Sokak deyince birçok kişi hep “Anarşizm “ diye anlıyor (kaldı ki Anarşizm de bir mücadele biçimidir ve onları da hayatın içinde kabul edenlerdenim). Halbuki bu gün var olan parlamenter sistem başta olmak üzere,  tüm ekonomi demokratik siyasal haklar, çalışma koşulları ve tüm işçi hakları, sendikalar ve hatta var olan hukuk sistemi hep sokak eylemleriyle elde edildi

Demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi verenlerin ve haksızlığa karşı başkaldıranların hep örnek gösterdiği o günler, yani kitlesel katılımların olduğu 15–16 Haziran büyük işçi ayaklanması, 1 Mayıs 1977, Zonguldak’ta 1965–68 büyük işçi grevleri-direnişleri, Zonguldak’ta 90 grevi ve 91 Zonguldak halkının işçi önderliğinde Ankara yürüyüşü en çok konuşulanlar arasındadır. Bunlar nasıl örgütlendi?

Bu olayların bizzat içinde olanlar veya o günleri yaşamış olanlar sadece toplum içindeki kahramanlıkları anlatır da asıl konuyu yani sokağa-eyleme nasıl çıkıldığını anlatmaz.

Ya illegaldir anlatmaz ya da gerçeğin bilinmesinden bir şekilde çekinir veya sadece katılmıştır-yürümüştür başkada bir şey bilmez. Burada önemli olan sorulardan birisi; kitlelerin sokağa nasıl çıktığı?

Parti, sendika, dernek vb. yapılar bu kadar insanı sokağa nasıl çıkardı?

Bu sokağa çıkma eylemlerinde parti, sendika, dernek vb etkili oldu mu?

Sokağa çıkanların tümü ne için sokağa çıktığını biliyor muydu?

Birilerinin dediği gibi DİSK ve Türk-İş üyesi işçiler alanlara kol kola kardeş gibi mi çıktılar?

Bu ve benzeri hak arama eylemlerinde hatta siyasal hareketlerin içinde bulunan cezaevlerinde yıllarca yatmış birçok kişi neden yıllarca cezaevlerinde yattığını biliyor muydu?

Bizden daha önceki kuşaktaki yoldaşlarımızın yaptığı gibi bildiklerimizin bazıları bizimle ölüme gidecek. Bazılarını da gelecek kuşaklara aktarmanın da bir görev olduğunu düşünüyorum..

1965 ve 1968 Zonguldak madenci olaylarını dışarıdan izlemiş ve 15–16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi, 1 Mayıs 1977, 1990 Zonguldak madenci grevi ve 1991 Zonguldak madenci yürüyüşü ve benzer birçok eylem içinde bulunmuş ve bir kısmını da örgütlemiş biri olarak soruları cevaplamaya çalışacağım…

İlk hatırladığım;1965 de, Zonguldak’ta Ereğli Kömürleri İşletmesi (EKİ) de çalışan elli bin maden işçisinin ayaklanmasıydı. Evimiz “İkinci Makas” semtinde idi ve yürüyüş koluna çok yakındı. Babamın,” Ameleler hükümeti devirmek için isyan etmişler Üzülmez-Asma işçileri Zonguldak’a yürüyor hadi onlara bakalım” dediğini hatırlıyorum.

Aşağı yola-asfalta indiğimizde Üzülmez, Asma, Dilaver işçileri ellerinde kazma, balta ve kürekleriyle binlercesi bir sel gibi akıyordu. Önden gidenler yol üstündeki EKİ nin Merkez Ambarlarına ve biraz ilerideki Merkez Garajına girdiler. Onların girmesiyle Garajdakilerin dışarıya çıkması bir oldu. Dışarı çıkanlardan bazıları işçilerden kaçmaya çalışırken yakalandılar ve maden işçileri sopayla onları o selin içine kattılar. Aynı şeyi Merkez Atölyesine girdikleri zaman da yaptılar.

Yani direnişe katılmayanlar sopayı yedikçe direnişe katıldılar. Sınıfın kendi içindeki bu şiddet uygulaması 1968 de yine Zonguldak’ta yaşanan işçi ayaklanmasında da oldu. O ayaklanmada işçilerin direnişe katılmayan iş arkadaşlarına uyguladıkları şiddetin yanı sıra, sarı baretli işçiler beyaz baretli-kasklı toplum polisini-furukoları önlerine katmış kovalıyorlardı. Aynı yıl yani 1968 de, her zaman saygıyla andığım Ruşen Ustamın önerisiyle Türkiye İşçi Partisi (TİP) saflarına katıldım.

