Yaz gecesi şöyle göklere doğru baktığımızda milyonlarca yıldızla ve koskoca bir mehtapla karşılaşırız. Yıldızlar orada, biz buradayızdır. Çeşitli düşünceler gelir geçer aklımızdan. Ve “insan” olgusunun, evrenin ve yaşamın en önemli gerçeği olduğunun farkına varırız. Sadece anatomik değil, aynı zamanda ruhsal, düşünsel, duygusal  bir varlık olduğunu da anlarız insanın. Doğasal açıdan da dinler açısından da insanı değerli bir varlık olarak görürüz. Diğer  yandan çok boyutlu bir varlık olan insanı, bütün  yönleriyle ele alındığında belki tanıyabiliriz. Ancak, insan yaşamının sürekli bir deneme-yanılma-öğrenme süreci olduğunu da  düşünebiliriz.
İLİŞKİLER YUMAĞI
İnsanlar arasındaki ilişkiler her zaman güllük gülistanlık olmuş mudur? Olmuştur diyebilmek pek olanaklı değil sanırım. İnsanlararası ilişkilerde kimi zaman kişisel, duygusal, toplumsal, siyasal, ekonomik, ticari ve bir çok diğer sebeplerle iletişim kanallarının tıkalı ya da kapalı olduğu görülür çoğu zaman..
Nedendir bu?
İnsan denilen varlığın; ailesel, kişisel, duygusal, toplumsal, sosyal-kültürel, yardımlaşma, dayanışma,  ticari ve siyasi çalışmalar içinde farklı davranışlarda bulunduğu gözlenebilir. Elbette bu davranışlar; ekonomik, eğitimsel, kültürel, sosyal tabanlı olduğu kadar; insanın oturduğu bölge, birlikte yaşadığı insanlar, toplumu etkileyen gelenekler, görenekler, dinsel inançlar-inanışlar;  gelecekten beklentiler, maddi veya manevi çıkarlar, makam-mevki isteği(hırsı),  insanları beklenildiğinden farklı davranışlara itebilir. Bütün bunlar genetik özelliklerden kaynaklanabileceği gibi, köysel/kentsel, eğitimsel, siyasal,  toplumsal, ailesel, kişisel koşullanmalar da  insan davranışlarını olumlu -olumsuz etkileyebilir.
KENDİNE HAPSOLMA
Kimi zaman kişi-ler toplumun, olayların odak noktasında görür kendini ya da öyle sanır. Sonra, içten içe öfke ve kin duyduğu kişilerin en küçük bir açığını gördüğünü sandığında türlü-çeşitli davranışlarla hırpaladığını, yazıyla/sözle toplum içinde gözden düşürdüğünü hesaplar. Çünkü kendince haklıdır.Bu haklılık tüm halk için de geçerli olmalıdır. Herkesin de öyle algılamasını ister, bekler. Bu arada birlikte olduğunu sandığı çok kişiyle, aynı biçimde düşünmedikleri, davranmadıkları için bağlantısı kopar. Bir süre sonra giderek yalnızlaşır. Farkına varsa bile yollar çoktan ayrılmıştır.
Kimi zaman öfke, kin, kıskançlık, hırs gibi duyguların sarmalında düşmanca bir yapılanma içinde bulur kendini. Toplumu derinden etkileyen siyasi ve ekonomik olayları göremediği gibi, buradan yükselen muhalif bakış ve görüşleri, gelişmeleri kendi  muhalif duruşu için kullanacağı araç olarak görmeğe çalışır. Siyasal, toplumsal ve ekonomik olarak düşünce yapısına ters düşse bile,  kendini gösterme, karşı tarafı pişman ve perişan etme, acı çektirme, öfke ve kin duyma gibi duyguların hapsinde olduğundan kişi kendi dönencesinde dönenir hep. Bu haliyle de kendini önemseyenler önünde itibar kaybına uğrar, inanırlığını yitirir.
Birini-birilerini toplum önünde küçük düşürme, madara etme, kendini iyi ve olumlu gösterme tutkusu, giderek kendini bağlayan bir kelepçe halini de alabilir. Bu halde dünyada, ülkede, kentte olan-bitenleri gözleri görmeyebilir. Giderek bu düşüncenin tutsağı olma durumuna da düşebilir-ler. Bunu inatla sürdürmek ise toplum önünde sürekli yanlışlar yaptırır kişiye/kişilere.
Ne yapılmalı o zaman?
Önce bir durup kendini, dahası güvendiği çevresini dinlemeli kişi. Benliğinin kapısını aralayarak, insani ilişkilerindeki olumsuzlukları görebilmeli.  Salt kendini değil, diğerlerini de önemsemeli, güven duyabilmeli. Eğer böyle düşünülüyorsa, iletişim kanallarının açılacağı düşünülebilir. Giderek yeniden kucaklaşmanın da yeri ve zamanı gelebilir. Bu duyguları, yani insancıl duygularımızı öne çıkarma bize moral verecektir, güçlendirecektir insan yanımızı..
