibi bir yere satmaktır. Şahıs, satın alırsa mutlaka müzayedede de satışa çıkarır. Dünyada tek örnek olduğu için çok değerli çünkü.

AYDINLIĞI TEMSİL EDİYOR

Dünyada eşi benzeri olmayan eseri için Ziya Buyuk, “Siyah zemin üzerine beyaz Arapça Kuran harflerinden oluşan eserimin zeminini siyah olarak seçmem, cahiliye dönemini anımsatmak için. Beyaz harfler ise aydınlığı temsil ediyor. Ayrıca yazdığım Kuran’ı Kerim’in kenarlarını altın varak süslemelerle tamamladım. İslam dünyasında eşsiz bir eser olacağına inanıyorum” dedi. Dünyada eşi benzeri olmayan eserini yaparken belirli bir teknik kullanmamış. “Tuvali de kendim yaptım”, diyen Ziya Buyuk, tuval bezini siyaha boyamış. Harflere tek tek baka baka yazmış. Birer santimlik bir plan yapmış. Mühendislik gerektiren çalışmada matematik kurallarını kullanarak, birer santimlik aralarla harfler ne kadar yer tutar, nasıl toparlayabilirim diye, satır satır kitabı hesap etmiş. Üç sayfalık tuvale denk gelmesi için de büyük çaba harcamış.

Ziya Buyuk’a resim yapmaya nasıl başladığını, okul yıllarını resimlerine yansıttığı hayal dünyasını sordum.

Resme ilkokulda kalemi elime aldığım anda başladım. Yazı yazmayı öğrenirken defterin kenarlarına çiçekler yapıyordum. Bütün sınıftaki kızlar benim defterime de yap derlerdi.  Defterleri süsleyerek resme başladım diyebilirim. İlkokul öğretmeninim karakalemi çok iyiydi. Çelik Akkök adı öğretmenimi hiç unutamam. O yıllarda kalemtıraşla kalem açmak yoktu jilet ya da bıçağın keskin ucuyla kalemi sivrileştirir, resim yapardı hocam. Onun o tavrı beni kendine imrendirirdi. Resme olan tutkum biraz da ona olan hayranlığımdan kaynaklanıyor diyebiliriz. İlkokul yılları boyunca elime ne geçtiyse, kuru kalem, suluboya, pastel boya ile başladım resme. Ortaokul yıllarımda ise komşularım ve tanıdıklarımın vesikalık resimlerini karakalemle yapıyordum, vesikalıkları kareleyerek büyütürdüm. Hemen hemen her arkadaşımda karakalemle büyütülmüş vesikalık resimler vardır. İlk canlı vesikalık portem ise Nasip Sayar adlı öğretmenimin beni karşısına alarak, “Hadi beni bakarak çiz” demesiyle oldu. Yaptığım çizimi gören beden eğitimi öğretmenim beni çağırdı ve kendisinin de bir portesini yapmamı istedi. Böylelikle porte çalışmalarım başlamış oldu.

RESİM YAPMAYI HİÇ BIRAKMADIM

Resmi yapmayı çok sevdiğim için hayatımın hiçbir döneminde bırakamadım. Ortaokulu bitirdiğimde kimsenin resme yönlendirelim, bu alanda eğitim yapsın diye bir fikri söz konusu değildi.  Zonguldak bilindiği gibi bir sanayi kenti, ailem, benim de bir an önce meslek sahibi olup kısa yoldan hayata atılmamı istiyordu. Onun için Sanat Okulunun torna tesviye bölümüne yollandım. Sanat Okulu çıkışlı olduğum için güzel sanatlar akademilerine kabul edilmedim. Bu yüzden resim dalında öğrenim görme imkanım olmadı. O zamanlar bu okullar yalnızca İstanbul, Ankara ve İzmir’de vardı. Bunlar o tarihlerde sanat okulu çıkışlıları kabul etmiyordu. Üniversite sınavlarında birinci olsan da tercih şansın yoktu. Dolayısıyla güzel sanatlar fakültesinde bir eğitim alma şansım olmadı. Karaelmas Üniversitesi (Bugünkü adıyla Bülent Ecevit Üniversitesi) Makine Mühendisliği Bölümünü kazandım, resme olan yatkınlığım başarılı olmama neden olurken, aslında gelecekte yapacağım çalışmalarımı da desteklemiş oldu. Şöyle ki okulda aldığım perspektif dersleri bana çok katkıda bulundu. Fakat mezun olmadan okulu terk ettim.

