Z Sahne’yi nasıl ve ne zaman kurdunuz?

Abdullah Özdemir: Z Sahne’yi biz aslında bu yaz kurmaya karar verdik diyebiliriz. Temellerini attık fakat Z Sahne değildi o zaman. 2014 Haziran’da fikir olarak vardı ama adını tam olarak koyamamıştık.

Oyunumuzu seçmiştik aslında Nuhbay Abi ile başlamıştık, ardından Hülya Hanım’ın katkıları ve sonradan ise Anıl ve Melih’in aramıza katılmasıyla birlikte Z Sahne’yi tam anlamıyla kurmuş olduk. Anıl’ın da yönetmenliği ile oyun büyük bir yere gitti. Çok da beğenilmeyen bir oyundu, aslında tercih edilmemişti. Sonra bir aksaklık oldu Şubat’ta oynanacaktı oyun, 6 Şubat’ta premier tarihimizi yayınladık kuruluş tarihimiz değil aslında ama çıkış tarihimiz oldu. Doğum gününü o tarihte kutlayacağız. Benim babam rahatsızlandı, bir ameliyat geçirdi o zaman bir aksaklığımız oldu, aynı zamanda dekorcumuz olduğu için oyun aksadı. Oyunumuzu 11 Şubat’ta gecikmeli olarak oynadık ve Cumartesi günü de 3’üncü oyunumuzu oynadık. İlk oyunumuzda sizin de katkılarınız vardı tabii ki. Benim canım öğrencilerim olarak sizler de bize katkıda bulundunuz. BKM’ye teşekkür ederiz bize kapılarını açtı. Amacımız, sezonda birkaç tane oyun hazırlayıp oynamak değil, tek bir oyunu bütün sezon boyunca bir ayda en azından iki defa oynamak. Amacımız Zonguldak’ta yerleşik bir repertuar tiyatrosu haline gelebilmek. Tek amacımız bu değil tabii ki, mesela biz amacımıza giderken enteresan bir olay seçtik. Herkes bize deli misiniz, diyordu. Cebimizden harcıyoruz ve bedava oynuyoruz, yeter ki insanlar izlesinler ayriyeten bir şekilde bunu kampanyaya dönüştürmek istedik. Kışın ortasında insanlar üşümesin diye oyuna gelirken atkı, bere, kazak gibi ihtiyaç sahiplerine iletilmek üzere yardım kampanyası düzenledik.

Hülya Tekin:  Bu da güzel bir başlangıç oldu, fena değil diyebiliriz. Bunları Zonguldak Belediyesi’ne illettik ve onlar ihtiyaç sahiplerine iletilmesinde katkıda bulundular. Bundan sonra da aynı şeyi devam ettirmeyi düşünüyoruz. Yer yer biz bunların duyurularını çıkaracağız ve diyeceğiz ki, okul öncesi defter, kalem, kırtasiye ihtiyacı yani ihtiyaç sahiplerine ne getirirseniz olur, kışın terlik bile getirseler olur. Yani böyle bir şey yaptık hoşumuza da gitti güzel de tepkiler aldık devam ettirmeyi düşünüyoruz. Bizim grubumuzla ilgili bir şey öğrenmek istiyorlarsa Twitter’dan Instagram’dan Facebook’tan bize ulaşıp nerede ne zaman oyun oynadığımıza, başka türlü etkinliklerimize kolayca ulaşabilirler. İleriki süreçte ekibimiz belki daha genişleyecek çünkü şu anda beş kişiyiz bir şekilde her şeyi kendimiz yapıyoruz elimizden geldiği kadar her şeyden önce büyük emek veriyoruz çünkü herkesin kendi hayatı var bu hayatlardan herkes ödün veriyor. Hepimiz sabah altıda yedide işe giden insanlarız, devlet memuruyuz. Hiç umurumuzda olmuyor ama. Şimdilik bir desteğimiz yok ama belli olmaz bir destek alabiliriz, aslında sponsor bekliyoruz çünkü hakikaten de biz yaptıklarımızı anlatıyoruz. Bununla övünüyor muyuz, evet övünüyoruz, deli miyiz, evet deliyiz. Cebimizden para harcıyoruz ama Zonguldak için. Bizler burada insanlara yardım için de bulunuyoruz. Deneme sahnesi gibi küçük bir projemiz var. İnsanların kendilerini denemeleri pişmeleri için burası bir ön ayak olacak.

