Bu gün de size bir zamanlar Zonguldak'ta, ve özellikle TTK camiasında fenomen olmuş iki arkadaşımdan bahsetmek istiyorum. Her ikisi de zamansız aramızdan ayrılan bu arkadaşlarım aynı dönemlerde TTK'da üst düzey görevlerde bulunmuşlardır. Bunlardan Şener Yıldırım TTK Savunma Sekreterliği görevini yaparken Abdülkadir Karaman da (Apo)  TTK Genel Sekreterliği görevini yürütmekte idi.

   Sıra dışı karakterleri olan bu iki arkadaşımın ortak özelliği son derece zeki, şakacı ve muzip olmalarıydı. Ama tarzları biraz farklıydı. Örneğin, Şener espri yaparken gayet ciddi bir tavır takınırken Apo sevimli bir afacan gibi daha atak ve heyecanlı davranırdı.

   Kendileri ile oldukça samimi dost idik. Beraberken mevki ve makamlarımızı unutur, çocuklar gibi her türlü şakayı, hatta sululuğu yapardık.

   Bir keresinde Şener Yıldırım'a, ''Yahu sen askerde yüzbaşı iken neden istifa edip TTK'ya geldin? Eğer kalsaydın şimdi paşa olmuştun!'' dediğimde; ''Şerafettin,bir kere ben isimden kaybediyorum. Sen hiç Şener paşa diye birini duydun mu?'' demişti.

   Ama ben sonradan Şener Paşa diye bir kaç paşa ismi duydum. Hatta bir tanesi de eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur. Yani bizim Şener boşuna korkup istifa etmiş!

   Barutsan A.Ş. Genel Müdürü olduğum sıralardaydı; galiba sene 1998 idi. Bir gün Şener ve Apo bana, Elmadağ'a habersiz misafirliğe geldiler. O gün de çok önemli ve kalabalık bir toplantımız vardı. Ankara'dan gelen MKEK Genel Müdürü Recai Önder Paşa ve daha bir çok genel müdür ve genel müdür yardımcısı düzeyinde bürokratlarla birlikteydik. 

    Öğlen yemek saatine yakın olduğu için sekreterimin yanında ağırladığım Şener ve Apo'yu da toplantı bitince yemeğe davet ettim. Ama yine bir hergelelik yaparlar korkusuyla, yemek salonuna geçmeden önce kendilerini bir kenara çekerek tembih ettim; ''Oğlum , bakın ben burada genel müdürüm, yani ciddi adamım. Sakın diğerlerinin yanında sululuk yapmayın!'' dedim.

   Neyse, yemek salonuna girdiğimizde kendilerini diğer zevat ile tanıştırdım ve yemeğe oturduk.

   Salondakiler hep protokol adamı (birkaç da bayan vardı) olduğu için yemek de gayet ağır bir havada geçiyordu. O sıralarda sınavla 15 kimya mühendisi almıştık ama kazananların hepside bayandı. Masada ben bu konuyu MKEK Genel Müdürü Recai Paşa'ya açtım. ''Paşam, aldığımız kimya mühendislerinin hepside bayan. Biliyorsunuz vardiyalı çalışıyoruz. Ayrıca iş yerlerimiz birbirinden epeyce uzakta. Bu nedenle gece vardiyalarında bayan mühendislerin çalışması sakıncalı olabilir. Yeniden sınav açıp hiç olmazsa birkaç tane de erkek kimya mühendisi alsak iyi olacak.'' dedim.

   Recai Paşa; ''Sınav bu! Erkekler sınava girmiyorsa veya girip de kazanamıyorsa biz ne yapalım.'' dedi. Sonra da bizim Şener ve Apo'ya dönüp, ''Beyler, Zonguldak'ta iş arayan erkek kimya mühendisi varsa söyleyin gelsinler, işe alalım.'' dedi.

   Kendilerine tembih ettiğim için gayet ağır başlı ve başı önünde kibar kibar yemek yiyen Şener; başını tabağından kaldırmadan ve gayet ciddi bir şekilde; ''Efendim, Zonguldak'ta bir tek erkek vardı; o da Şerafettin Üstünkol'du. Onu da buraya gönderince Zonguldak'ta başka erkek kalmadı!'' demez mi?

   Masada bir anda büyük bir sessizlik oldu. Herkes şaşkın vaziyette idi. Hiç kimse  böyle bir cevap beklemiyordu. Gülmek ile gülmemek arasında tereddüt ettiler ve sonunda makaraları koyverdiler.

   Yemekten sonra, onlarla yalnız kalınca, ''Ulan ben size ne tembih ettim? Gene yaptınız yapacağınızı.'' diye sitem ettim tabii. Şener; ''Huyumuz kurusun kendimizi tutamadık. Ama sonunda onları da güldürdük ya; gerisini boş ver!'' deyince tekrar güldük ve çocuklaştık.

   Her ikisi de çok renkli arkadaşlardı. Mekanları cennet olsun!.

 

                                                                                    ŞERAFETTİN ÜSTÜNKOL