Çokbilmişlik taslamış gibi algılanmak istemiyorum, bu nedenle tedirgin başlıyorum satırlarıma.

Söyleyecek sözüm ve kanayan bir yüreğim var işte bu yüzden de susmayı yakıştıramıyorum kendime.

Ülke gündeminin yanı sıra, dünya gündeminin de insanlık adına hiç de iç açıcı olmayan, aleyhte olayların değiştiği ve ne yazık ki geliştiği günlerden geçiyoruz. Dünya var olduğundan beri güçlü insanların, güçsüz insanları ezdiği yok saydığı ve hatta özellikle güçsüz bırakarak onlara yaptığı zulümler kol geziyor dört bir yanda. Kanıyor insanlık oluk oluk, her bir haber her bir fotoğraf karesi insanlığını henüz kaybetmemişlerin kanını donduruyor adeta. Bir anne olarak çocuklara yapılan zulümlere içim ağlıyor benim. Bu nasıl bir vahşet aklım almıyor. Onlar yeryüzünün en masumları değiller miydi ne ara büyüttük onları ve kirlettik. Savaşlar neden oluyor, bunu sorgulamak istemiyorum, nedenleri gayet açık çünkü. Bu drama neden kayıtsız kalıyoruz bunu anlayamıyorum. 

Ekranlarda yayınlanan görüntülerin hiçbir şey olmadığını görüyorum, sosyal medyada yayınlananların yanında. Yine birilerinin istediği kadarını görüyor, birilerinin istediği kadarını duyuyoruz. Günahların ve ayıpların üstünü örtmenin ne işe yarayacağını merak etmiyor da değilim. Zulüm yapanların yanına kar kaldığı bu insanlık suçlarının arkası ne zaman kesilecek. Tarih bu sapkınlıkların utançlığıyla dolu, hiç mi ders almayız hiç mi pişman olmayız aklım almıyor.

Utanıyorum: Öyle böyle değil gerçekten yüreğim düğüm düğüm, yaşanılan adaletsizliğin  utançlığını yaşıyor her bir hücrem.

Bize neler olduğunu sorguluyoruz hanidir, nedir bu üzerimizdeki ölü toprağı diyoruz. İyiler kim, kötüler kim bunu öğrenme derdindeyiz doğal olarak.

Öfkeden ağzımız dolu, doluyken de çıkmıyor kelimeler, tam tersine düğümleniyor hece hece. Konuşamıyor yutkunuyoruz adeta, korkuyor muyuz?

Oysa bizler kimlerin torunlarıyız unutuyoruz ya da unutturuluyoruz.

Yıllar öncesinde, Çanakkale’ye şehitlerimizin savaş verdiği o topraklara ziyarete gitmiştik.

O ne işe yaradığını anlayamadığımız savaşlardan birinde, topraklarını ve namuslarını korumak için dökülen kanların kokusu Çanakkale poyrazıyla yayılıyordu sanki dağa taşa.

Üç gündü elimizdeki zaman dilimi, biter miydi ya da anlaşılabilir miydi üç günde, ne mümkün. Şehitlikti ilk ziyaret güzergâhımız.

Askerlik yaşında çocuklarınız olduğu zaman her bir milimetreye daha farklı basıyor ayaklarınız, her bir mezar taşına çok daha farklı bakıyorsunuz.

 Yüreğiniz kanıyor, gözyaşlarını hiç sayıyorum onun yanında, hem gururlanıyor hem acı çekiyorsunuz attığınız her adımda.

Kim bilir ne zulümlere ne insanlık dışı uygulamalara maruz kalınmıştır, yaşamak için öldürtüyor ya savaşlar.

Bu vatanın ne denli zor şartlarda kazanıldığını anlatıyor rehberlerimiz. Aralıksız, kafamıza kazırcasına konuşuyorlar. Ayağımın altında bir kahraman olduğunu düşünüp yere basamıyorum. Sanki yaralı bir askere dokunuyor gibi hissediyorum, gözlerim yine sırılsıklam. Hele ki bir savaş Gazisi dedenin torunu olduğunuzda hisleriniz bir başka şahlanıyor. Bu ülkenin kurucusuyla Ulu Önderimiz ile aynı cephede savaşmış bir gazi torunu olmanın onuru iliklerimde, can kulağıyla dinliyorum rehberleri.

Grup arkadaşlarımızla birbirimize bakıp utanıyoruz ipe sapa gelmeyen anlaşmazlıklarımız için, utanıyoruz her birimiz emin olun aynı derecede.

Devam ediyoruz adım adım bir ulusun zafer kazanmak için nasıl savaş verdiğini anlamaya. Tabyalar, namazlıklar, kazılan siperler o tepeden bu tepeye gidip geliyoruz. İlk kez bu denli orada utanmıştım insanlığımdan… Bunca can kaybının verildiği bir yerde, bizler salına salına gezerken bu kadar çok etkilenebilmek.  Ruhunu bu ülke için teslim edenlerin yanı başında,  mahcup kelimesi yetmez, evet, utandırmıştı insanlığımdan.

