Fransa Parlamentosu’nda 2001 yılında Ermeni Soykırım tasarısının yasalaşması sonucu; bu kez “soykırım yoktur” demeyi suç sayan yasa tasarısı gündeme getirildi. Ülkemizce, o gün için Fransızlara ihale verilerek bu tasarı geçici olarak engellendi. Sonra, 2006 yılı Ekim ayındaikinci denemede yasalaştı.
Fransız Meclisinde bu yasa tasarısı tartışılırken, Dışişleri Bakanlığımızın Fransa’ya yeniden yaptırım sözünü dile getirmesi sonucu, Ermeni kökenli Fransız Parlamentosu üyesi Deveciyan; “Türkiye’nin şantaj yaptığını” açıklayarak “ Türkiye’nin Fransa’ya ekonomik yaptırımda bulunamayacağını” söyledi.
Yine ABD’de 2000’li yıllarda hemen her yıl Nisan ayında gündeme alınan aynı içerikli tasarılar ödünler verilerek engellendi. 2007 yılı Ekim ayında Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nde benimsendi. Yöneticilerimiz, ekonomik yaptırımlara ek olarak ABD’nin Ortadoğu operasyonlarını daha az maliyetle yürütebilmesi için ülkemizin ve tüm Ortadoğu halklarının zararına, ABD silahlı kuvvetlerine sunulan avantajların (üslerin kullanılmasının) kısıtlanacağını açıklandı. Bu kez Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryanaynı örneğe vurgu yaparak; “Türkiye’nin ABD’ye yaptırım uygulayamayacağını” rakamsal verilerle açıkladı. Soykırım yasa tasarısını kabul eden Fransa’nın 2001 yılından bu yana Türkiye ile ticaretinin Fransa lehine 1.5 kat artış gösterdiğini açıkladı. Koçaryan da, Fransız Parlamenter Deveciyan gibi, Türkiye’nin şantaj yaptığına vurgu, aksine sözde Soykırım iddialarını kabul eden ülkelerin Türkiye ile ticaretlerinin geliştiğini imasında bulunuyor. Olacak iş değil. Adamlar bizimle dalga geçiyorlar.

Söylenenler çok açık. “Türkiye’nin bir şeyler yapacak hiçbir gücü yok!” O zaman, “Türkiye Osmanlı’nın son dönemdeki çaresizliğini yaşamaktadır.” Öyle mi? Hayır. Özellikle son 1980 yıldan günümüze ülkede hükümet edenler, yönettikleri devletin ve onu örgütleyen halkın öz gücünün ayrımında değiller. Artık bundan böyle soykırım vardır, yoktur tartışmasını aşmak gerekir.
2004, 2005 yıllarında dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, Ermenistan’a; tarihçilerden oluşan ortak bir komisyon oluşturma önerisi sunarak; “Türkiye’nin üzerine düşen sorumluluğu alacağını” ilan eden bir çağrıda bulundu. Ermenistan tarafı ise; “Bu bir tarih konusu değil, siyasal bir konudur” açıklamasıyla bu çağrıyı geri çevirdi. Kısaca, bu açıklamayla, “Biz siyaseten güçlüyüz, isteklerimizi kabul edin gitsin!” dediler. Her kim olursa olsun, ülkemize karşı bu ve benzeri olumsuz bir girişime kalkıştığında karşılığı, yani bedeli olacağını bilmelidir.

“Soykırımı tanıyoruz” diyen ülkelerin büyük çoğunluğu gözlemci olarak Lozan’da bulunmuşlar ya da Lozan Anlaşması’na imza atmışlardır. Lozan ise bu sorunun çözüldüğü yerdir. Türkiye, tarihte Ermenilerin emperyalistlerle işbirliği içine girmesi sonucu Türk ulusuna verdiği zararların hesabını yeterince sormadı. Bu durum, 1920’de yapılan Gümrü görüşmelerinde gündeme geldi. Ülkemiz emperyalizmin oyuncağı olarak yıkılmış bitmiş Ermeni devletini, acıma duygularının yükselmesi sonucu rahat bıraktı.

Türkiye, 1973 yılından 1984 yılına değin dünyanın her yerinde öldürülen diplomatlarımızın ve dış görevlilerimizin hesabını da sormadı. Oysa bu gün bizden, kendi varlığına karşı ayaklanmış bir ulusa karşı bölgede kendilerini savunmak için çatışmaya girmek zorunda kalan Kürtlerin, Türklerin; onların canını malını namusunu korumakla görevli kolluk güçlerinin hesabı sorulmaktadır. Osmanlı’nın işlediği savlanan sözde, özde adı neyse kırımlar Türkiye Cumhuriyeti devletinden sorulamaz. Burada hukuksal açıdan bir geçerlilik yoktur.
Ülkenin Kurtuluş ve Kuruluş mücadelesinde yalnızca saldırgan dış düşmanlar değil, aynı zamanda, onlarla işbirliği içinde iç isyanlar başlatan, kurtuluşun lider komutanları için idam fermanları çıkaran Osmanlı yönetimi de yenilmiştir. Ve Osmanlı artık tarihsel bir ölüdür. Kimse Türkiye Cumhuriyeti’ni Osmanlının mirasçılığına zorlayarak tarihsel bir hesaplaşma içine çekemez. Bu durumun farkında olarak bütün soykırım tezlerini tanıma kararları Osmanlı dönemine atıf yapan belgeler şeklinde ortaya konulmaktadır. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti Osmanlının mirasçısı olarak değerlendirilmekte; maddi ve manevi suçlamaya ve tazmine zorlanmaktadır.