Şu anda sadece 5 kişiyiz, dediğimiz gibi yeni kurulduk. İnşallah, bu 10 yıllar içerisinde 50 kişi olacak. Biz de övüneceğiz, diyeceğiz ki şuradaki şu oyucuyu biz çıkarttık. Belki onlar gidince bizi unutmayacaklar. Bunlar küçük ve orta vadeli planlarımız. Sadece tiyatro değil, kısa film de düşünüyoruz, belgesel aslında. Yarın bir gün imkanımız olur dans tiyatrosu yaparız, bu olmayacak bir şey değil. Bu imkanla alakalı bir şey, sponsor desteği olursa bu daha da gelişir.


Bülent Ecevit Üniversitesi’nin Zonguldak’ta tiyatro sanatına sizce katkısı ne kadar?

Anıl Sepetçi: Bülent Ecevit Üniversitesi’nin ben şehre katkısının büyük olduğunu düşünüyorum. 2013 yılında tiyatro ana sanat dalını aktif hale getirdik. Ben 2010 yılından beri konservatuarda çalışıyorum, öğretim görevlisi olarak. Daha önce sadece opera öğrencilerine ders veriyordum, şimdi servis derslerine de başladım. Ücretsiz bir şekilde tiyatro haftası yaptık Salı günü başladı ve Ankara Üniversitesi konservatuarından profesör bir hocamız geldi. Tiyatroda kadın olgusu üzerine konferans verdi, bir workshop çalıştık modern dans üzerine. Burada biz elimizden geldiğince tiyatroyu tanıtmaya çalışıyoruz. Sosyal medyayı aktif bir şekilde kullanmaya çalışıyoruz. Biz ana sanat dalında 2 kişiyiz daha ziyade bu işlerle uğraşan yarı zamanlı hocalarımız var. 2 kişi, her şeye yetişmemiz mümkün olmuyor ama biz de istiyoruz kampüs açalım, daha çok ulaşalım, daha çok oyunlarımıza gelinsin. Bizim hareket olanağımız büyüdükçe daha çok yerleştikçe, bakın şöyle anlatayım, kendi ana sanat dalımı övüyormuş, reklam yapıyormuş gibi olacak ama 2 yılda 7 yapım yaptım, şu ana kadar 7 tane yapım gerçekleştirdik. Geçen sene 1, bu sene 6 ve bir tanesi 3 defa daha oynayacak, 9-16-21 Nisan tarihleri arasında, bu azımsanacak bir rakam değil. Bu sadece önümüzdeki sene çıkacak 10-12 tane oyun demek. Bize ulaşmıyorsunuz diyorlar, ne yapıyım yani illa evine gelip elinden tutup zorla mı getireyim? Ben Zonguldaklı değilim, diğer 4 arkadaşım Zonguldaklı, ben Ankaralıyım. Orada doğdum, büyüdüm, okudum yani beni buraya bağlayan tek şey iş ve ben gelip burada tiyatro yapmasam bana daha mı az maaş verecekler? Hayır. Bir şey kaybedecek miyim? Hayır ama şehre ve kendime bir şeyler kattığım da aşikar. Bu noktada da bunların izleyiciler tarafından değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Şu gerçeği de atlamamak gerekir: Zonguldak’ta iyi bir potansiyel var, ben bunu burada geçirdiğim 5 sene içerisinde gördüm ama öyle ama böyle sanatın her alanında uğraşan insanlar var, güzel sanatlar fakültesi var, konservatuar var. Yani bu kadar sanatla uğraşan insan var AKM’de BKM’de orada burada gördüğümde sanatsal entelektüel anlamda ahkam kesen insanları ne kadar gelip etkinliklere katılımda buluyorlar? Ben, tiyatroyla uğraşan insanların gelip benim tiyatromu seyrettiklerini daha hiç görmedim. 

Abdullah Özdemir  -  Ama o genel bir şey zaten, aktif olarak 6 yıldır Zonguldak’ta Devlet Tiyatrosu var. Hakikaten de belki bizde de var böyle bir şey Devlet Tiyatrosu 6 yıldır burada ama ben devlet tiyatrosunda 15 oyun izlemedim ve ben tiyatroyla uğraşan biriyim. Bir de zaten gittiğimde de çok insan göremiyorum. Devlet Tiyatrosunda üç temsil yapılıyor Cuma- Cumartesi iki tane ve hiç kimse de dediğiniz gibi gitmiyor ama ne yapıyoruz tiyatro yapıyoruz biz de. İlerleyemiyoruz, bir yere gidemiyoruz. Bizim daha çok izlememiz lazım, daha çok izleyip öğrenmemiz lazım. Okuma kısmı da öyle. Kesinlikle okuma, takip etme, daha çok ne oluyor diye okuma ve araştırma yapılması gerekiyor. Devlet Tiyatrosu geliyor, oynuyor sana her hafta. Bir festival gibi düşün, geliyorsun izliyorsun ama o adamlar geliyor, oynuyor gidiyor. Bir hafta geliyor Bursa’dan, bir hafta geliyor İzmir’den, bir hafta geliyor Diyarbakır, Erzurum’dan ama Üniversite burada, akademisyenler burada. Bir takım farklı şeylerimiz var, dertlerimiz var. Bu dertlerimiz tabii Türkiye’de neler oluyor, neler bitiyor olmakla beraber Avrupa’da dünyada neler oluyor, neler bitiyor, bilmemiz gerekiyor.