RESMİN TÜM TEKNİKLERİNİ BİLİYOR OLMAM EN BÜYÜK FARKIM

İstanbul’a 81 yılında yerleştim. Orada matbaacılık ve reklâmcılık bölümünde çalıştım. Boş kalan vaktimde ise evde sürekli resim yaptım. 90 yılında ilk sergimi Ankara’da açtım. Suluboya pastel ve elime ne geçerse bütün malzemelerle resim yapıyordum. Bunun tek nedeni de pratikten yetişmemdir. Resmin bütün tekniklerini uygulayarak çalıştım. Resmin tüm tekniklerini biliyor olmam, resmi hiç bırakmamam, diğer ressamlardan beni ayıran en büyük fark diye biliriz. Resim benim için bir tutkuydu. Yaşadığım o dönemleri hep tuvale döktüm. İlk yaptığım resimler 90 yılında madenciler ve Zonguldak adlı sergimdir.

Röportajımızın ilerleyen dakikalarında konuyu sabırsızlıkla mitoloji temalı resimlere getiriyorum.  Ziya Buyuk’un uzun yıllar mitoloji ilgilenmesi bizi çok tanrılı dönemlere yolculuk yapmamıza sebep oluyor.

İLYADA BİZİM OKULLARIMIZDA NEDEN OKUTULMADI

Sanatsal değeri bakamından bir resmi değerli kılan, imgesel duyuların olduğu resimleridir. Bire bir bakarak fotoğrafı nakletmek el ustalığına giriyor. Bakarak yapıldığında nakletmek oluyor. Oya yapmak, bakır işçiliği gibi o yüzden zanaatkâr olarak geçiyor. Bir resme kendi tasarrufunuzu kendi imgelerini katarsanız o zaman sanatsal bir değer kazanıyor. 92’lerde mitolojik temalı sergiler yaptım. Mitoloji tutkum beni apayrı bir dünyaya attı. “Dünya mitolojisi, yaradılış mitolojisi efsanesi ”adlı uzun yıllar resimler yaptım. 2007 yılında Ankara’da sergiler açtım. Mitolojik kitaplar arasında beni en çok şaşırtan şey İlyada oldu. Bizim Truva Savaşı’nı anlatıyordu. Kitabı okuduktan “İlyada neden bizim okulda okutulmadı?” diye çok şaşırdım. Böyle bir zenginliği neden Yunanistan’a kaptırdığımız beni şaşırtmıştı. Bunu Yunanistan kendi kitaplarında pazarlaması beni çok üzdü.  Oysa ki bizim zenginliğimizdi. Bende bundan dolayı mitolojiyi resimlerimde işlemeye başladım. Mesela bizim Zonguldak’ımız anlatan bir bölüm vardı o kitapta, Parthenios ırmağı olarak geçer.  Bartın’ın adı da zaten oradan gelmiştir. Parthenios kıyılarında Enetler adlı bir topluk yaşardı, onlar Truvalılara yardıma gidiyorlar, atlarıyla ve savaşçılarıyla ünlü bir topluluk. Anadolu’da olan Truva’ya yardıma gidiyorlar, 10 yıl kadar süren savaş yenilgiyle bitiyor. Yenilgiler sonucu Enetler Venedik’e gidiyorlar ve oraya yerleşiyorlar. Köklere Dönüş adlı bir projeyle bisikletleriyle Bartın’a gelip, Bartın’ı kardeş şehir ilan ediyorlar. Antik çağı okudukça mitoloji yolculuğumdan duyduğum ilgiyi tuvale aktarmak bir nebze de olsa sorumluluğumdan almış oldu.

ZONGULDAK TEMALI RESİMLER

Sayın Buyuk’un arşivinde Zonguldak ve maden temalı 30 eser varmış.  “Maden mi? Zonguldak mı?” sorumuza ilginç cevaplar verdi.