Uzaklardan gelen savaşmak zorunda kalan düşman askerlerinin yakınları, sebebini anlayamadıkları savaşın sorgusunu yapıyorlardı tıpkı bizim gibi. Birbirimize karşılıklı yaşanmışlıkların sorgusunu yaparcasına bakıp, haklı bir sonuç arıyorduk, fakat yoktu. Biz neden buralara savaşmak için geldiniz diyorduk, onlar kaybettikleri canlar için neden diyorlardı. Sonuç, savaşın ağır izleriydi kuşaklar sonra hala kanayan.

Gündüz dolaştığımız her bir alanın etkisinden bütün gece kurtulamamış uykuya dalmaya utanmıştık.

Gezinin son günü kaleydi güzergâh, bütün savaşın özetini yapıyordu tarihe düşen yaşanmışlıklar. Kısa kısa canlandırmalarla adım adım yaşanılan süreç yeniden hayat buluyordu. Titriyordum savaşın soğuk ayazında gözlerim yine sırılsıklam.  O tarifini bir türlü yapamadığım duygunun esiri olmuştum, esir olmayan topraklarda. Her katında başka bir anlatım, başka bir acı, başka bir gurur ve Zafer.

Dedemde anlatırdı savaşın soğuk yüzünü. Anıları biriktirdim çocuk algımla.  Bizlerin dedeleri o zamanlar nasılda inançlıymış yokluk kelimesi sadece yaşamsal gereksinimler için mevcutmuş. Yeteri kadar yemek yokmuş, kılık kıyafet yokmuş mal mülk yokmuş, kısaca olsa da olur olmasa da olurlardaymış yokluk.

Bugün her birimizde fazlaca mevcut olan şeyler o günlerde yokmuş, o günlerde fazlaca mevcut olanda bugünlerde yok.

 İnanç yok, cesaret yok,  üzerimizdeki ölü toprağını kaldıracak gücümüz yok. Savaşa savaşlara hayır diyebilecek isteğimiz de mi yok.

İyiler ve kötüler bu toprağın çocuklarıyız hepimiz derdimiz yalnızca birlik beraberlik, bilmiyorum ki niye yok.

İşte ben bugünde utanıyorum insanlığımdan, değişimlerin sadece sanal bir zafere odaklanmasından utanıyorum. Düşüncenin suç olduğu bir dünyada konuşamıyor olmaktan utanıyorum. Birbirimizi anlayamadığımız için ve yine birbirimize tahammül edemediğimiz için insanlığımızı kaybediyor olduğumuz için üzülüyorum.

Sanal zaferler gelip geçici.  Asıl zaferler sınırlarımızı çizen değerlerindir, genişleterek çizenlerin bize bir ulus olmayı öğretenlerindir. Bize bir ulus olduğumuzu unutturmaya çalışanların değil.

Kalkacak üzerimizdeki ölü toprağı ve biz iyilerle kötülerle değil, birlik ve beraberlik ile tutacağız sözümüzü.

Çocukların güleceği, insanlığın haddini bileceği bir dünyaya özlemim.

 

ŞİİR

Hey, yüreği küçülmüş koca dünya…

Gamından nasibini almış insanlık.

Göründüğün kadar zengin,

Gökyüzün kadar engin değilmişsin.

Hani denizlerin derin,  derelerin berraktı.

Hani ovalarında çiçeklerin, ağaçların yapraktı.

Rüzgârın eserdi, kokusu mis.

Güneşin ısıtırdı, yağmurunda yağışında is.

Beyaz olurdu yere düşürdüğün tomurcuklar.

Ömre benzerdi eriyip yok olan kar toplar.

Küskün ettin bizi bize.

Değişiverdin yaşlandıkça, iyice,

Hey, koca dünya, yapılır mı, ne bu işkence?

Hani çocuklar sende gülecekti.

Özgürlük en büyük nimet, savaşlar bitecekti.

Senin havanda, hava atacaktı tüm canlılar.

Kardeşlik diyecekti içindeki tüm varlıklar.

Yaratıldığın ilk günden beri,

Adem ile Havva’yı bildiğinden beri,

Bize demedin mi kardeşsiniz siz.

Hep birlikte yaşayın, onlar, bunlar, siz, biz,

Hani gözün üstümüzdeydi.

Kim kimi sevmiyorsa defolup gidecekti.

Senide mi değiştirdi bu ruhsuzlar.

İçinde kaçak göçek mesken tutanlar.

Ayıkla artık iyileri kötüleri,

İnsanlık görsün mutlu günleri.