Nuhbay Korkmaz - Biz Zonguldak’ta nasıl tiyatro yapılıyor görüyoruz, oynuyoruz. Kaç kişi gelir, gelmez bilmiyoruz, 5 kişi dahi gelse oynayacağız ama biz kaç senedir Abdullah, ben, Hülya bu işin içerisindeyiz. Oyuncu olarak artık Abdullah’ın da benim de sıkıldığım o nokta oldu; Eylül’de Ekim’de provalara başla en erken yetiştirebilirsen Mart’ta bitir, Nisan’da Mayıs’ta birer tane oyna, hadi sezon bitmiştir. Bak, biz bu sene tiyatro anlamında ne kadar harikalar yarattık. Oyunlarımızda salonlar doldu. Zaten salona gelen kim? Benim dayım, amcam, annem, babam. Zonguldak’ta, biz de dahil olmak üzere, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Haftası, güya bir sürü tiyatrocuyum diyen kadro var, 2 tane oyun çıkarıldı. Sizin Kadınca adlı oyununuz ve bizim oyunumuz. Yani biz de olmasak demek ki 27 Mart’ta oyun yok.

Melih Kibaroğlu: Bu şehir, bitmiş bir şehir. Bu şehir tarihsel gelişimleri içerisinde belli bir noktaya TTK ile gelmiş, TTK bittikten sonra hızla aşağıya inmiş bir şehir. Unutulmuş bir şehir. TTK’nın olduğu zamanlarda birçok tiyatro İstanbul’dan Ankara’dan geliyormuş çünkü TTK sayesinde. Açıkçası bu şehrin bitmişliği halka da tesir etmiş çünkü millet şöyle düşünüyor: Bu şehirde yapacak hiçbir şey yok, zaten bu şehirden bir şey olmaz, bu şehir bitmiş. Orada bir tiyatro mu var? Bir gün gidiyor bir daha gitmiyor çünkü şehir nasılsa, içinde yaşayan insanlar da o şekilde adapte oluyor. Eğer çok coşkun bir şehirse insanlar da çok coşkun oluyor, çok düşük bir şehirse onlar da düşük oluyor. Mesela hani bakarsak Ereğli biraz daha iyidir. Niye? Çünkü Erdemir olsun, Belediyesi olsun burada festivaller yokken orada vardı. Burada festivalde tanımadığımız bir sanatçı çıkıyorken oradaki festivalde Tarkan çıkıyordu. Bunun gibi şeyleri göz önüne alırsak kısa ve net; bitik bir şehir, halkı da bitmiş.

Başka dertlerin peşlerine düştükleri için şan olabilir, şöhret olabilir, daha çok para kazanmak olabilir, dizilerde oynamak olabilir, mesela bizim hiçbir zaman böyle bir derdimiz yoktu, hiçbir zaman da olmayacak.

80’lerden bu yana tiyatrolar, oyunlar ya da şarkılar ne varsa sansürlenmiş, sansürden geçmiş. Tiyatrocular, yazarlar fikirlerini beyan ettikleri için hapislere düşmüş, sürülmüşlerse ya da baskı altına alınmışlarsa ve yakın zamanımıza gelirsek eğer, bir sanat eserine hiç haddine olmamasına rağmen ucube diyebiliyorlarsa bir kişi ve sırf bir el hareketi bir karikatür de yapıldı diye, o iki tane karikatüriste dava açılıp 5 yıllık bir ceza verilmiş ve paraya dönüştürülmüşse bu ülkede sanatın hiçbir dalı gelişmez. Babalar, anneler de o çocuklara hadi gidin tiyatro okuyun gidin tiyatrocu olun, heykeltıraş olun, ressam olun, müzisyen olun demez. Bu da bizi karanlığa sürükler, bunun özeti de budur.

Ve Atatürk’ün sözüyle bitirelim, “Sanatsız kalmış bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”

                                                                                                                            Haber – Tutku Demirsay

                                                                                                                            Foto – Cemre Akkaş