Film oynadı, bitti! Çaycumalılar anlayacağını anladı.
Sokak fotoğrafları çekip “Nö gözel olmuuuş!” diyenlerle, “Hoca haklı ama yanlış yapıyor!” diyenler bu soğuk kış gününde kavlangaların altında garson Bülent’in getirdiği sıcak çayları yudumluyor. Afiyet olsun.
Şimdi reklâmlar!
Soru; Hangi piyasa malının reklâmı yapılır?
Satan malın reklâmı olmaz. O zaten alıcısını bulur. Öylesi işlerin reklâma gereksinimi yoktur!
Promosyon ve reklâm satmayan mal için yapılır! Cilalayıp boyayıp allayıp pullayıp dayanırsınız vitrine! Üç beş tane de “Nö gözel olmuuuş!” diyen buldunuz mu gemi yürür!
Gemi mi? Gemi oturdu! İktidarın Kanal İstanbul’u gibi yani! Akıtın suyu, sürün gemileri, yüzdürün gemicikleri. I-ı! Yüzmüyor.
Diyor ki özel ulak; “Katkı Payı yazılanların yarısı parasını ödedi!
Güzel; Nedir o zaman bilanço? Ölen hamsileri topladınız, uskumru ve palamutlardan haber yok! Yani diğer yarı bekliyor!
Reklâmlar güllük gülistanlık! Çaylar, kahveler, davetler, ziyaretler, buluşmalar, sosyal medya sayfalarına yüklenen duyarlık paylaşımları...
İç destek, dış destek, açık destek, gizli destek, kulis desteği, “Kıskananlar çatlasın!” cümleleriyle şekillenen ters kale destekler...
Şaşırıyorum elbette! Madem ürün bu kadar iyi ve güzel, o zaman bu kadar reklâm niye? Neyi kanıtlama kaygısı taşıyorsunuz?
Üzülüyorum elbette! Bu kadronun Hatice-Netice kaygısı yok! Bu halk hesabı müsebbiplerine değil; ardıllarına kesecek. Kimi 18 hesabıyla el ovuştururken, kimi “Acımadı ki!” avuntusunda.
Bana gelince... On beş yıl tiyatro yönetmenliği yaptım. İlginç deneyimler edindim o süreçte. Oyunun ilk gösteriminde seyirci sahnedeki oyunu izlerken benim yönüm seyirciye dönük olurdu. Oyundan beklediğim reflekslerle, izleyicinin gösterdiği refleksleri gözlemler, ikinci oyunda ona göre küçük düzenlemeler yapardım. Benim şu anki durumum aynısıyla böyle! Herkes sahneye bakıyor, ben halka bakıyorum. Ne gördüğümü sormanıza gerek yok, gördüklerimi on beş haftadır yazıyorum!
Dedim ya, film bitti! Yeni film başlayıncaya kadar reklâmları izleyeceksiniz!
 
BEŞ YIL!
“Hocam, stres insan ömrünü kısaltıyormuş! Kendini hırpalama!”
 “Hocam, kamusal gücü acımasızca kullananlar oldukça, millet nasıl sesini çıkarsın?”
 “Hocam, bugün siteye baktım, yazınızı bulamadım. Yazmayı bıraktınız mı?
 “Hocam, siz beni tanımıyorsunuz ama ben sizi tanıyorum. Yazılarınızı da okuyorum! Korkudan dilekçe bile veremedim; utanıyorum! İnşallah davayı kazanırsınız!”
“Hocam korkmuyor musun? Ben bunlardan korkuyorum!”
“Hocam, bak sana bir şey anlatacağım...”
“Hocam, var ya ah bir bilseniz ne oldu...”
“Hocam, daha sizin bilmediğiniz neler var...”
“Hocam, senin için provokatör diyor!”
“Hocam, bende bir belge var, sana göstersem...”
“Hocam, lütfen çaylar benden!”
“Hocam...”
...
Benim halkım şaşırtıcıdır! Bir umutlu, bir umutsuzdur! Bugün dayaklık, yarın eli öpülesidir! Mazlumdur! Yüreklidir! Boş vermiştir! İçlidir! Vefalıdır! Yeri gelir ekmeğini bölüşür, yeri gelir çay parasını vermeden tüyer!
Benim halkım bir âlemdir! Ben bu halkı seviyorum! Bir o kadar da kızıyorum!
Stres insan ömrünü kısaltıyor saptaması doğru! Bu nedenle ben ömrümden beş yılı sildim. Ya kalp krizinden ya da beyin kanamasından öleceğimi biliyorum! Bunun kaçarı yok! Bana da ölümün böylesi yakışır!
Bu halk ve sahte halk dostları, önce beni öldürecek, sonra heykelimi dikip önünde ağlayacak! En kötüsü de mezarımın başına gelip süslü sözler söyleyecek! Kimisi gözyaşlarını içine akıtırken, kimileri timsah gözyaşları dökecek!
Hasan Ataman’ın mezarı başında olduğu gibi!
 
TEKRARA DÜŞMEK!
İnanın çok kötü bir duygu! Tekrara düşmek kadar beni güçsüz bırakan başka bir duygu yok desem yeridir!
Geçen haftaki yazımda sözünü ettiğim yazınsal çalışmaları sürdürürken bu duyguyu az buz yaşamadım! Demokrat Çaycuma Gazetesi Köşe Yazıları, 18. Tünel İnternet Dergisi Yazıları ve Çaycuma Sanat Sitesi Yazıları dosyası üzerinde çalışırken, benzer konuları, değişik gündem değerlendirmelerinde o kadar çok işlemişim ki...
Bu durumda iki şey öne çıkıyor; 1-Yazıyor olmanız bir şeyi değiştirmiyor, 2-İlhan Selçuk’un söylediği, “Allah kahretsin, yine haklı çıktım!” duygusu!
Bu dosyaları kitap bütünlüğüne getirip mutlaka yayımlamak istiyorum. Soluksuz okunan bir roman gibi etki yaratacağını düşünüyorum inanın! Ve biliyorum ki Çaycumalı birçok figür, o kitapların sayfaları arasında kendilerini arayacak!
Söz uçar, yazı kalır! Suya yazılan yazılar değil; taşa kazınan yazılar olsun istiyorum! İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü...