Kim derdi günün birinde Mustafa Özdemir’in köşe yazıları Pusula Gazetesi’nde manşetlerde yayımlanacak…
Dün, okuyan herkes telefona sarıldı…
“Senin köşe yazını Pusula manşetten vermiş”
Sizce de bu işte bir tuhaflık yok mu?
Bir gazeteci, niçin rakibi, aynı zamanda sevmediği bir gazetecinin köşe yazısını gazetesinde yayımlar?
Aslında cevabı çok basit…
Hele ki bu gazeteci Ali Rıza Tığ ise kesin işin içinde kişisel bir hesap vardır!
Aylardır Hüseyin Özbakır’ı yerden yere vuran Ali Rıza, bu kez  aklınca benim yazdıklarımı referans göstererek vurmak istemiş Özbakır’a…
Aynı Pusula gazetesinin 3’üncü sayfasında ise bir gün önce yazdıklarıma yarım yamalak yanıt veren Tığ, yazımdan cımbızladığı kelimeler üzerinden taklaya getirmeye çalışmış beni aklınca…
Aklınca diyorum, çünkü yazının ana fikri merhum sendikacı Hakkı Arslan’ın ölümüyle kimseyi ilintilendirmek olmadığı gibi algı problemi olanlar için özellikle belirtmiştim…
Yazıda, söylenenin aksine eski Emniyet Müdürü Osman Ak’ın bir çok olayın soruşturma aşamasında Pusula’da çıkan haberler ve fotoğraflarla bağlantısı olup olmadığını sorgulamıştım…
Tatlı su kurnazı Ali Rıza Tığ, bu sorunun cevabını vermek yerine mağduru oynamayı tercih etmiş her zamanki gibi…
 
Yok Davut Acar’ın başına bir şey gelse Mustafa Özdemir’den mi bilinecekmiş, yok Erdoğan Demir kaza yapsa Halkın Sesi’nin yaptığı haberler mi sorumlu tutulacakmış…
 
Hem sen rahat ol, Davut Acar’ın da Erdoğan Demir’in de başına ne geleceğini herkes görecek!
 
İşi sulandırmaya üzerine tanımadığım Ali Rıza Tığ ile Osman Ak arasındaki bağ öyle zannedildiği gibi “gazeteci-emniyet müdürü” ilişkisinden öte bir durumdu…
 
Belki iddiaların üzerindeki sır perdesi bildiklerimizi yazmamızı engelliyor ama tarih tersine döndüğü gün yapanın yanına kalmayacağına olan inancımla dişlerimi sıkarak şimdilik susuyorum…
Hem neden alınganlık gösteriyorsa…
Kendisi demedi mi, benimle uğraşan ya mezara ya hapishaneye gidiyor diye…
Hiç kızmıyorum artık A.RIZA’ya…
Medyada her dönem bu tür kalemler olacaktır…
Önemli olan bu kalemlerin kimden ve nasıl beslendiği…
Temcit pilavı gibi Erdoğan Demir ve tayfasıyla yaşadığım 3’üncü Dünya savaşı günlerinde öfkeyle yazdığım ve bir kez olsun isim zikretmediğim ifadeleri her seferinde önüme koyan Tığ, keşke kendisini de sorgulayabilseydi…
Yaşadığı ekonomik krizin faturasını köşesinde tahsil etmeye çalışan Tığ’ı uyarmak, hata yaptığını söylemek bir yana koca koca devlet adamlarının sırf onunla kötü olmamak uğruna sırtını sıvazladığını gördükçe aklımı oynatıyorum…
Ha bir de şu yanında çalışan imam eskisi yok mu?
Geçenlerde caddede karşılaştığım Ali Rıza Tığ’a da yanındaki imam eskisine de söylemem gereken her şeyi söyledim…
Tam kendine göre bir imam bulmuş Ali Rıza!
Evet belki de sen haklısın Ali Rıza Efendi…
Yazdıklarım, kimilerine anlamsız, yersiz hatta palavra gelebilir!
Haklısın, konuşması gereken aslında ben değilim…
 
Uzun süre ısrarla yazdığın ardından bir anda geri adım attığın Hasan Tosun, Zeki Tosun, Bülent Kantarcı, Vedat Öztürk, Satılmış Gebeş, Hüseyin Özbakır, Ünal Demirtaş, Ertan Şahin, Hüseyin Uysal, Hakkı Arslan olmalıydı konuşan aslında…
Kim bilir günün birinde Sami Aydın gibi adamın biri çıkar ağzının payını verir…
 
Sonra, sen kim seri katil kim?