BEN DUYGUSU
İnsanı olumsuz etkileyen bir diğer ve önemli etken,  “Ben” duygusudur.  İnsanın başını en çok derde sokan duygudur bu. Çünkü “Ben” dediğiniz zaman,  sanki dünya sizden ibaretmiş gibi gelir. Çünkü en önemli “Ben” artık “Siz”sinizdir. Başkası önemli değildir.  “Sen”, “Ben”den sonra gelir. “Ben”  ve  “Sen”, eğer “Biz” olamazsa, “bencillik”  zırh gibi sarar kişiyi. Kendi iç dünyasına mahkum eder. Bunun sürmesi ise insanı yalnızlığa götürür. İçimizdeki “ben”leri (engelleri) aştığımızda, ortadan kaldırdığımızda selamlaşma, kucaklaşma ortamı doğabilir, yürekler arasında köprüler kurulabilir.
Paylaşım ve bölüşüm bu nedenle önemlidir. Her işin başı “Ben” ise, “Ben”siz hiçbir iş  yok ise, işin içinde bir “çarpıklık” bir “sakatlık” var demektir. Kişinin kendini beğenmesi, önemsemesi, güvenmesi, işin başında gerekli bile sayılabilir. Ama bu duygu kontrol edilemez noktalara taşınırsa o zaman sorunlar baş gösterir.
Kişi aynaya baktığında salt kendini değil, şehirde ve toplumda yaşayan başkalarını da görebilmeli. Sözünü ettiğimiz evdeki ayna değildir; kentsel, toplumsal aynadır. Toplum içinde hep “ben” düşüncesini öne çıkarmışsanız, çok da geçmeden acı-hüzün-çile, yalnızlık, güvenirliliğin zedelenmesi, anlaşılamama, zarar, ziyan, itibar kaybı vb.gibi olumsuzluklar yolun sonunda sizi bekleyebilir.   
BEN DEĞİL BİZ
Oysa kişisel ve toplumsal ilişkilerde “Ben” değil, “Biz” önemlidir, güçlüdür.Bazı zamanlar kimi kişilerin öne çıkması gerekebilir. Bu durum işin gereğinden de kaynaklanmış olabilir. Koşullar ve zaman bunu gerektirebilir. İnsanın nerede durması, bulunması gerektiğini içinde yaşadığı toplum belirler çoğu zaman. Kişiye “öne geçme görevi” verebilir. Aynı toplum, (dernek üyeleri,  parti delegeleri, kent halkı) daha sonra, sen-den vazgeçebilir, verdiği görevi geri alabilir.
Toplumsal beğenimizde önemsendiği gibi “işi tadında almak, tadıyla yürütebilmek/ bırakabilmek” esas olmalı. Aksi takdirde zuladaki düşmanlıklar, öfkeler, kinler, kıskançlıklar, kişisel-grupsal sürtüşmeler, sosyal-siyasal rekabetler sıkı bir şekilde bilenmeye başlar. Bütün bunlar da aynı düşünce doğrultusundaki insanlar arasında onulmaz yaralar açılmasına neden olabilir. Onların güçlenmesini engelleyebilir.
BİRLİKTELİĞİ SAĞLAMAK
Yapılacak iş birlikteliği sağlamak olmalı. Olumsuzluk noktaları değil, birleşme, güç olma noktaları çoğaltılabilmeli. Çünkü her zaman söylendiği gibi “küçük olsun benim olsun”, “benim dediğim doğru olsun”, mantığı çürümeye mahkumdur. O nedenle çekişmeyi-sürtüşmeyi, saldırganlığı, bir yana bırakıp en kısa zamanda derlenmeyi, toparlanmayı öne çıkarabilmeliyiz.
Kendi küçük dünyalarımızdan başlarımızı kaldırıp, önce ülkemize, sonra dünyaya bakmayı bilmeliyiz. Anlamalıyız ki ancak, o zaman Pir Sultan’ın : “Özü öze bağlayalım / Sular gibi çağlayalım/” dizeleri değerli bir anlam kazanır. Çoğu zaman söylendiği gibi “birlikten güç doğar” diyorsak eğer, zaman yitirmeden yüreğimizi yüreğimize bağlamasını bilmeliyiz.
Kim yapacak bunu?
Birbirini itmeyi, kırmayı,  ötelemeyi, görmemeyi, duymamayı becerebilen bizler. Ülkemizi, insanları elbette kendimizi de seveceğiz. Ülkemizi, sevmek ayrı ve özeldir. Ancak bu doğrultudaki çeşitli düşünce ve görüşlerin sarmalında bocalamak da, ayrı bir tutarsızlıktır. Böyle sürerse azalacağımızı, kırılacağımızı görebilmeliyiz.
Yapabilir miyiz?
İçimizdeki engelleri, “ben”leri  aşabilirsek, sevgi, dostluk ve güven taşıyabilirsek insanların yüreklerine,  yaparız..