 Ankara’da Zonguldaklı bir hemşerimiz var. Meclis Basın Daire Başkanı Ali Özer.  “Zonguldak konulu bir sergi” yap dedi, teşvikiyle sergi açtım. 92’deki sergimde sadece madencileri işlemiştim. Bu seferki, biraz daha farklı olsun istedim.  Sayın Vali ve Rektör geçen ay Ankara’da yaptığım sergimin açılışına gelmişlerdi. Ankara’da Rize, Trabzon gibi birçok il kendilerini tanıtmak amaçlı il günleri yaparlar. Zonguldak’ın böyle bir günü ve tanıtımı yok tabii. Ben yaptığım sergiyle de aynı zamanda Ankara’da bir Zonguldak günü de yapmış olduğumu düşünüyorum. Dışarıdan bakıldığında Zonguldak sadece madeni olan bir şehir olarak görünüyor. Bunun böyle olmadığını, Zonguldak’ın altının da üstünün de ayrı bir hikâye gizlediğini, Zonguldak sevdalıları olarak çeşitli faaliyetlerle tanıtmak zorundayız. Bu boynumuzun borcudur. Zonguldak’taki büyüklerimiz bize sahip çıktığı takdirde üzerimize ne düşürse seve seve yaparız. Ben isterdim ki Ankara’daki Zonguldak’ı tanıtım gününe dönüşen bir sergide belediye başkanımız da gelsin, valimiz, sanayi odası başkanımız da gelsin. Zonguldak’a gönlünü adamış şehrimin söz sahibi kişileri de gelsin istedim. Davet ettim, fakat gelen olmadı. Belki de programları yoğundu, onu da bilemiyorum. Sergimde, Zonguldak’ı altıyla üstüyle bir işlemek istedim. o yüzden de sergimin adı altı üstü Zonguldak oldu. Yerin üstü ve yerin altındaki yaşamı bir arada anlatan resimler yaptım. Üstünde Zonguldak manzarası, altında maden figürleri madeni temsil eden renkler kullanarak resimler yaptım. Özellikle kırmız renklerini kullandım.

KIRMIZ RENK DEMEK ÖLÜM DEMEKTİR.

Zonguldak sergisinde kırmız renk ağırlıkta çalıştım. Kırmız renk her zaman ana renklerden biridir. Fakat söz konusu Zonguldak olunca kırmızı, yeraltını temsil ediyor, acıyı ve hüznü grizuyu anlattığı için kırmız ateş demek, kan demek, bir yanıyla can demek o yüzden kırmızıyı kullandım.

SOMA ZONGULDAK’IN KAN KARDEŞİDİR

Zonguldak’la Soma acıları hüzünleri ve geride bıraktıkları göz önünde alınırsa, kaderleri bile bir birine çok benziyor. Zonguldak resimlerini çalışırken Soma faciası oldu.  Soma’nın Zonguldak ile madencilik adına bir kan kardeşliği var. Zonguldak ve maden konusu olunca Soma’ya, kardeş kente, kan kardeşi olarak baktım. Soma anısına da bir resim yaptım. Fakat ticari bir kaygıyla yapmadığım için satış dışında tutum. Tablo, Soma’da ölen maden işçilerini onların ailelerinin bekleyişini ve ailelerin umudunu anlatıyor olması nedeniyle fırsattan istifade ediyor, insanların acılarından yaralanıyor algısı ortaya çıkmasın diye o resmi satış dışı tutum. Bir kuruma, ya da Soma’yla ilgili bir müze gibi bir çalışma yapılırsa hediye etmeyi düşünüyorum.

TALEP OLURSA ZONGULDAK’IN BİR CADDESİNE ÜÇ BOYUTLU RESİM YAPMAK İSTERİM

İnsanın hikâyeleri anlatan resimler yapmayı seviyorum. Bir resimde muhakkak ki çok güzel bir hikâye gizlidir. Duvar ressamlığı yaptım. Evet, yaptım. Antalya’da belediyede çalıştığım dönemlerde resim festivali organizasyonu yaptım. Festival içinde büyük bir binanın dış cephesine Almanya ve Türkiye’den gelen ressamlarla beraber resimler yapılmasına, öncülük yaptık. Kendi yaptığım resimler de var. Yollara üç boyutlu resimler yaptım. Ankara’da Altındağ Belediyesi’nin Sanat Sokağı’nda, yer resmi yaptım. Gölün kenarındaki yükseltilerden çıkan bir timsah resmi yaptım. Halk arasında büyük ilgi gördü. Gölün kenarında durup elini timsaha uzatarak fotoğraf çektiren insanlar oldu, hatta bir polis çıkıp silahını timsaha doğru tutup fotoğraf çektirdi. Zonguldak sevdalısıyız ama hiç Zonguldak’ta bir çalışma yapamadık. Zonguldak’tan böyle bir istek olursa herhangi bir sokağa ya da binaya resim yapmak isterim, seve seve gelir ve yaparım. 

