Soma'daki 301 maden işçisinin ölümü ile sonuçlanan kazadan sonra tüm medya ve kamuoyu maden kazalarına odaklandı. Herkes bu kazalardaki ölümlerin nedenlerini ve alınması gereken önlemleri yoğun bir şekilde tartıştı ve hala da tartışıyor.. Bu kazaların çok sayıda işçinin ölümüne sebep olduğu ve hatta cinayet sayılabileceği tespitleri de yapıldı.

Bana göre de bu kazaların hemen hepsi gerekli önlemler alındığı takdirde önlenebilir kazalardır. Yani bu demektir ki bu tür kazalar ihmallerden dolayı olagelmektedir. Görünen o ki ''Bir musibet bin nasihatten evladır'' atasözü burada da geçerli olmuş ve bundan böyle gerekli önlemlerin alınması hususunda teknik ve yasal düzenlemelerin yapılmasına başlanmıştır. Her ne kadar bu gibi durumlarda önce gerekli hassasiyet gösterilir sonra eski düzene dönülürse de, bu sefer yeterli olmasa da bir takım iyileştirmelerin yapılacağı aşikârdır.

Peki, maden ocaklarında insanlar sadece bu tür kazalardan dolayı mı hayatlarını kaybetmektedirler? Madende çalışmaları yüzünden olan ölümleri sadece yeraltında ve kaza anında mı olmaktadır? Bu sorulara benim cevabım 'hayır!'dır. Zira sayısal açıdan daha fazla ölümler ocakların dışında; ya hastane odalarında ya da işçilerin mütevazi evlerinde olmaktadır. İnsanlar normal şartlarda sürebilecekleri ömürlerini yaşayamamakta ve daha erken ölmektedirler. Örneğin, Türkiye'de ortalama insan ömrü 65 yıl ise, bazı sanatlarda çalışan madencilerde bu ömür 50 yıldır. Takdir edersiniz ki, insan hayatında bu 15 yıllık fark çok önemli bir süredir. Ama bu ölümler kıyıda köşede ve bireysel bazda olduğu için kimsenin dikkatini çekmemekte ve tartışılmamaktadır. Bunun için bu ölümlere ben 'sessiz ölümler' diyorum ve artık tartışılmalıdır diyorum. Bu nedenle de bu yazıyı yazmak ihtiyacı duydum.

Öncelikle bu bahsettiğim ''erken ölümler ‘in sebebini söyleyeyim: Madencinin meslek hastalığı olan ''pnömokonyoz!'' Maden işçileri arasında bir dönem buna ''Dul Bırakan Hastalığı'' da denilmiştir.

Tam burada bu hastalıkla ve nedenleri ile  ilgili biraz teknik bilgi vermekte fayda görüyorum: Bilindiği gibi, madencilik faaliyetleri yoğun toz üretimine de sebep olmaktadır. Üretilen bu tozlar ocak havasına karışmakta ve solunum yoluyla burada çalışan işçilerin akciğerlerine kadar ulaşmaktadır. Pnömokonyoz, gözle görülemeyen 6 mikrondan küçük tozların akciğerlere ulaşması (Daha büyük tozlar  akciğerlere ulaşmadan solunum yollarında tutulmaktadır.)  ve burada birikmesi sonucu oluşmaktadır. Akciğerlerde, eğer sadece, aktif olmayan, kömür tozu birikmişse bu tür pnömokonyoza ''antrakoz'' denilmektedir. Ama kömür tozu ile beraber, veya yalnızca silis içeren taş tozu birikmişse buna da ''silikoz (veya silikosiz)'' denilmektedir ve en tehlikelisi de budur. Zira silis veya silisyum (Si) elementi aktif bir element olup akciğer hücreleri ile kimyasal reaksiyona girer ve tüberküloza (verem) veya akciğer kanserine sebep olabilir.

