Ne çok şikâyet eder olduk yaşamdan, yaşamsal gereksinimlerden, hayatı beraber paylaştıklarımızdan ve hatta paylaşmak zorunda kaldıklarımızdan. Göçebe olduğumuzu unutup, yerleşik düzene meylettiğimiz bu fani dünyanın getirileri olan,   bireysel ve toplumsal şikâyetlerimizin bir dokümanını yapmak geldi içimden. Utandım her bir kalemde, samimiyetle. “Kendinden şikâyet eder mi insan (?) ediyormuş .” Zira, kimi dinlesem mutsuz,  kime fikrini sorsam umutsuz.   Hepimizin ama herkesin bir şikâyeti var ve her birimizde kendi bakış açımıza göre haklıyız. Olabilir mi sahiden de, her birimizin aynı anda haklı olabilmesi mümkün müdür?
Bırakın bireysel mutsuzluğumuzu, ülke olarak, toplum olarak mutsuzuz ve her geçen gün mutsuzlar ordusu olarak çoğalıyoruz.
Kimilerimiz ülke yönetiminden, iktidardan dolayı mutsuz, kimimiz muhalefetten dolayı mutsuz. Kimimiz karşıda olandan mutsuz, kimimiz içimizde olandan mutsuz. Siyasilerden, en başta işte onlardan şikâyetçi ve dahi mutsuzuz, işin daha da ilginci, umutsuzuz. Taraf olduklarımıza bile güven duymuyoruz, yola beraber çıktıklarımızla, birbirimizi tanımıyormuşuz gibi yapıyoruz yollar ıraklaştıkça, ve yahut yerlerini sağlamlaştırdıkça. Çünkü köprüyü geçene kadar sürüyor muhabbetler. Kimse birbirinin gözlerinin içine bakamıyor, mutsuzlukla birlikte güvensiziz birde, güvenmiyoruz kendimize bile, gerisini varın siz hesap edin.
Kadın kocasından şikâyetçi, koca karısından mutsuz. Çocuklar ebeveynlerinden, ebeveynler çocuklarından şikâyetçi. Öğretmenler öğrencilerinden, öğrenciler öğretmenlerinden şikâyetçi. İşverenler çalışanlarından, çalışanlar işverenlerinden.
Komşu,  komşusundan,  akraba, akrabasından,  arkadaş,  arkadaşından.  Yazın sıcaktan, kışın soğuktan, yağmurda ıslanmaktan, güneşte kavrulmaktan. Açken açlığımızdan, tokken bile tokluğumuzdan şikâyet eder olduk.
Daha onlarcası var şikâyetlerimizin, sığmaz satırlara. Peki,  hiç elle tutulur bir şey yok mu diyesim geldi, istisnalar oluyor zaman içinde ama yeterli gelmiyor ne yazık ki.  İnsanlık olarak ruh halimiz hiç hayra alamet değil, memnuniyetsizliğimizle başımız harbiden belada. Hep istiyoruz, hep bekliyoruz, almak için bir çaba, bir gayretimiz yok. Önümüze sunulanı, yerden yere vuruyoruz ama almayız istemiyorum diyemiyoruz. Hoş paşa paşa çarkın içine doğru gidiyoruz ya her neyse…
Çokluktan, yokluktan şikâyetimiz ise hiç bitmeyeninden, neyimiz eksikse ona aç gözlülüğümüz. Olana kanaat getirmeyi hiç bilmeden daha çoğuna açlığımız.  Eksik olan ne varsa sahip olamadığımız, işimize yarayıp yaramayacağını düşünmeden peşine takılıyoruz, en çok gerekeni istemiyoruz nedense, insan olmak. Hümanistliğim tutmuş olabilir kimilerine göre, olsun varsın, en azından zararsız, hiçbir zararı, sakıncası olmaz hümanist olmanın. Sevgisizliğimizin üstünü örttüğümüz sürece, şikayetlerimiz hiç bitmeyecek, yapmakta olduğumuz yolculuğumuz süresince de tadına varamayacağımız bir hayat süreceğiz belli ki..
Yaşamak için binlerce sebep varken, içimizde öldürdüğümüz o canım hislerimize yazık, asıl ölmesi gerekenler inatla yaşarken, canına kıydıklarımız ihtiyacımız en çok olanlar oysa.
Mesela olmaması gerekenler: Art niyetlerimiz, hakkaniyetsizliğimiz, kıskançlığımız, arsızlığımız, yolsuzluğumuz, vurdumduymazlığımız, acımasızlığımız, bencilliğimiz, kibrimiz, yalancılığımız, caniliğimiz. Asıl şikâyet edilmesi gerekenler dururken, bizi mutsuz eden olumsuzlukların hakkından gelmek dururken, hep karşıda olana hep kendimizden başkasına yüklüyoruz sorumlulukları.
Uğruna ödediğimiz bedellerin havaya gittiğini gördüğümüz her yaşam öğretisinde, intikam almak gibi ucuz manevralar yapıyoruz.
Arzuhalciler gibi şikâyet mektupları yazıyoruz miskinliğimizden, neresinden tutulacak ve nasıl yola koyulacak onca raydan çıkmış yaşam pusulaları belli değil. Çünkü geç kaldık “şikâyet değil durum tespiti şu anki”.  Sorumluluklarımızı başkalarına yüklediğimiz sürece şikâyetlerimiz hiç bitmeyecek, kendimizden bile şikâyet eder duruma geldik baksanıza.
Saçımızı beğensek kaşımızı beğenmiyoruz, dişimiz inci olsa, sesimiz billur değili takıyoruz. Kilolusu kilosuyla boğuşurken, oysa zayıf olan utançla kemiklerini sayıyor. Yaşlı olan yaşlılığından şikâyet ederken, genç olanda çabuk büyüyememekten şikâyet ediyor.
Tanrı kullarından, kullarda tanrısından şikâyetçi oluyor. Adaleti görünmeyen sistemin ince ayarları da gözden kaçıveriyor. Şikâyet ede ede önce birbirimizi, sonrasın da da ömrümüzü yiyoruz.
Sonuç: Ölmeden dert tasa bitmez diyenlerin, öldükten sonraki tasalardan şikâyetiyle son buluyor tespit. Sen buraya bu dünyaya şükret, öteki dünyada,  cehennemde,  diri diri yanacaksın. İyi de, cennet, o ne olacak, onun anahtarı için unutmadık mı insanlığımızı.