Aradan birkaç yıl geçti İstanbul’a yerleştim ve evlendim. Beykoz Deri Kundura fabrikasında çalışıyorum. İşyerinde yetkili olan Türk-İş’e bağlı olan “Deri-İş” sendikası üyelerini DİSK e bağlı “Bardar –İş” sendikasına üye yapmaya çalışıyoruz.

 

Ortalık gergin. Günlerden bir gün fabrikaya:” Deri Kundura işçileri;  Paşabahçe Cam işçileri ve Tekel İçki fabrikası işçileri ile sabah 9 da Paşabahçe’de buluşacak ve buluşma sonrası tüm işçiler Üsküdar’a yürüyecek” diye bir haber geldi. Biz akşamdan hazırlığımızı yaptık. Sabahleyin fabrikaya gittik.

Üç vardiya çalışan ve toplam sayısı on bin olan fabrikada gündüz 08/16 vardiyasında dört bin işçi çalışıyordu, biz hem siyasal olarak hemde sendikal olarak toplamda örgütlü 150 kişi ancak vardık.

Arkadaşlarımızdan biri fabrika meydanında toplanan işçilere hitaben yaptığı konuşmada ,“ kısıtlanan haklarımızın geri alınması için İstanbul’daki tüm çalışanların iş bıraktığını ve işçilerin değişik kollardan yürüyüşe geçtiğini Paşabahçe ve Tekel İçki fabrikası işçilerinin de bizi beklediğini ve bu nedenle iş bırakıp yürüyüşe geçmemiz gerektiğini” söyleyince ortada önce bir sessizlik oldu ve bizim gurup konuşan arkadaşımızı alkışladık.

Dışarıya yürüyüş için çıktığımızda en fazla dört yüz kişiydik. Diğer üç binden fazla işçi ise yerinden kımıldamıyordu. Aradan en fazla on dakika ancak geçmişti ki aramızdaki kırk kadar arkadaşımız sopalarla önce kalıp atölyesine sonra tabaklamaya girip önüne gelene sopayla vurup onları dışarıya çıkardı. Tabii kısa bir süre sonra bizde aynı şeyi yaptık ve bu şekilde o üç binden fazla kişi fabrikanın dışına çıkmak zorunda kaldı. O gün günlerden: 15 Haziran 1970 idi.

Ondan sonraki katıldığım ve kömür ocağında arkadaşlarımla örgütlediğimiz hemen her direnişte de böyle oldu.

Hakkımızı almak için direnişe geçmeyenler, biz direnişe geçenler sayesinde otomatik olarak onlarda aynı hakları alıyorsa bizimle ortak hareket etmek zorundalar. Hadi kendimizi sermaye ye sömürtüyoruz birde bize destek vermeyen arkadaşımıza mı sömürtelim?

Hemen hemen Türkiye genelindeki tüm grev ve direnişlerde böyle oldu. Buna 1990 büyük madenci grevi ve 1991 yürüyüşü de dahil.

Şimdi birileri çıkıp” hadin oradan, 150 kişi üç binden fazla kişiyi nasıl korkutur” diye bilir. Doğrudur arada ki sayı fazladır ama biz örgütlü 150 kişiydik karşımızdakiler örgütsüz dağınık ve birbirlerine güveni olmayan kişilerdi.

Bir diğer eleştiri de:“ne yani şiddet uygulayıp insanları sokağa dökmek iyi bir şeymi? Tamamen antidemokratik bir yöntem. Eyleme katılıp katılmamak gönüllülük işidir.” diyebilir.

Doğrudur da, ama bunu söyleyenlere iki çift sözüm var. O zaman toplum sizin istediğiniz yönde oy kullanmadığında veya iktidarın tüm baskıcı tutumları için yapılan eylemlere destek olmadığında neden ikide bir ;“ koyun gibisin-sığır gibisin, kabahatin çoğu sende kardeşim…” dizelerini haksız yere kullanıyorsun? 

Geri kalanların daha yumuşak bir dille ikna olmasını bekleyenler; daha çoook beklersiniz…