Siz, yanınızdan geçen bir araba biraz toz kaldırsa, o tozu solumamak için hemen oradan uzaklaşırsınız, değil mi? Bir de maden işçisinin o tozu, ve hatta daha da tehlikelisini, her gün 8 saat solumak üzere yıllarca soluduğunu düşünün! Buna akciğerler ne kadar dayanabilir?

Madencinin ocağa girdiği daha ilk günden itibaren akciğerlerinde birikmeye başlayan tozlar, zamanla akciğerlerdeki bronş ve bronşçukları doldurmaya ve alveollere yerleşmeye başlar. Tabii ki bu nedenle akciğerlerin hayati kapasitesi de azalmaya başlar. En basit haliyle, önce işçinin, özellikle eforsarf ederken nefes alması sıklaşır ve solunum zorluğu (nefes darlığı) çekmeye başlar. Daha sonrası pnömokonyozdur. En kötüsü de pnömokonyozun bilinen bir tedavisi  yoktur. Ayrıca, işçi ocaktan ayrılsa bile hastalık iyileşmez. Hele silikoz hastalığında bırakın geriye dönüşü, ilerleme devam eder. Zira silisyumun akciğer hücreleri ile girdiği kimyasal reaksiyon durmaz ve zincirleme devam eder.

Özellikle, önlem alınmadığı takdirde,  yoğun toz üreten yeraltı sanatlarında çalışan (lağımcı, kazmacı,tahkimatçı,tabancı gibi) işçiler bu hastalığa çok çabuk yakalanırlar. Örneğin, kuru delik delme sistemi ile çalışan ve silis içeren kayaçlara delik delen bir lağım (lağım: taş içine açılan galeri) işçisi 6 ay gibi kısa bir süre içinde bu hastalığa yakalanabilir.

Peki, maden işçisinin ömrünü önemli derecede kısaltan, kazalardan daha fazla madenci ölümlerine sebep olan bu tozun önlenmesine ve işçileri koruyucu önlemlerin alınmasına dikkat ediliyor mu? Yeraltı kömür ocaklarında şu andaki durum nedir? Kamuoyu bu konuda ne biliyor? Kamuoyunun ilgilenmesi ve bilgilenmesi için ille de sansasyonel toplu ölümler mi olması lazım? Kazalar birden öldürüyorsa pnömokonyoz da yavaş yavaş öldürmektedir. Sonuçta her ikiside öldürmektedir ve hatta pnömokonyoz daha fazla öldürmektedir ve dolayısı ile her ikisi de aynı kapıya çıkmaktadır. O halde toz problemi ile de aynı ciddiyetle ilgilenilmelidir. Ama yeteri kadar ilgilenildiğini göremiyoruz.

Şimdi hangi ocağa giderseniz gidin; tozu önlemek veya işçiyi tozdan korumak için Uluslar Arası Çalışma Örgütü'nün (ILO) koymuş olduğu standartlara ve limitlere uyulduğunu göremezsiniz.Çağdaş metotlarla ve cihazlarla ocak havasındaki tozun miktarının ölçülmesi ve müsaade edilebilir azami limitlerin altında kalmasının sağlanması, tozun kimyasal yapısının analizi ve içindeki silisyumun tespiti gibi konularda yeterli hassasiyetin gösterildiğini de göremezsiniz.

Son sözler: Ben diyorum ki, kamuoyu ve medya bu konuyu da gündeme getirsin ve bu suretle gerekli önlemlerin alınması sağlansın. Zira,ne devlet, ne ocak işletmecileri ve hatta ne de sendikacılar bu konuya bu güne kadar gerekli önemi vermedi. Eğer kamuoyu ve medya da ilgisiz kalmaya devam ederse daha çok insanımız genç yaşlarda ölmeye devam edecektir. Daha çalışırken malulen emekli edilen veya emekli olduktan sonra maluliyet alabilen pnömokonyoz hastaları işçiler ve aileleri, aldıkları üç beş kuruş (o da alabilirlerse) maluliyet tazminatı veya aylığı ile avutulmaya devam edilecekler ve maalesef örgütsüz olan bu insanlarımız hala haklarını savunamayacaklardır.