RESİM YAPMAK YA KENDİ ÇABANIZLA YA DA İYİBİR SPONSORLA OLUYOR

Hediye ettiklerim hariç iki binin üzerinde tablo yaptım. Resim yapmak külfetli ve pahalı bir uğrası olduğu için, hele de geliri resimden başka bir şeyi olmayan benim gibi sanatçılar için, ya size destek verecek sponsorlar olacak yada kendi çabalarınızla yapacaksınız. Mesela ben Zonguldak sergisi için bir sponsor bulamadım. Müracaat ettiğim yerler oldu, fakat bir yanıt alamadım. Tamamen kendi imkânlarımı kullandım. Ben emekli de değilim, resimlerimi satarsam gelirim oluyor. Tamamen resimlerimle geçiniyorum. Evet, resim pahalı. Fakat yaptığınız resmi pazarlayabiliyor ve satışını alabiliyorsanız resim yapmaya başlamadan harcadığınız masrafları karşılayabiliyorsunuz. Yaptığım eserleri satmaya çalışıyorum. Satabildiğim oranda rahat ediyorum.  Bir maaşla geçinen insan orijinal bir resim alamaz. O yüzden pahalı olduğu için alamıyorum diyen çok kişiye hediye etmişimdir. Toplumsal olarak sanata genelde yabancıyız. Sanata düşkün olup da maddi olanaksızlıktan satın alamayan birçok insan var.

YETENEKLİ ÇOCUKLARA KENT SAHİP ÇIKMALI

Yetenekli çocukları öğretmenler, öğretmenden sonra ilgililer, kent yöneticileri mutlaka keşfedip o doğrultuda hayatını yönlendirmelerine teşvik etmeleri lazım. Gerekirse okul ve kurumlar olarak teşvik amaçlı yaptırılan eserlerini sergileyecekleri yerleri bulup yön göstermeleri lazım. Hollanda’da resim sanatı çok ileridir. Mesela ünlü ressamları da vardır, belediyeler kanun gereği kentte açılan her sergiden en az bir tane teşvik amaçlı resim almak zorundadır. Yıllar içinde belediyenin depoları resimle o kadar dolmuş ki bunları artık vatandaşa kiralık vermeye başlamışlar. Alıyorsun 6 ay evinde asıyorsun cüzi bir miktar kirasını veriyorsun. 6. ayın sonunda beğenmedin ya da başka bir resim istediğinde götürüp teslim ediyorsun, yerine yeni bir resim alıyorsun. Kiralama yöntemiyle resimlerini gündemde tutuklarını okumuştum ve bu uygulamayı da takdir etmişimdir. Bu da bir kültürdür.

ZİYA BUYUK KİMDİR

Trabzon Of kökenli Ziya Buyuk, 1959 yılında Zonguldak’ta doğdu. Resim çalışmalarına ilkokul yıllarında başladı. Sanat okullu çıkışlı olduğu için olduğu için güzel sanatlar akademilerine kabul edilmediğinden resim dalında öğrenim görme imkanı olmadı. Karaelmas Üniversitesi (BEÜ) Makine Mühendisliği Bölümü kazandı. Sonraki yıllarda okulu terk etti. 1981 yılında İstanbul’a yerleşen Buyuk reklamcılık ve matbaacılık sektöründe çalıştı. 1994 yılında Antalya’nın Demre ilçesine yerleşti. Ulusal bir gazetenin bölge muhabirliğini yaptı. 1999/2004 yılları arasında Antalya Büyükşehir Belediyesi Basın Müdürlüğünde “basın danışmanı” olarak çalıştı. Bu dönemde Altın Portakal Filim Festivalinde basın sorumlusu olarak görev yaptı. Yine aynı yıllarda kendisinin tasarladığı 1.ve 2. Antalya Resim Festivalini gerçekleştirdi. 2014 yılında Ankara’ya yerleşti. O yıllarda yayınlanmakta olan “Etkin” adlı kültür sanat dergisinin yayın yönetmenliğini yaptı. Uzun yıllar mitolojik temalı resimler yaptı. İstanbul-Ankara ve Zonguldak olmak üzere 15 kişisel sergi açtı. Paris’te bir karma sergiye katıldı. Evindeki atölyesinde sürdürdüğü çalışmalarını 2010 yılından itibaren Altındağ Belediyesi Sanat Sokağı’ndaki atölyesine taşıdı. Çalışmalarına halen orada devam etmektedir.