Daha düne kadar Başbakanımız  Davutoğlu ikide bir, ''Kimse bizim sabrımızı sınamasın!'' diyerek dış güçlere meydan okuyordu. Ama kıçı kırık bir IŞİD her gün Kilis'e roket atarak sabrımızı defalarca sınadığı halde bizimkilerden hala ciddi bir tepki yok. Arkadaş bu ne sabırmış! Hazreti Eyüp bile buna dayanamaz ve şimdiye kadar çoktan çatlardı! 
   Hükumetin bu tavrı bana nedense Aziz Nesin'in bir hikayesini hatırlattı. Sizlerle paylaşayım.
   ''Kahramanımız iri yarı, heybetli bir pehlivan. Sesi de öyle gür ki; narayı patlattığı zaman rakibi psikolojik olarak çöküp dizlerinin bağı çözülüyor. Tabii ki doğal olarak hemen yeniliyor. Bu nedenle bizim pehlivan önüne geleni devirip her seferinde galip geliyor.
   Yine bir gün şampiyonluk müsabakası var. Seyirciler tıklım tıklım. Kahramanımız mindere geliyor. Müthiş bir tezahürat! Ama o da ne? Karşısına ufak tefek cılız biri çıkıyor. Seyirciler önce herhalde bu bir şakadır diye düşünüyorlar. Ama hakem gelip bunları anons edince  çok hayret ediyorlar. Bu adam herhalde deli deyip acıyorlar da!
   Hakemin işareti ile güreş başlıyor. Tabii ki bizim pehlivan peşrev çekip hemen o yeri göğü inleten meşhur narasını patlatıyor! Fakat cılız pehlivan bu naraya aldırmayıp kahramanımıza paça kasnak dalıyor. Ve bizimkini iki seksen sırtüstü yatırıp tuş ediyor.
   Tüm seyirciler şokta! Gözlerine inanamıyorlar!
   Hikayeyi uzatmayalım. Mesele sonradan anlaşılmış. Cılız pehlivan sağırmış; narayı duymamış!''
   İşte bizim hükumet de tıpkı bu somun pehlivanı gibi nara attı durdu ama herhalde düşmanlar sağırdı!
   Önce Rusya'ya efelendik. Sanki Suriye ile aramızda sınır kalmış gibi Rus uçağını beş on saniye sınırı ihlal etti diye düşürdük. Bunun dış politikada ve ekonomide bize verdiği büyük zararlar bir yana;  Ruslar misilleme yapacak korkusuyla artık Suriye topraklarına adım bile atamıyoruz. Bu çok onur kırıcı bir durumdur.
   Şimdi de IŞİD  her gün Kilis'e, yani Türk topraklarına roket atmakla resmen Türkiye'ye savaş ilan etmiş durumdadır. Bizimkiler bunu önceleri görmezden geldi. Hatta ''roket düştü'' diyerek hafife aldılar. Roket atılıyor diyemediler. Sanki roket gökten tesadüfen düştü. Şimdi, ''her gün sokağa abdestli çıkıyoruz'' diyen-sanki abdest savunma silahı imiş gibi-vali bile, ''Yer çekimi var. Roket düşecek tabii; havada kalacak değil ya!'' gibi laflar ediyor. Devlet adamımızın ciddiyetine bakar mısınız! Bizi kimler yönetiyor!
    Ha, birde  sosyal medyada inanmak istemediğim vahim bir iddia da var. Bu iddiaya göre; Kilis'e atılan roketler  Suriye'deki adı var kendisi neredeyse yok olan ılımlı muhaliflere Türkiye'den gönderilen roketlermiş. Eğer bu doğruysa Suriye politikamızda yaptığımız hatalara  bakın!
   Bu güne kadar düşen roketler nedeniyle sadece Kilis'de yirmi vatandaşımız öldü. Yüzlerce yaralı var. Vatandaşlar can güvenliği nedeniyle sokağa çıkamıyor. Bir kısmı kenti terk etti. Halen de terk etmeye devam ediyor.
   Buna karşılık biz ne yapıyoruz? Rus yapımı, azami 30 km. menzilli Katyuşa roketlerine karşı Türk yapımı ve 40 km. menzilli fırtına obüsleri ile karşılık vermekle yetiniyoruz. Hani angajman kuralları vardı? Bu nedenle Rus uçağını düşürmedik mi? Öyle voleybol oynar gibi sınırdan karşıya IŞİD ile birbirimize top atarakmı kendimizi savunacağız? Neden hücum edip inlerine giremiyoruz? Sebep malum; yine Rusya!  Madem bu kadar çekinecektin; köpeğin kuyruğuna neden bastın kardeşim!
   Peki, siz tarihte siperden doğru zafer kazanıldığını hiç duydunuz mu?  Herkes bilir ki zafer ancak hücumla kazanılır.
   Komik ama aklıma Zeki Müren'in askerliği geldi. Bizim zamanımızda, askerliğini yedek subay olarak yapan Zeki Müren ile ilgili yapılan bir espri vardı: Espri şuydu: Eğer harp olursa, Zeki Müren, siperden doğru düşmana bombayı, ''Kahrol düşman!'' diyerek nazikçe atacaktı.
   İşte bizim attığımız bombalar da bu espriyi çağrıştırıyor. Düşmana doğru sallanıyor ama düşman o sırada orada mı? Şu kadar IŞİD'li öldürüldü diye halkın gazı alınıyor ama attıkları yere kadar gidebilip sayabiliyorlar mı? Bu rakamlara nasıl inanacağız?
   Somun pehlivanlığı yapıp rezil olmanın alemi yok. Efeleneceksen gereğini yapacaksın. Eğer gereğini yapamayacaksan o zaman bu işlere hiç karışmayacaksın. Karışırsan işte böyle olur.
   Bütün bu belalar neden başımıza geldi? Neden olacak; Atatürk gibi bir dahinin tesis ettiği yurtta sulh cihanda sulh prensibini terk ettiğimizden! Bazılarının kendilerini Atatürk'den daha akıllı sanıp, daha iç barışı sağlayamadan  Ortadoğu'ya nizam vermeye kalkışmasından!
 
   NOT: Kısa bir süre için yazılarımı okuma eziyetinden kurtulacaksınız. Zira yurt dışına gidiyorum. Ama çok sevinmeyin; çabuk döneceğim!